Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Apaçık Radyo'nun yayın hayatına başlamasının yanı sıra son dönemde Türkiye'de ve dünyada biriken sorunlara irdeliyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, günaydın!
Ö.M.: Apaçık Radyo’daki ilk programımıza hoş geldiniz!
A.B.: Hoş bulduk!
Ö.M.: Dijital yayın üzerinden devam ediyoruz ama her türlü hukuki mücadelemiz de sürekli devam ediyor hatta gelişerek devam ediyor, onu da söyleyebiliriz.
A.B.: Tabii ki, hukuk mücadelesi sürecek. ‘Nerede kalmıştık?’ diyelim ve programa girelim çünkü program yapamadığımız dönemde dünyada ve Türkiye’de devasa gelişmeler yaşandı, konular ve sorunlar birikti. Bugün çok kısa olarak bu meselelere bakacağız.
Apaçık Radyo’nun yayın hayatına yeniden başlamasını da vurguluyoruz, çok önemli - ancak kapalı olduğumuz dönemde hayata veda eden dostları öncelikle hatırlatmak istiyorum. Vefat eden dostlardan biri, sevgili arkadaşımız Prof. Dr. Fuat Keyman. Fuat Keyman, radyoda da program yaptı galiba?
Ö.M.: Evet, iki ayrı programı oldu.
A.B.: Evet, diğeri de Ömer Bey ile ortak dostumuz Hüseyin Ergün. Hüseyin Ergün, Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun kurucu genel başkanıdır. Her iki isme de ‘merhaba’ diyerek ve anarak Apaçık Radyo’nun ilk Ekonomi Politik’ine başlamış olalım. Her iki dostumuzu da konuşacağımız programlar olacaktır, ikisini de saygıyla andığımızı belirtelim.
En son yaptığımız Ekonomi Politik’i 14 Ekim’de yaptık. Bu programda, ‘Açık Radyo bir değer, ülkenin ve gezegenin bir değeri. Bu değerin susturulmasına karşı bir duruşun sergilenmesi gerekli olduğu da apaçık ortada. O yüzden yaşadığımız son gelişmeleri; siyasetin, medyanın ve özellikle muhalefetin ciddi bir şekilde gündeme getirmesi gerekiyor,’ demişim. İkinci olarak da, ‘Su yatağını bulur’ demiştim.
Nitekim, su yatağını Apaçık Radyo olarak buldu.
1946 yılında Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin’in birlikte yayınladıkları Marko Paşa mizah dergisinin başına gelenleri hep anlatıyoruz, örnek gösteriyoruz. İsterseniz biraz o yayın serüvenini hatırlayalım bu kısa programda: Marko Paşa dergisi, ilk olarak 25 Kasım 1946 tarihinde yayınlanmış, 22 sayı sonra ise kapatılmış. Daha sonra Merhum Paşa ismiyle yayınlanıyor ama o da kapatılıyor ve sonrasında üçüncü kez Malum Paşa ismiyle yayınlanıyor ve kapatılıyor. Derginin sonraki isimleri hatırlayan var mı bilmiyorum aramızda ama ben sıralayacağım; dergi daha sonra Ali Baba ismiyle yayınlanıyor ama Ali Baba da kapatılıyor. Yedi Sekiz Hasan Paşa ismiyle yayınlanıyor ama kapatmalar hep devam ediyor. Dergi, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Paşa ve Kırk Haramiler isimleri altında yayın hayatına devam ediyor. Dört yıl sonra da tarihe karışıyor.
Ö.Ö.: Sonuncusu çok değişmiş!
A.B.: Artık paşalara son vermişler. O devirde bu dergiler vardiya usulü çıkan dergi, gazete diye isimlendiriliyor. Vardiya da şu; bir grup içeri giriyor, diğer kalanlar kapanan dergileri çıkartıyorlar. Bizim basın tarihimiz hep böyle. Marko Paşa, tek parti döneminde yayınlanan bir mizah dergisi, 18 milyon nüfusun olduğu bir Türkiye’de tirajı 80 binlere kadar çıkıyor. Derginin yayıncılarından Sabahattin Ali, daha sonra faili meçhul bir cinayetle öldürüldü. Aziz Nesin’in hayatı da malum; hem 6-7 Eylül olayları, 60 ve 70 askeri darbelerinde her daim iktidarların gazabına uğramış insanlardan biridir. Rıfat Ilgaz da aynı şekilde.. ‘Apaçık’ ortada olan Türkiye’nin halleri, radyomuzun da başına bir şekilde geldi ama bir şekilde de bu girdabın bugün için aşılması mümkün oldu. Bütün Apaçık Radyo ailesine, programcısından dinleyicisine, çalışanına, destekçisine herkese bir ‘merhaba’ diyelim.
Ö.M.: Hüseyin Ergün’e bir ‘merhaba’ diyelim, çok yakın dostlarımızdandı.
Ö.Ö.: Nasıl devam edelim?
Ö.M.: Birazcık da bu olmadığımız dönemden bahsedelim, özellikle de demokrasi kaybının gene gündeme geldiği Türkiye’de kayyımlar da başladı, akıl almaz bir durumla karşı karşıyayız. İsterseniz birkaç dakika da ondan bahsedelim.
A.B.: Yayın yapmadığımız dönemde ana başlıklar olarak kısaca değinelim: Geçtiğimiz günlerde, içinde demokratikleşmenin zerresi olmayan bir yargı paketi kabul edildi. Hepimizin başına bela olacak olan etki ajanlığını içeren 10. yargı paketi de yolda. Bu yargı paketlerinin kabul edildiği ortamda demokratikleşmeden söz etmek kesinlikle mümkün olmadığı apaçık ortada.
En son programda da değindiğimiz, sahte Kürt sorunu çözüm süreci ve sonrasında DEM’li belediyelere yapılan kayyım atamaları da diğer önemli bir başlık. Türkiye’de yaz-boz tahtasına dönmüş bir Kürt sorunu çözüm süreci var. Program yaptığımız 20 küsur yıl boyunca, iktidar tarafından Kürt sorunu çözümüne ilişkin bir çok yaklaşım ve düzenleme gündeme geldi, hayata geçirilmeye çalışıldı. Kürt sorunu çözüm sürecini aylarca yıllarca konuştuk, konuşmaya da devam ediyoruz.
2009’da ‘Habur açılımı’ diye adlandırılan, o zaman mesele Kürt sorunu çözüm süreci değil de ‘Kürt açılımı’ diye adlandırılıyordu. O zamanki havaya, yaklaşımlara, açılıma epey ümitlenmiştim, coşkulu mitingler oldu, toplantılar görüşmeler filan oldu ama sonu hüsranla sonuçlandı, silahlar yeniden konuştu, savaş ve kan devam etti.
Kürt sorunu çözüm süreci adı altında ikinci dalga, 2012-13 döneminde geldi. ‘Oslo süreci’ diye nitelendirilen sürece hep mesafeli ve rezervliydim, kaygılarım bu programlara da yansımıştı. Neden rezervliydim, neden samimi bulmuyordum? Çünkü Roboski olmuştu; sınır ticareti yapan 34 köylü - ki yarısı da çocuktu, F16 uçaklarının bombardımanı ile öldürüldü. Bu katliam aydınlatılmadı. Roboski aydınlatılmadan barış sürecinin başlaması samimi olmazdı, bu nedenle uzak durdum, iktidar samimi gelmedi, inanmadım.
İkinci olarak, çözüm süreci öncesinde Gezi olayları yaşandı, Gezi’yi kanla bastırdılar, Roboski’yi aydınlatamayan, Gezi’yi kanla bastıran bir iktidardan Kürt sorununa çözüm beklenmesi gerçekten bana normal gelmemişti.
Kürt sorunu çözüm atakları neden böyle gel-gitlerle dolu? Erdoğan iktidarında neden böyle oluyor bu işler? Çünkü ittifaklar yer değiştiriyor, Erdoğan sıkışınca Kürtleri ittifaka örtük olarak dahil etmek istiyor.Kürt oylarına ve desteğine ihtiyaç duyduğunda çözüm meseleleri kabartılıyor. 2008-09’da Gülen Cemaati ile birlikte askeri vesayeti geriletmeye çalışan bir iktidar bloğu vardı. Kürtleri, 2002’den itibaren bu ittifakın içine çekmeye çalışıyordu, daha fazla Kürt desteğine ihtiyacı vardı. Açılım, bunun zorlaması ve ihtiyacı ile alevlendi.
2012-13’te de cemaatle artık problemleri ve çatışması olan olan bir iktidar vardı, kesinlikle Kürtlere ihtiyaç duyuyordu. ‘Milli orduya kumpas kuruldu’ denerek cemaatten kopuldu, milli güçlere selam çakıldı. Kürtlere çok çok ihtiyaç vardı ve çözüm süreci yeniden alevlendi. Kürtlere ve Kürt sorununun çözümüne iktidar hep kullanılabilir bir araç gibi baktı. İktidar, devletin derin güçlerini ve MHP’yi ittifaka dahil edince de çözüm süreci de son buldu; kan, savaş ve gözyaşı tekrar başladı.
Tüm bu açılım, çözüm süreci ve silahların susması gibi dönemlerde, son yaşadıklarımızda dahil, PKK lideri Öcalan iktidarın kullanabileceği önemli bir portre olarak değerlendiriliyor. Öcalan göreve çağırıyor, Öcalan mektup yazıyor, Öcalan anonslar yapıyor, Kandil ile görüştürülüyor, yasal parti kim ise onların temsilcileri ile görüşüyor - tüm bunlar iktidarın ve devletin temsilcileri ile birlikte gerçekleşiyor.
Sonuç alınamıyor, bütün süreç berhava oluyor, mutabakatı Erdoğan yırtıyor, Öcalan tecride gidiyor, görüşmenin siyasal tarafı hapse tıkılıyor ya da parti kapatılıyor. Seçim vakti gelince ya da ittifak zayıflayınca çözüm süreci yeniden hatırlanıyor, Öcalan ile görüşmeler başlıyor, ‘Meclis’e gel’ konuş deniyor, üç gün geçiyor, kayyım atamaları yapılıyor. Samimiyet bunun neresinde?
Son kayyım atamaları CHP’ye de yönelik oldu ve CHP’nin içinde bir anafora yol açtı. Önümüzdeki günlerde konuşacağımız konuların arasına girdi.
Yayın yapmadığımız dönemde, tabii ki tahmin edilen ama istenmeyen sonuç ve gezegenin geleceği açısından ABD seçimlerinde Donald Trump’ın ABD seçimlerini kazanması oldu. Önümüzdeki dönemi her yönden belirleyicisi olan bir gelişme yaşandı.
Ö.M.: Ali Bey, ona geçmeden bir tek şey söylemek istiyorum; bu kayyım meselesinde siz de ‘böyle bir uygulama anti demokratik’ dediniz ama bu konuda farklı görüşler var. AKP grup başkanı Abdullah Güler, bunun kayyım meselesi olmadığını, hukuki tahribin olmadığını, geçici görevlendirme olduğunu söyledi; ‘Siz yanlış söylediniz kayyım diyerek, sizler kayyım diyorsunuz ama hukuk tarifi böyle demiyor’ diye bir değerlendirmede bulunmuş.
A.B.: O arkadaş malum paşa kadrosuna alınmalı.
Ö.M.: Evet, kesinlikle. Mardin, Batman ve Halfeti Belediyelerine de kayyım atandı, üçüncü kez kayyım atanan Ahmet Türk ile Artı Gerçek’te yapılmış bir haber vardı. Dünyada bunun hiçbir örneğinin olmadığını söylüyor, üç defa, görevinden alınarak seçiliyor ve görevinden alınarak yerine - kayyım demiyorduk ne diyorduk?
Ö.Ö.: Geçici görevlendirme.
Ö.M.: Geçici görevlendirilen.
A.B.: Tedviren görevlendirme.
Ö.Ö.: Bu arada, 47 ilde 235 kişinin kayyım atamalarını protesto eylemlerinde gözaltına alındığı açıklandı. Bunların ciddi bir kısmı da tutuklandı, bizzat İçişleri Bakanı bunu açıkladı. CHP’ye ait olan İstanbul’da Esenyurt Belediyesi’nde kent uzlaşısı kapsamında DEM Parti ile birlikte hareket ettiği söylenen, Esenyurt Belediyesi önünde de demokrasi nöbeti bir yandan devam ediyor. Biz sessiz kaldığımız sırada ülkede yaşananların bir şeyiydi bu. Bu arada 1 Kasım’da cezaevinde yedinci yılını dolduran Osman Kavala’yı da belki hatırlatmakta fayda var. O da bir mesaj paylaşmıştı; ‘Gerçekten özgürlüğü teneffüs edebileceğime inanıyorum’ diye umutlu bir mesaj göndermişti her şeye rağmen.
Ö.M: Eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra ile yapılmış olan bir söyleşiyi izleme fırsatım oldu. Orada, bana oldukça önemli görünen bir noktanın altını çiziyordu; ‘Yedi yıl boyunca bir tek kere ağaç görmedi ki çevreye çok düşkün birisidir, benim gibi değildir’ diyordu Osman Kavala için.
A.B.: Okuduğumda beni çok yaraladı. Bunun ne demek olduğunu, bu duyguyu bir gün bile içeride kalan bilir, gerçekten beni de çok yaralayan bir söz oldu.
Osman Kavala’nın, Can Atalay’ın, Selahattin Demirtaş’ın, Gezi’deki arkadaşların, nice insanın hapiste olduğu bir ülkedeyiz. Şimdi onlar içeride olacak, demokratikleşmeyi kapsamayan bir Kürt sorunu çözüm süreci başlatılacak ve Öcalan’a ‘çözüm için Meclis’e gel’ denilecek ve sonra da muhalefet partilerinin seçimle kazandığı belediyelere kayyım atanacak, demokratikleşmenin zerresi olmayan 9. yargı çıkacak! Buna mı inanacağız!
Bunların yaşandığı bir yerde samimiyetten söz edilmesi mümkün değil, kimse kendini aldatmasın. Kürt sorunu büyük bir demokratikleşme paketi içerisinde ele alınacak bir sorunudur.
Umarım CHP’nin Genel Başkanı, yumuşama siyasetine çeki düzen verir. Epey konuştuk yumuşama-uzlaşma, bunlar güzel şeyler, kulağa hoş geliyor ama gerçeklikle bağlantısı olmayan yaklaşımlar.
Umarım CHP, bu politikanın yanlışlığından ciddi dersini almıştır. Sonuçta Esenyurt Belediyesi elinden gitti. Yumuşamanın sonucu bu oldu! Bugünkü programı kısa tutacağımız için özetliyorum.
Önümüzdeki dönemde iktidar bloğunun her türlü sertleşmesine hazır olunması gerekiyor çünkü her alanda bir iktidar açmazı yaşanıyor, bölgedeki gelişmelerle birlikte tehlikeler daha da artıyor ancak tehlikeli ve olanaklar birlikte gelişir - kendi örneğimizde de gördüğümüz gibi. Umarım, radyo için de söylediğimiz mukavemet, ülkemizin demokrasiden yana güçleri için mukavemet artarak devam eder. Ben burada keseyim isterseniz, vakti dostlara bırakalım.
Ö.M.: Çok teşekkür ederiz.
A.B.: Apaçık Radyo’daki çalışan arkadaşlara...
Ö.M.: Çok teşekkür ederiz.
Ö.Ö.: Çok teşekkür ederiz Ali Bey.
A.B.: Hoşçakalın, iyi yayınlar.
Ö.Ö.: Haftaya görüşmek üzere.
A.B.: Apaçık Radyo, merhaba!
Ö.M.: Merhaba! Tekrar teşekkür ederiz.