Orta Doğu’nun politik yapısı ve iklim değişimi

-
Aa
+
a
a
a

Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Soli Özel ile Orta Doğu’nun politik yapısı ve iklim değişimi üzerine konuştuk.

 Anna Robinson
Orta Doğu’nun politik yapısı ve iklim değişimi
 

Orta Doğu’nun politik yapısı ve iklim değişimi

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Utku Perktaş: Orta Doğu’nun politik yapısı ile iklim değişimi arasında bir bağlantı kurulabilir mi? Bu sorunun cevabını Kadir Has Üniversitesi, Uluslar Arası İlişkiler Bölümü öğretim görevlisi Soli Özel’le tartıştım.

İklim değişikliği ve Orta Doğu'daki su varlığı ve su kaynaklarının sürdürülebilirliği, uzun vadeli çevresel değişikliklerle karşı karşıya olan toplumların uyum kabiliyetlerini anlamak açısından önemli. Bu durum, çöl ve yarı kurak alanlarda yerleşik ve göçebe nüfusların hayatta kalması için su bulunabilirliğinin önemli bir rol oynadığını ortaya koymakta. Ancak hidrolojik istikrarsızlığın bin yıllık etkisinin insan dışı canlı dinamiklerini, insanın coğrafyayı kolonize etmesini ve insanın arazi kullanımı üzerindeki etkilerini nasıl şekillendirdiği konusunda hala bilgi eksikliği var. Söz konusu durum, nüfus tepkileri ve yağış anomalilerine uyum kabiliyetlerinin stokastik bir görünümünün oluşmasına neden olmuş. Orta Doğu'nun kuru ve yarı kurak alanlarında yüzyıllık ve bin yıllık zaman ölçeğinde insan yerleşimi ve nüfus göçlerini kontrol eden ana parametrelerden biri, yağıştaki değişkenlik olmuş. Son iki küresel iklim olayının zaman aralığında, Orta Çağ İklim Anomalisi ve Küçük Buz Devri'nde, antik Kuzey Mezopotamya'nın kalbinde, kuzeydoğu Suriye'nin Khabur ovalarında bulunan Tell Leilan yakınlarındaki polen türevli iklim göstergelerinden oluşturulan modeller, hidrolojik istikrarsızlığı ortaya koymuş. İklim göstergeleriyle arkeolojik-tarihi veriler ve polen temelli kayıtlar birleştirildiğinde, yağıştaki değişkenliğin, tarım verimliliği ile ekonomik sistemler için önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmış. Ayrıca yağışın Orta Doğu'nun kuru ve yarı kurak alanlarında yüzyıl ve bin yıllık zaman ölçeklerinde insan yerleşimi ve nüfus göçlerini kontrol eden ana parametrelerden biri olabileceğini de düşündürmüş. Mesela, 1400'lü yıllarda daha kurak koşullara ani bir geçiş, endüstri öncesi dönemde Osmanlı topraklarında yerleşik köy yaşamından bölgesel terk edilme ve göçebeleşmeye (koyun/deve çobanları) doğru bir değişime eşlik etmiş ve bu da iklim değişikliğini Osmanlı İmparatorluğu'nun ‘düşüşüne’ neden olan sebepler arasına katmış. Ayrıca Jared Diomand’a bir atıf yapmak da burada yerinde olacak: 900 yıllık periyotlarla bu bölgede gördüğümüz kuraklık siklusları, insan göçlerini ve dolayısıyla da bölgenin toplumsal yapısını etkileyen faktörler arasında ve kuraklık Orta Doğu’da tekrarlanan bir zorluk faktörü gibi.

İklim değişikliği Orta Doğu’daki su kaynakalarına olan talebi artırabilir

Orta Doğu, dünyanın en kurak bölgelerinden biri ve su kaynakları oldukça sınırlı. İklim değişikliği, su kaynakları üzerindeki baskıyı artırarak bölgedeki gerilimi tetikler mi?

Soli Özel: Orta Doğu, su fakiri bir yer. Önce suyu bulacaksınız da ondan sonra çatışmayı önleyeceksiniz. Benim bildiğim Yemen, dünyada ilk suyu bitecek ülke. Mısır’ın yer altı suları, Mısır’ın patlayan nüfusunu karşılayabilecek durumda değil. Mısır bildiğiniz gibi Nil’in armağanı olarak kabul edilen bir ülkedir. Nil’in üzerinde de bugüne kadar yapılmış tek dev baraj, Aswan Barajı’ydı. Bu da Mısır’ın tarımının devam edebilmesini sağlayan en önemli etkenlerden birisiydi. Şimdi Etiyopya’da bir baraj inşa ediliyor, Nil oradan çıkıyor. Mısır, daha önce Sudan’la savaşa dahi gireceğini ilan etmişti. Etiyopya ile de bir kavgaları var, şimdilik tatlıya bağlanmış gözüküyor ama Dünya’da suyun giderek azaldığı bir ortamda, Etiyopyalılar oraya barajı yaptıkları takdirde ‘Mısır’a ne kadar su kalacak?’, açıkcası onu tam olarak bilmiyorum. Fakat bunun bir problem yaratacağına şüphe yok. Bu arada Mısır’ın topraklarının %6’sı ekilebilir topraklardır. Yani Nil’in sulayabildiği kadarı. Orada da giderek artan bir çölleşmeden bahsediliyor. 1991 yılında, soğuk savaş bittiğinde, millet kafayı kaldırıp başka konulara baktıklarında, ilk akla gelen sorunlardan birisi, Orta Doğu’daki su meselesiydi. Hatta o zaman ‘petrol yerine artık su savaşları mı yapılacak?’ gibi tartışmalar vardı. Aradan 30 sene geçti ve bu sorun muhtemelen de daha beter bir hale geldi. Suriye örneğine bakalım; Suriye’de savaş 2011’de başladı. 2006’dan 2011’e kadar geçen beş yılın dördü, Suriye açısından kuraklık yıllarıydı. Bunun bir sonucu hasatta %65’lere varan bir azalma, özellikle kuzeydoğu bölgesinde. Hayvanları besleyemedikleri için yaklaşık 850 bin baş hayvanın kesilmesi, telef edilmesi ve o zamanki nüfusun %5’ine tekabül eden bir milyon insanın da bulundukları yerlerden başka yerlere göç etmesi. Suriye çok istihdam üreten bir yer de değil. Böyle bir arka plan olmadan da açıkcası Suriye’deki savaşın şiddetini tam olarak değerlendirmek bana göre mümkün değil. Halen de bu kuraklık Suriye’de devam ediyor. Hatta ilginç de bir anekdot duymuştum. Dönemin İngiliz sefiri, sürekli olarak dış işleri bakanlığına, “Burada çok kötü bir kuraklık var. Bunun sonuçları olacak,” diye rapor gönderiyor. Kimse bu durumu dikkate almıyor. Suriye, yanılmıyorsam iki kere bu meseleyi Birleşmiş Milletler (BM) gündemine sokmaya kalkıyor ancak çok makbul bir rejim sayılmadığı için orada da bu tartışılmıyor. Dolayısıyla bugüne kadar kimse aslında su sorun üzerinde tutarlı bir şeyler yapabilmiş değil. Ama bütün Orta Doğu ki bu bölgedeki en su zengini yerin Irak olması beklenir, biz bir ara Türkiye diye düşünüyorduk ama Türkiye değil. Orada dahi su problemleri artık çıkıyor. İsrail komşularına göre çok yüksek miktarda su kullanan bir ülkedir ve hatta Lübnan’a olan ilgisinin Litani Nehri’nin sularını kendisine çekmek için olduğu da zaman zaman söylenmişti. Ürdün Nehri üzerinde de tabii o suların nasıl paylaşılacağı konusunda bir sıkıntı var. Özetle, ne bu nüfus yoğunluğunu ne bu şehirleşmeyi kaldırabilecek bir durum vardı. Şimdi ise buna iklim koşulları ve giderek suyun azalması ve toprağın kuraklaşması da eklendi. Şimdi diyorsunuz ki, yönetimlerle ne ilgisi var? Orta Doğu yönetimlerinin ortak tarafı, yönettikleri toplulukları pek de önemsememeleridir diyeyim. Onlara doğru dürüst hizmet, onlara doğru dürüst yönetişim sunmak gibi bir dertleri özellikle de son 20 ila 30 yıl içinde yok. Ondan önce, koloniyal dönemin bittiği zamanlarda, Baas Partisi gibi partiler nispeten hala ideolojik bir takım heyecanlarını muhafaza ederlerken bunlar olabiliyordu, ama artık o da yok. Sevmiyorum bu terimi kullanmayı, ama neoliberal dönemlerde yönetimlerin kendi toplumlarıyla, özellikle de toplumun varsıl olmayan bölümleriyle olan ilişkileri de daha çok koptu. Çarpıcı örnek şudur; Dera kenti ya da kasabası, bu, Suriye’deki isyanın başladığı yer. Burası bir zamanlar Baas Partisi’nin en güçlü olduğu yerlerden ya da dayandığı kitleyi barındırdığı bir yerdi. İşte Baas Partisi’nin o Dera kentine, o çocuklara cami duvarına yazıları yazdıktan sonra neler yaptıklarını da gördük. Mısır’da da su konusunda bir şeyler yapıldığını sanmıyorum. Uzun lafın kısası, eninde sonunda Arap isyanlarına yol açmış olan yönetişim koşullarını, vatandaşlıkla ilgili problemleri hiçbirini halletmemiş olan yönetimler, su meselesinin de katkısıyla yeniden bir başkaldırı dalgasıyla karşılaşabilirler. Bunu yaşamaması ihtimali olan ülkeler de körfezin zengin ülkeleridir. Onlar bir şekilde paraları oldukça suyu bulmanın, suyu getirmenin yolunu bulurlar. Hatta ümit ediyorum, Suudi Arabistan tarmda kendine yeterli olmak istemişti ve tabii deli gibi su harcıyorlardı çölde, bu işleri yapacaklar diye onlardan vazgeçiyorlar. İsrail’i bir kez daha söylemek lazım. İsrail tabii su fakiri de bir yer olduğunu bildiğinden, dünyada suyu en iktisatlı kullanarak tarım yapan ülkelerden birisi ve bu konulardaki becerisini bütün dünyaya ihraç ediyor. Sanırım Türkiye’de de İsrail’in o sulama teknolojilerinden yararlananlar var.

U.P.: Çok teşekkürler. Ben bir şey daha soracağım. Amerika Bilimler Akademisi’nin yayın organında makale çıkmıştı; Arap Baharı ile iklim değişikliği ilişkilendirilmişti. Benzer çalışmalar farklı dergilerde de sık sık çıkmış yakın dönemde. Genel olarak bakınca Orta Doğu’daki su kullanımı, tarm ürünleri, gıda güvenliği üzerine epey bir şey yazılıp çizilmiş. İkim değişimi bölgedeki tarım ürünlerini etkileyerek gıda üretimini azaltabilir. Bu durum, Orta Doğu’daki gıda güvenliği sorunlarını daha kötüye götürebilir mi ya da politik yapıya farklı şekillerde etki edebilir mi? Çünkü küresel ısınmaya bağlı iklim değişimiyle Arap Baharı arasında bir ilişki kuruluyor esasında. 

Khaled Al Hariri/Reuters

Gıda meselesi, önümüzdeki 10-20 yılın en önemli meselelerinden birisi olacak

S.Ö.: Mısır, dünyanın en büyük buğday ithalatçılarından birisi. Orta Doğu’daki diğer ülkeler de o ölçekte olmasalar bile benzer durumda olabilirler. Unutmayın, Mısır’ın nüfusu 110 milyonu geçti. Sadece geçtiğimiz 12 yılda, yani Arap Baharı’ndan bu yana Mısır’ın nüfusu en az 16-17 milyon kişi yükseldi. Yani bu güneşe de kar dayanmaz doğrusunu isteyecek olursanız. Yemen, yıllardır bir iç savaşta ve bu korkunç tüketici bir iç savaş bu. Ama hala nüfusu deli gibi artıyor. Dediğim gibi, suyu ilk bitecek yerlerden birisi. Gıda meselesi, önümüzdeki 10-20 yılın en önemli meselelerinden birisi olacak. 
Bir dönem, 60’lı 70’li yıllarda o meşhur ‘yeşil devrim’le tarımda verimlilik çok arttırılmıştı. Ondan dolayı, dünyada bu bakımdan bir açlık meselesi kalmamıştı. Şimdi Ukrayna sorunu da hatırlattı ki çok büyük üreticilerin birisi piyasadan çekildiği takdirde sadece gıda sorunu yaşamakla kalmıyorsunuz, açlık sorunu da dünyanın gündemine geliyor, dünyanın da nüfusu hızla artıyor, bu topraklar daha az mümbit hale geliyor. O nedenle, bu gıda işinin ve başka bir nokta da bütün bu Orta Doğu Arap ülkelerinde, en azından fakir olanlarında, hükümetlerin kendi toplumlarıyla zımnen yaptıkları anlaşma şudur; ‘biz size ucuz ekmek vereceğiz, yani başka bir şey yemeseniz bile ucuz ekmek alacaksınız.’ Bu sözü tutamayabilirler artık. Mısır tarihine de baktığınızda en büyük isyanlar hep ekmek fiyatları yükseldiğinde gerçekleşmiştir. Mesela, 1977 Ocak ayında vardır büyük bir patlama; ekmeğe 5 kuruş zam yapıldığı için olmuştur bu da. Yani, Enver Sedat’ın her türlü Arap dünyasınca konmuş sınırı aşarak İsrail’le barış için Knesset’e gitmesi de Ocak 1977’deki büyük gösterilerin sonuçlarından biridir ya da onun gerekçelerinden birisi de bu ayaklanmadır.

U.P.: Bölgedeki yoksulluk bu süreci etkileyen bir faktör mü? Bölgedeki yoksulluk nasıl dağılıyor Orta Doğu’da?

Orta Doğu dünyanın en eşitsiz bölgesi

S.Ö.: Dünyanın en eşitsiz bölgesi, Çin ve Hindistan’la birlikte dünyanın en eşitsiz bölgesi, gelir dağılımı ve servet dağılımı açısından. 

U.P.: Yakın zamanda Economist dergisinde bir makale çıkmıştı. Yaşadığımız bu büyük felaket, deprem felaketi şunu göstermiş: gelir eşitsizliğine bakınca, gelir dağılımının yüksek olduğu bölgeler depremden gelir dağılımının düşük olduğu bölgelere göre depremden daha az hasarla etkilenmiş. Bu diğer çevresel hadiseler için de geçerli diye düşünüyorum. Bölgedeki istikrarsızlığı düşününce, bu sorunlar önümüzdeki yıllarda daha kötüye gidecek midir?

S.Ö.: Katmerlenecek. Tekrar ediyorum; yönetimlerin piyasacı ekonomi politikalarına yönelmeleriyle birlikte toplumlarıyla aralarındaki akitler birer birer iptal edildi. Hatırlayın, Mısır’da deprem olur, Mısır devleti ortada yoktur. Suudi Arabistan’dan Mısır’a, işçileri bayram için getiren feribot batar, Mısır devleti pek ortalıkta yoktur. Müslüman kardeşler, bu zemin üzerinde sosyal yardım kapasitelerine bağlı olarak da çok güç kazanmışlardı. Bu rejimlerin kendi toplumlarına yönelik bir sorumluluk duygusu artık pek kalmadı. Körfez ülkeleri iki bakımdan farklı; ilki, Katar’ın normal nüfusu 500 bin gibi ama 2 ila 3 milyon köle statüsünde işçi var. Dünya Kupası’nda gördük. Aynı şey Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) için de geçerli. Dolayısıyla onlar kendi vatandaşlarını mutlu mesut tutabiliyorlar. Diğer ülkelerin o tür bir lüksü de yok. Bu durumda kendi toplumuna pek önem vermeyen, onlara yönelik baskıcılıktan öte bir çare düşünemeyen, üretecek ve düşünen kapasitedeki eğitimli kısma eziyet eden, onların liderlerini de içeriye atan rejimlerden bahsediyoruz. Bunlar bildikleri tek yöntemle kuraklıktan, yoksulluktan, gıda eksikliğinden kaynaklanan sorunları çözmeye çalışacaklardır. Yani, örneğin on metrekarelik zindana 60 kişiyi atacaklardır ve herkes bir arada yaşarken tüm ihtiyaçlarını orada gösterecektir. Nitekim Sisi döneminde bunlar Mısır’da yaşandı. Suriye’yi düşünmek dahi istemiyorum. Biliyorsunuz, arada bir millete ‘gelin’ dediler, geri dönenler gittiklerine pişman oldular. Hiç bir yerde çivi tutmuyor. Bunların içinde iyi kötü kaynakları da olduğu için daha iyi yönetilebilecek ülke Irak idi, o da setterliğin pençesinde kalmış olduğu için, petrol gelirlerine rağmen eşitlikçi bir sistem içinde yönetilmiyor.

U.P.: Orta Doğu petrolle tanınan bir coğrafya olduğu için ve bugünkü iklim değişimi problemi dediğimiz zaman da fosil yakıtların kullanımını sınırlamamız gerekiyor. Orta Doğu belli ölçüde petrolle tanınıyor. Petrol kaynakları kullanılıyor Orta Doğu’da. Bu durum bölgedeki ekonomileri iklim değişimine karşı daha az dirençli hale getiriyor mu?

Biz, bütün bu bölgede her şeye rağmen en iyi örgütlenmiş ülkeyiz

S.Ö.: Bir kere bölgedeki her ülke petrol zengini değil. Körfez ülkeleri petrol veya gaz zengini, buna Irak da dahil. Suriye zengin değil, Mısır da değil. Mısır’da son zamanlarda gaz çıkarıldı, onlar da bunu sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ile satmaya çalışıyorlar. Epey de verimli alanlar bulduklarını anlıyorum. Cezayir, petrol zengini bir ülkedir. Bildiğim kadarıyla Fas ve Tunus’un bu tür şeyleri yok. İsrail’in gazı var. Yemen’in hiçbir şeyi yok. Sudan aslında Dünya’nın ekilmemiş mümbik topraklarına sahip bir yerdi. Baraj inşa etseler, sudan yararlansalar ve bir de bunu örgütleyebilseler dünya fiyatlarını etkileyecek bir üretimi de gerçekleştirebilirler. Kısa vadede ne Dünya’nın ne bu bölgenin petrol bağımlılığından, bölgenin de petrol bağımlı gelirinden vazgeçebilmesi mümkün değil. Diğer körfez ülkeleri ellerindeki paraların bir kısmını petrol sonrası bir dönem için kullanmaya çalışıyorlar. Mısır’a gidip, ‘Doğu Akdeniz’de daha fazla antroposen gelişmelere yol açmayalım, siz gelin LNG’den vazgeçin’ derseniz herhalde gülerler, çünkü günü kurtarmak zorundalar. Dediğim gibi 110 milyonluk bir nüfusu başka hiçbir şey yapmasalar bile ucuza doyurmak zorundalar. O nedenle bu bağımlılıklar devam edecek. Bir de körfez ülkeleri geri kalan Arap dünyasıyla olan bağlarını da belli ölçüde zayıflattılar. Bakıyorsunuz bugün Suudi Arabistan Lübnan’ı ayakta tutuyordu. Suudi Arabistan, Lübnan ordusuna vazgeçtiği yıl, beş ya da altı yıl oldu galiba, 3 milyar dolar para verirdi. Sonunda, ‘biz veriyoruz Lübnan’a parayı da bundan Hizbullah yararlanıyor. Hizbullah kim? Şiiler ve onlara kim destek veriyor? İran. Peki İran kimin müttefiği? İran bizim can düşmanımız, biz niye Lübnan’ı besliyoruz?’ dediler ve Lübnan bitti. Ben Ocak ayında oradaydım; elektirik yok, korkunç bir halde. Lübnan belki de Arap dünyasının Filistin’lilerle birlikte en yaratıcı kitlesi. Kendi nüfusunun iki katı kadar insan yurt dışında yaşıyor ve müthiş işler yapıyorlar. Dünya’nın en önemli gazetelerinden biri olan Financial Times’ın başında Roula Khalaf adından bir Lübnan’lı kadın var. Körfez aynı şeyi Mısır’a yapsa, Mısır hayatta kalamaz, biter. O zaman da Libya ve diğerleri çocuk oyuncağı kalabilir. Yani Avrupa’lılar Suriye göçlerinden korkuyorlarsa, Mısır çöktüğü takdirde neler olabileceğini tahayyül bile edemeyiz. Tekrar ediyorum; 110 milyon küsürlük bir nüfustan bahsediyoruz. Oradaki rejim de toplumunun enerjisinden yararlanıp orayı sürdürülebilir kılmak konusunda hiçbir şey yapmıyor. Mısır, ordunun ülkesi; ordu, ekonominin çok büyük bir bölümüne hakim. O nedenle Uluslararası Para Fonu (IMF) ile bir anlaşma imzalıyorlar ve söz veriyorlar, orduyu bir takım ekonomik şeylerden çekeceğiz diye. Bu nedenle 20 ila 25 yıl, gazın ve petrolün önemi olacak. Ama önümüzdeki dönem, asıl sizin başlangıç sorunuza gelerek ben bitireyim, gerek susuzluk ve gerekse bunun yol açtığı kuraklık, bütün bunların katkısıyla da yaşanacak olan gıda eksikliği, yoksulluk vs.. Bütün bunlar Orta Doğu’yu her an patlamaya hazır bir barut fıçısı olarak tutuyor. Bizim de yamacımızda. Bu arada da biz, Türkiye’de kendimizi su zenginiyiz diyerek aldattık, hatırlıyorum bundan 10-15 sene önce Avrupa Birliği’nin (AB) hazırladığı bir raporda, ‘2030 yılında Avrupa’da en kurak 10 şehrinden dördünün Türkiye’nin şehirleri’ olacağı belirlenmişti. Bu durum daha bile kötü olabilir. İşte bu yılı görüyorsunuz, yazın herhalde bir damla su için millet birbirini gırtlaklamaya başlayacak ve Allah’ın bir kulu da çıkıp, ‘ya şu suyu idareli kullanın, bunun yöntemleri şudur’ diye bize bir şey söylemiyor. Biz, bütün bu bölgede her şeye rağmen en iyi örgütlenmiş ülkeyiz. Bizde yapılmıyorsa, öbür ülkelerde hiçbir şey yapılmadığından emin olabilirsiniz.

U.P.: Ben de çok katılıyorum size. Çok teşekkür ederim Soli Bey.