Ali Bilge; seçimlere giderek yaklaştığımız şu dönemde, açıklanan milletvekili aday listelerini değerlendirdi ve seçimin ardından benimsenmesi gereken politik tutumu açıkladı.
Ömer Madra: Günaydın, Ali Bey. Haftanın değerlendirmesini nasıl yapacağız?
Ali Bilge: Seçimler egemen, bir aydan az bir süreye girdik. İsterseniz seçimlerle başlayalım.
Ö.M.: İsterseniz bir son dakika haberinden bahsedelim. Antalya'da bir gemi battı ve büyük bir risk taşıyor.
A.B.: 5 Nisan günü battı. Bu gemi boksit madeni taşıyor. Bir kişinin kaybetti, sekiz kişiye de henüz ulaşılamadığı belirtiliyor. Antalya Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi öğretim üyesi Mehmet Gökoğlu, akıntıların atıkları batıya doğru sürükleyeceğini ve zaten kirli olan Akdeniz'in sahillerinin boksit madeni nedeniyle de metal kirliliği de yaşayacağını belirtiyor. 3 bin ton maden yüklüyken olmuş bu. İskenderun Körfezi’nden Ukrayna'ya doğru gitmekte olan bir gemi. Gökoğlu, bu durumun bölgede ve ekosistemde yaratacağı tahribata değiniyor. Zaten yeterince kirliliğin hakim olduğu, balıkçılığın neredeyse bittiği, deniz canlılarının yok olduğu bir bölge Akdeniz.
Ö.M.: İyi ki hatırlattınız. Kendi payıma söyleyeyim, gözden kaçırmıştım. Geminin de çıkarılması imkânsız. Çok derinde batmış olduğu söyleniyor. O yüzden Akdeniz, uzun vadede boksit başta olmak üzere bu kimyasallardan etkilenecek.
B.A.:Seçim gündemine dönelim. Malum listeler kesinleşti. Yani hafta sonu itibarıyla listeler üzerine yoğunlaşıldı. Seçim kanununda, ittifakları zora sokan şeyler var. Seçim tarihinin bir türlü belirlenememesi, sıkışık bir seçim… HDP kapatılıp kapatılmayacağı da gündemdeydi. İttifak mevzusunda, sistemin değişmesi nedeniyle oluşan listelerde partileri rahatsız eden durumlar hasıl oldu. Ve bu nedenler çok farklı kişileri, yapıları bir araya getirdi. İttifakların liselerinde biz hep şuna işaret etmiştik: Otokrasiden kurtulmayı arzu ettiğimiz bu seçimlerde, meclis adeta bir kurucu irade fonksiyonu taşımalı. Kurucu irade meclislerinin de birleşimleri karışıktır ve temsil detayları da fazladır. Yani her alana ulaşmaya gayret edilir. Listelere baktığımızda çok farklı yapılar var ama temsil detayları yeterli değil. Yani bir kurucu meclis fonksiyonu icra edebilecek bir mozaiğe sahip olduğunu söyleyemeyiz.
Bu listelerde dikkat çeken en önemli husus; cinayet hükümlüleri, sanıkları, Hizbullahçılar görmemiz. İbrahim Çiftçi gibi, Doğan Öz ve Bahçelievler katliamlarına imza atmış cinayet hükümlüsü biri listelerde yer alıyor. Kurucu irade niteliği taşıyan meclislerden ilki olan 1877 Meclisi’ne baktığımızda, seçme ve seçilme şartlarına göre cinayet suçuyla mahkum olmuş biri mebus olamıyor. Yaklaşık 150 yıl önce uygulanıyor ancak şimdi uygulanmıyor. Bu ilk temsil meclisinin yapısından biraz bahsedelim: 130 üyeden oluşuyor. 80’i Müslüman 50’si ise gayrimüslim. Ülkenin mozaiğini göstermesi açısından… Seçilme yaşı da 25 ama tabii erkekler seçiyor. Hem seçilenler hem de seçenler erkek 1.870 yedide bir de çok şey var. Emlak sahibi olmak da seçilmek için sayılan şartlar içerisinde. Belli bir miktar vergi ödüyor olmak gerekiyor. Özetle servet sahibi olacaksın ama vergi de vereceksin ve erkek olacaksın.
Önümüzdeki meclis liselerine baktığımızda kadın oranının da düşük olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda benim gözüme çarpan, engelli vatandaşların temsilcisi bildiğim kadarıyla yok. Etnisite temsili yeterli ve galiba Garo Paylan da girmediği için Ermeni temsilci yok. İklim meselelerine haiz insanlara da pek rastladığımızı söyleyemem. Siz biliyor musunuz? İklim bilimcisi, iklim sorunlarından bir haber. Teknik olarak da güçlü yanları olan kişilerden, yani akademisyen ya da akademik kökenli kişilerden bahsediyorum. Duyarlılığı kastetmiyorum. Uzman kişiler var mı?
Ö.M.: Duyarlılık da önemli tabii. Yeşiller Partisi, eş sözcülerinin TİP’ten milletvekili adayı olmasının önemli olduğunu da Yeşil Gazete'de Ümit Şahin de yazmıştı. Ama dediğiniz doğru. Yani iklim meselesi, iklim krizi meselesi, hak ettiği alanı kesinlikle bulamıyor. Bu çok önemli bir eksiklik. Bugünden başlayarak belki her gün biraz daha ayrıntılı olarak değerlendirmeye çalışacağız. Mücadelenin artık başlaması ve süratle götürülmesi gerektiğini söyleyen önemli kitaplar da peş peşe yayınlanıyor. İçine girdiğimiz dönemde özellikle dünyanın yoksul kesimleri, iklim krizi sebebiyle ciddi hasar alacak. Zengin ülkelerde de kırılgan gruplar tehdit altında olacak. Türkiye’de de 2050’nin ortalarında su baskınlarını görüleceğini söyleyen raporlar var.
A.B.: Teknik olarak güçlü olmak ve duyarlık ayrı şeyler. Bu konuda yeşil Sol partinin duyarlılığını belirttiğine biliyoruz. Ancak benim söylemek istediğim şu: nasıl bütçe adalet dış politika gibi komisyonlar varsa mecliste sürekli yaşayan bir iklim Komisyonu da olması gerekiyor. Ayrıca bu kadar can alıcı mevzuları çalışan bir komisyonda teknik insanlara ihtiyaç var. Partiler nasıl kadın ve genç kotası belirliyorsa, iklim kotası da belirlemek zorunda.
Ö.M.: Rebecca Solnit ve Thelma Young Lutunatabua’nın editörlüğünü yaptığı, Not Too Late [ Henüz Geç Değil] adında yeni bir kitap yayınlandı. Hem teknik insanların hem de aktivistlerin görüşlerinin yer aldığı, küçücük ama son derece önemli bir deklarasyon mahiyetinde bir kitap bu.
A.B.: Bu listelerdeki eksiklikleri değinmek istiyorum. Dış politikayla ilgili, diplomat kökenli adaylar yetersiz. İncelediğimizde ortalıkta pek çok uzman, diplomat olmasına karşın bütün tarafların dış politika ve diplomasi konusundaki uzman kotasının yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bana göre Kayıhan Pala çok yerinde bir tercih. Meslek gruplarına göre dağılıma tam bakamadım ancak isabetli olan kararlardan biri Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın adaylığı. Elbette Garo Paylan gibi meclisin her santimine ayak basmış biri de olmalıydı.
Ö.M.: Kayıhan Pala bizim de programcılarımız arasında yer alıyordu. Büyük bir mutlulukla söyleyeyim. Onun editörleri arasında bulunduğu, Türk Toraks Derneği’nin çıkardığı, hem iklim hem de hava kirlenmesi konularında devasa bir kaynak var. Onu da inşallah ele almayı düşünüyorum. Çok kapsamlı, 700 sayfalık bir kitap. Tam da sizin dediğiniz gibi, çevre meselelerinin teknik yönlerine de hakim olan arkadaşlarımızdan bir tanesi.
A.B.:Evet, gerçekten yerinde bir tercih. Hasan Cemal ve Cengiz Çandar üzerine tartışmalar görülüyor. Bu isimler pek kabul görmüyor açıkçası çünkü gerçekten mecliste çalışmak devlet deneyimi olan genç insanların işidir. Yıllardır Meclisi izlerim, kendilerinin de geçmiş yazılarını bakılırsa görülecektir ki siyasetin gençleşmesine ilişkin vurgu ve değerlendirmeleri var. Bu anlamda eleştiriyorlar. Z kuşağından 7 milyon seçmen sandığa giderken, bu yaşlar milletvekili olmak için ileri yaşlar. Üstelik bir tanesi seçilirse en yaşlı üyesi sıfatıyla Meclis Başkanı da olacak.
Çocukluğumdan hatırlıyorum: Kinyas Kartal vardı. İlginç bir adamdı. Hep en yaşlı vekil sıfatıyla Meclis Başkanı olurdu. İlginç bir portredi; annesi rus, babası Kürt… Ayrıca Ali Rıza Septioğlu vardı. Ancak bu insanlar genç yaşlarda milletvekili olmuşlar. Sonuçta taş yerinde ağırdır. Önümüzdeki mecliste HDP kilit parti olacak. CHP ve iyi Parti ile ilişkiler çok önem kazanacak. Dolayısıyla bu partilerde kabul gören kişilere ihtiyaç var. Her iki ismin de çocuklarının, yeğenlerinin, genç insanların siyasete girmesini tercih ederdim açıkçası. Listelere baktığımızda en çok konuşulan konular arasında bu da var.
Seçimlere bir aydan kısa bir zaman varken hangi endişeleri yaşıyoruz? Hâlâ seçim güvenliği bir numaralı endişe kaynağımız. Güvenliği nasıl sağlayacağımız üzerine konuşuyoruz. İkinci endişemiz ise iktidar değişikliğinin nasıl sağlanacağı. Yani mevcut iktidar kaybettiği takdirde iktidar değişimi temiz olacak mı? Hulusi Akar’ın katıldığı, Kayseri’de gerçekleşen aday tanıtım toplantısında bu endişemizin boşa olmadığını ortaya koyan bir sahne yaşandı. Akar’ı dinleyenler “vur de vuralım, öl de ölelim” diye slogan atıyorlar. Akar’da cevap olarak “onun zamanı gelecek, bekleyin” diyor.
Ö.M.:Çok kaygı verici.
A.B.: Çok kaygı verici bir şey. Hemen sonrasında dikkatimi çekti, bir takip yaptım. Sanıyorum bu vurgudan sonra, akşam üzeri de İyi Parti ve CHP il başkanlıklarını ziyaret etmiş. Bir anlamda bu sözleri telafi etme ziyareti gibi algıladım. Şayet iktidarın seçimlerde kaybetmesi söz konusu olduğunda, temiz bir şekilde devri gerçekleşmeyeceği de bir endişe kaynağı.
Üçüncü endişe ise seçim sonrasına ilişkin. Anayasa Mahkemesi dahil, yüksek yargı ile yeni iktidar ve yeni yasama örgüt arasında gerilimler yaşanması endişesi var. Çünkü Anayasa değişikliği yapamayacak bir meclis aritmetiğin ortaya çıkması olası gözüküyor. İttifaklar yasama ve yürütme aşamalarında nasıl devam edecek? Çok iyi bir mekanizma kurulması gerekiyor. İktidarın bir anayasa değişikliğini, bir anda gündeme getirmek kabiliyetinden yoksun bir yapıda olacak gözüküyor. Dolayısıyla ittifakların nasıl süreceği ve Parlamento ilişkileri çok önemli. HDP’nin de kilit parti olacağı görülüyor. O dolayısıyla bugünkü muhalefetin çoğunluğu elde etmesi durumunda sürdürülebilirlik meselesi de karşımıza çıkıyor.
Şimdi son bir ayda, dünyada da yapılan akademik çalışmalarda da belirtiliyor. Seçmen vaatlere, cebine ne girdiğine bakıyor. Son bir yıla baktığımızda da Türkiye'nin 21 yıllık iktidarının bütün girdaplarının bir araya geldiği bir yıl oldu. Ben bu anlamda aslında iktidar kayıplarının daha fazla olabileceğini ihtimalini de göz önünde bulunduruyorum. Bir de mevcut adaylarda, yani özellikle Muharrem İnce faktörünün de aşağı doğru ivmelenme yaşayabileceğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla ortaya karışık bir sistem çıkacak.
300 milletvekili üstü bir muhalefet çoğunluğu, o da HDP ile birlikte, anayasayı değiştirmeye yetmiyor. Anayasa 360 milletvekilini gerekli kılıyor. Dolayısıyla 2017 anayasasına göre yönetilecek bir durumla karşı karşıya kalacağız. Seçimlerde muhalefetin çoğunluğu elde etmesi ve Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı olması durumunda. 2017’nin kuralları hakim olacak. BU kuralları ancak yönetsel davranışlarıyla demokratikleştirecek. Dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki çoğunluğu, iktidar ortaklığının iradesinin çok güçlü ve diyalog içinde olmasına bağlı.
Böyle bir meclisin beklentisi anayasayı değiştirmek olmalıydı ama anayasa değişikliği yapacak çoğunluğa ulaşılamayacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla anayasa yapmaktan çok, ülkeyi içinde bulunduğu bataktan çıkarmak öncelik olacak. Daha sonra belki daha sonra gündeme gelecek. Otokratik bir anayasa varken bu geçişler nasıl yapılabilir? Mutabakatlar, ittifaklar yeni biçimleri almak durumunda iç barışı sağlamak açısından çok önemli.
Bürokratik yapılanma nasıl olacak? Bakanlıklar ve bakanlık bürokrasisi var. Diğer tarafta ise 2 bine yakın bir kadro var. Dolayısıyla bu yapılanmanın nasıl olacağı önem teşkil edecek. Yürütmede bakanlıkların gücünün artırılması hedefleniyor. Ama bir taraftan da seçilmemiş insanların bakan olacağı liseler var. Buna göre ayarlandı: Bakan olacaklar milletvekili listelerine konmadı. Şunun altını çizmek lazım: Diyelim ki muhalefet çoğunluğu elde etti. Cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu oldu. Bir yıl sonra yerel seçimler var. 2019 mevzilerinde korunması gerekiyor. Yani dolayısıyla hem Millet İttifakı'nın hem de genel olarak muhalefetin dağılmaması gerekiyor. Bunu ayakta tutacak mekanizmalara ihtiyaç var. Bir yıl içerisinde bir dağılma söz konusu olursa çok ciddi problemlere yol açabilir. Eğer muhalefet ve Millet İttifakı yerel seçimleri de aşarsa işte o zaman AKP içinde birtakım gerilmeler, tartışmalar, çözülmeler beklenebilir. Dolayısıyla tek başına seçimleri kazanmak yetmiyor. Ondan sonraki süreci taşıyacak, geçiş sürecinin programlanması ve iktidar konumundaki Millet İttifakı'nın güçlü ve özverili bir şekilde devam etmesi gerekiyor. Ekonomik politikalar baz alındığında partilerin arasında çok büyük ,radikal farklar yok. Ama kadrolara baktığımızda, herkes “ben yönetmek istiyorum” diyor. Bu sebeple bürokratik yapılanma, bürokratların atanması Ankara'da konuşulan konuların başında geliyor.
Ö.M.:Özgür Üniversite’nin kurucusu, akademisyen Fikret Başkaya da demokrasiye dair kısa bir not yazmış kendi blogunda. “Toplumsal eşitlikten, özgürlükten söz etmeyen ve bunların anlam ve önemine gönderme yapmayan birinin demokrasi şampiyonluğu bir safsatadan ibarettir. Yani esas olarak demokrasinin ön koşullarından biri de kamusal alanın olabildiğince genişlemesini ve varsayar. Oysa neoliberal küreselleşme çağında kolektif olan müşterekler alanına dahil olan ne varsa piyasanın dolayısıyla özel çıkarların etkinlik alanı haline getirildi. Ve özel sektör yani sermaye kamusal onun önüne geçti. Bireysel egoizm ve bireysel zenginleşme kutsandı, işbir bitiricilik marifet sayıldı. Dolayısıyla temsili demokrasi oyununun kıymeti harbiyesi yoktur. Oynanan gerçek demokrasinin temsili demokrasinin, gerçek demokrasinin önünü kesmek üzere pedal alındığında unutmamak gerekir.” diyor.
A.B.: Fikret Hoca’nın yazısına değinmeniz çok iyi oldu. Türkiye'de bir değişim yaşanacak. Elbette çok önemli. İlk fırsatta genel olarak halk dilinde “af” denilen ama benim “özür yasası” yeni iktidar olacak hükümetin önem vereceği ve hamle yapacağı ilk husus olma durumunda. Çünkü binlerce insan suçsuz bir şekilde cezaevinde yatıyor. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, HDP milletvekilleri ve yöneticileri sembol isimler. Pek çok gazeteci, kanaat önderi hapishanelerde. Soluk aldırmak istiyoruz Türkiye'ye. Ama bu soluk almanın uzun soluklu bir ittifak manzumesi gerektiğini bilmeliyiz.
Türkiye’de 17 milyon insan zaten yoksulluk sınırında yaşıyordu. Covid-19’un ardından daha da genişledi, açlık sınırına geldi. Uygulanan iktisat politikaları felç olmuş, ardından Covid-19 ve savaş girmiş, deprem olmuş… Bu geniş toplumsal kesimlere vaatler de yapılıyor. Daha önce uygulanan neoliberal çıkış reçeteleri ile yeniden çıkmaya çalışmak iki günde rezil olmayı beraberinde getirir. Dolayısıyla bütün siyasi partilerin, muhalefetin genelinin ve Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin; bu geçiş döneminin her alanını i kurgulanması gerekiyor. Artık fakirin sırtına binilmemeli. 2001 krizinde batan bankaların maliyetini biz yüklendik, hâlâ da yüklenmeye devam ediyoruz. Vergilerin bu taraflara yüklenmesiyle çıkış olmayacağını bütün partilerin bilmesi lazım. Yoksa iki günde yönetim yine başkalarına teslim edilir. Radikal bir meclis, gerçekten içinde bu unsurları taşıyor. Takip etmeye devam edeceğiz.