"İBB iddianamesi kalitesi düşmüş bir hukuk sistemiyle ele alınması gereken bir husus"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, İBB iddianamesini yalnızca bir hukuki metin olarak değil, rejimin bugünkü halini ele veren bir 'sistem belgesi' olarak değerlendiriyor; gizli tanıkların muğlak ifadelerinden torba iddianame tekniğine, yargının siyasallaşmasından hukuk düzeninin aşağıya çekilişine kadar uzanan tabloyu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.

""
Ekonomi Politik: 17 Kasım 2025
 

Ekonomi Politik: 17 Kasım 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.: İki hafta ayrılıktan sonra tekrar buluştuk.

A.B.: Evet, kardeşimin vefatı nedeniyle program yapamadım, dinleyicilerimize bu özrümü belirteyim.

Ö.Ö.: Başınız sağolsun tekrar.

Ö.M.: Başınız sağolsun.

A.B.: Hepiniz sağ olun. İstanbul Büyükşehir Belediyesi iddianamesiyle başlayalım isterseniz programa?

Ö.M.: Lütfen.

A.B.: İddianameler ve savunmalar, dünya ve Türkiye tarihinde hep önemli olagelmiştir. İddianameler ve savunmalar, ülkelerin rejimleri hakkında çok ciddi bilgiler verirler. Benim iddianameler ve savunmalara karşı ilgim şu şekilde oldu; devrimci ve sosyalist mücadele sürecimize başlarken, 12 Mart rejimi sona eriyordu, 1974 affı sonrasında pek çok sosyalist-devrimci örgütün iddianame ve savunmaları yayınlandı. O dönemde yeni gözünü açan gençler olarak iddianameler ve savunmaları okuyarak hayata başladık. THKO, THKPC, TİİKP-Aydınlık iddianamesi ve savunmaları 70’lerin ikinci yarısında hayatımıza girdi. Biz yeni yetme devrimciler, bu iddianame ve savunmalara bakarak yönümüzü çizerdik. İşte benim iddianamelere ilgim böyle başladı.

O yıllarda, 1975 yılında lise 2’de olmalıyım. Bana çok etki eden, belirleyici olan ‘Dimitrov iddianamesi ve savunması’ olmuştu. Dimitrov oyunu, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sergilendi, çok etkileyiciydi, bu oyunu hiç unutamam, çok iyi bir performanstı. Rana Cabbar’ın yönetmenliğinde sahneye konan oyunu özellikle Cezmi Baskın’ın Nazi savcı rolündeki başarılı performansını unutmam mümkün değil.

Geçmişe gittiğimizde II. Dünya Savaşı sonrasında Nürnberg davalarını, Tokyo davalarına, daha geriye uzandığımızda da Dreyfus davalarına, Sokrates’in Savunması’na kadar gidebiliriz. Türkiye’de Yassıada duruşmaları çok önemlidir, ben ona yetişemedim ama ‘Yassıada Saati’ olurmuş radyoda, Yassıada duruşmaları ve savunmaları radyodan...

Ö.M.: Ben Yassıada duruşmalarına da yetişmiş bir çocuk olarak anlatabilirim.

A.B.: Radyodan verilirmiş değil mi?

Ö.M.: Evet, radyodan verilirdi.

A.B.: Radyodan verilen başka dava var mı bilmiyorum Türkiye tarihinde.

Ö.M.: Dizi gibi yani tamamen çağımızdaki televizyon dizileri gibiydi.

A.B.: 1938’deki Harp Okulu davasını da unutmayalım, Nazım Hikmet’in yargılandığı ve 12 yıl hapis yattığı davalardaki iddianamelere baktığımızda da hukuksuzlukla karşılaşıyoruz.

Hukuksuz, iddianameler olarak karşımıza çıkıyor. 1980 sonrası DİSK iddianamesi ve savunmaları, Barış Derneği iddianamesi ve savunmaları önemli örneklerdendir.

İddianameler neden önemlidir? Çünkü iddianameler, savunmalar ve yargı kararları ya bir ülkeye itibar kazandırır ya da aşağıya çekerler, böyle özellikleri vardır. Ülke yargısının ve rejimin niteliğini bize gösterirler.Savunmalar ve iddianameler, sadece siyasal süreci anlatmakla kalmazlar; toplumun ahlakını da aşağıya çeker ya da yükseltirler.

Böyle baktığınızda, İBB iddianamesi toplumun ahlakını aşağıya çeken, dibe iten bir iddianame görünümündedir. Türkiye toplumunu, iktidarın seçmenini dahi ikna edemeyen bir iddianame...

Yakın tarih yazıldığında İBB iddianamesinin nasıl bir belge olduğunu daha iyi anlaşılacak. İBB iddianamesi, hukuksuzluğun belgesi niteliğinde bir iddianamedir çünkü otokrasilerde yargı kurumu yürütmeye bağlı çalışıyor ve böyle olunca da siyasi rakipleri tasfiye etmek için çok kıymetli bir silah elde etmiş oluyorsunuz.

Türkiye’de son yıllarda açılan davalar ve iddianamelerin torba şeklinde iddianameler olduğunu görüyoruz. Torba yasa çıkartma tekniğinin sıklıkla kullanıldığı ülkemizde, iddianamelerde böyle hazırlanıyor.İçine ne gelirse atılıyor, ayrıca gizli tanıklar var, pişmancılar var, itirafçılar ve bilmez bilirkişilerle dolduruluyor. Hukukçuların belirttiği gibi, hukuk tekniği açısından, biçim yönüyle de özensiz, yetersiz iddianameler... İçerik yönüyle de, teknik anlamda da özensizlik, yetersizlik hakim oluyor. Sayfa sayıları öne çıkarılıyor, sayfa sayısının belirtilmesi sanki iddianamenin kalitesini artırıyor! "5 bin sayfaya ulaşan iddianame” falan deniyor!

İBB iddianamesi, yakın tarihin önemli davalarına göre sayfa sayısı en yükseklerden biri oluyor. Barış Derneği iddianamesine, DİSK iddianamelerine ve Yassıada iddianamelerine baktığımızda tam doğru rakamları tespit edemiyoruz ancak İBB, sayfa sayısı bakımından rekor seviyeye ulaşmış durumda ama bu içeriğinin güçlü olduğunu göstermiyor. Son yıllarda iddianamelerin pek çoğunda hayali suçlamaları okuyoruz; önce sanki pişmanlıktan yararlanacak isimler tespit edilip yer alıyor, sonra bunlar yolun başında pişmanlık belirtiyor ve tutuklanmıyorlar ya da bırakılıyorlar, saf dışı ediliyorlar, özgürler. Gizli tanıklara pek çok kez rastlıyoruz ve hatta neredeyse daimi rastlıyoruz, bunların ifadelerine başvurularak iddianameler yazılıyor. Sonra geliyor bilirkişiler ki bilirkişi niteliğine haiz olmayan bilirkişi meseleleri de ayrıca not edilmesi gereken bir husus. İşte iddianameler çoğunlukla bu şekilde düzenleniyor.

Daha önceki programlarda da söz etmiştim; Türkiye’deki iddianameler üzerine Hukukçu Dr. İlker Atamer’in çalışmalarından bahsetmiştim. Kendisi, ABD, Türkiye ve Japonya üzerine ceza davalarını, soruşturmalarını ve düzenlenen iddianamelerin sonuçlarına ilişkin bir analiz yapmıştı.

ABD’de yürütülen soruşturmaların kalitesi çok yüksek ve böyle olunca da davanın mahkemeye intikali az oluyor, daha soruşturma aşamasında dava çözülüyor. Savcı ve polis çok iyi çalışıyor. Dolaysıyla yargılamalarda mahkumiyet oranı düşük oluyor. ABD ve Japonya’da %1 ile sonuçlanıyor çünkü savcılar işlerini doğru yapıyor, iddianameler yeterli delil olmadan dava açılmıyor, iddianameler düzgün yapılıyor, özenle yapılıyor.

Türkiye’de yargı kalitesinin düşmesinin karşılığını iddianamelerde görüyoruz. Elbette bu sorun, hukuk fakültelerinin çokluğuyla da açıklanması gereken bir husus. Nitekim hakim, savcı ve avukatların yetişmesi için son dönemde ek ek tedbirler alma ihtiyacı duydular. Özellikle 15 Temmuz sonrasında yargıda yapılan tasfiye ve artan politizasyon nedeniyle hakim ve savcı tecrübesinin azalmış olması, tecrübeden noksan kişilerin hakim ve savcı olarak atanması sorunu büyüttü. Bu durum, iddianame hazırlıklarına da sirayet ediyor. Türkiye’de özellikle hakimlerin iddianamedeki hususlara rıza göstererek karar verdiği, bir istatistik olarak da karşımızda bulunuyor. Hakim ve savcıların niteliğinin düşük olması, bilirkişilere müracaat edilmesini zorluyor; hakim ve savcılar, bilirkişilerin kanaatlerine göre karar veriliyor ve bunun sonucunda iş uzuyor, istinafa gidiliyor, üst yargı organlarına gidiliyor.

İBB iddianamesi; yargının politize olduğu, yürütmeye bağlı çalıştığı, hukuka saygının kalmadığı bir ülkede, kalitesi düşmüş bir hukuk sistemiyle birlikte ele alınması gereken bir husustur. Hazırlanan iddianamelerde dediğim gibi, genel olarak yetersizlik ve kalitesizlik adli istatistiklere de yansıyor. Bir kere sorun daha kollukta başlıyor, kolluğun soruşturma yürütme tekniği de yetersiz. Adli polis, asayiş polisi ayrımı yok. Dolayısıyla kollukta başlayan soruşturma daha yukarıya doğru gittiğinde de devam ediyor.

Yargı erkinin yürütmenin denetiminde olduğu otokratik yönetimlerde aşırı politize olmuş bir yargı kuvvetine sahibiz ki bize bunu en iyi şekilde özetleyen AKP kurucusu, eski başbakan yardımcısı, eski Meclis başkanı Bülent Arınç ve eski bakan ve kurucu Hüseyin Çelik çok net belirttiler, “Ülkede ‘militan yargı yarattık’” dediler. Militan yargının olduğu bir ülkede iddianamelerin kalitesinden ve yeterliliğinden söz etmek pek mümkün değil.

Ö.M.: ​​​​​​​Özgür Özel’den de daha önce iddianameyle ilgili çarpıcı açıklamalar vardı ki dün de Kilis’de CHP’nin yaptığı 70. miting ya da eylemde de tekrarladığı bir şey var; bu özensizlik dediğiniz şeyin hukukçuların da pek çoğunun dile getirdiğini ve bunu gösteren ilginç rakamlar veriyor Özel. İncelemişler, bir iddianamede 969 kere ‘hatırladığım kadarıyla’ ibaresi geçiyormuş. 2 bin 300 küsur yıllık hapis cezasının talep edildiği bir iddianamede bine yakın sayıda ‘hatırladığım kadarıyla’ ibaresi geçmesi, 691 kere ‘öyleymiş’, 56 kere ‘duyduğum kadarıyla’, ‘duydum ki’ deniyor, 496 kere de ‘olabilir’ ifadesi geçiyormuş gizli tanıklardan. En ilginci de beş kez, ‘öyle hissettim’ diye tanıklık var iddianamede.

A.B.:İddianamelerde yetersizliğinin, özensizliğinin ve hukuksuzluğunun çok yaygın olduğu bir ülkedeyiz, bir rejimdeyiz. İddianameler sonuçta toplumu ikna etmeye yönelik belgelerdir ama olmuyor.

Ö.Ö.: Bir de önce mahkemeyi kabul etmesi için ikna etmesi gerekli, o da henüz yapılmadı.

Ö.M.: Evet yani kabul edilmiş değil iddianame.

A.B.: Evet ama her yerde dolaşıyor.

Ö.Ö.: Ama tutuklusu var o iddianamenin!

A.B.:Siyasi iktidar kendi tabanını bile bu iddianameyle ikna edemiyor. Bunun sancılarını görüyoruz. AKP’li Bülent Arınç, geçen hafta Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etti. Arınç, “Sizinle aynı fikirde değiliz ama aynıdertten mustaribiz, sizinle hemderdiz, hem fikir değiliz ama hemderdiz” diyor, “Bir an önce AİHM ve AYM kararları uygulanmalı” diyor ‘Militan yargı yarattık’ diyen kişi söylüyor bunu. Ankara Büyükşehir Belediyesi eski başkanı için ‘Parsel parsel Ankara’yı sattılar’ diyen kişi söylüyor bunu, biz söylemiyoruz. Gökçek hakkında bir soruşturma açılmadı ama CHP belediyeleri hakkında soruşturma açılıyor.

Belediyelerde yolsuzluk olmaz mı? Elbette olur, dünyanın her tarafında bununla karşılaşılır ama bunların soruşturma prosedürleri vardır ancak böyle olmadı. Ana muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı ve İBB başkanını diploması ile başlayarak içeri tıkarsanız, rakibinizi yargı gücüyle tasfiye etmeye başlarsanız ve ayrıca onlarca belediye başkanını içeride tutarsanız, onlarca belediye bürokratını içeriye tıkarsanız olmuyor! Bu yöntem belediyelere ilişkin inceleme ve soruşturma yöntemi olmaktan çıkıyor; yargı gücüyle tasfiye etmek oluyor. Kimse ‘onlar soruşturulmasın, incelenmesin’ demiyor ki, bunun prosedürüne uygun bir şekilde yapılması gerekiyor.

Dolayısıyla bu iddianamelerin iktidara da faydası olmuyor, toplumda iktidara sempati uyandırmıyor. Aksine bu iddianamelere olan inanç, iktidar ile seçmeni arasında var olan ilişkiyi daha da zayıflatıyor çünkü insanlar inanmıyor.

Hep aklımdaydı, bunu gündeme getirmek istiyordum, şimdi yeridir; eski AKP milletvekili Hüseyin Kocabıyık, Erdoğan’ın hep yanı başında olan bir kişi idi kısa bir süre önce ve Cumhuriyet gazetesine bir röportaj verdi. Bu röportaj çok iyi okunmalı, gözden kaçırıldı.

Ö.M.: Evet. 

A.B.: Bu röportaj sonrasında Hüseyin Kocabıyık önce partiden atıldı, ardından tutuklandı, şu anda hapiste. Kocabıyık, AYM ve AİHM kararlarının uygulanması gerektiğini söyledi. Cumhurbaşkanının eski baş danışmanı, en yakını olan kişinin tutuklanma gerekçesi ise ‘Cumhurbaşkanına hakaret’. Dün gördüm Müyesser Yıldız yazmış, Kocabıyık dosyasına gizlilik kararı konmuş, bugün ülkede 100 bine yakın Cumhurbaşkanına hakaret davası var, Kocabıyık’ın dosyasına gizlilik kararı ve kısıtlılık konmuş yani dosyaya bakma imkanı yok. Neye? Bir röportaja. Kocabıyık “Herkes susturuluyor, 28 Şubat darbesinde Erdoğan’ın yanındaydım, tasfiye ediliyordu şimdi kendisi siyasi rakiplerini tasfiye ediyor Putin’in yaptığı gibi” diyor. “Hukuk devletinden, demokrasiden uzaklaştı, telef etmeye çalışıyor rakiplerini, bunu da yargı eliyle yapıyor, siyasi tasfiyeyi yargı eliyle yapıyor” diyor. Geldiğimiz nokta bu.

Hüseyin Kocabıyık, “Osman Kavala ile ortak bir görüşüm yok, siyasi görüş olarak hemfikir değilim ama kesinlikle suçu yok” diyor ve salıverilmesi gerektiğini söylüyor, aynı şeyi diğer siyasi tutuklular için de söylüyor. Röportajda, herkesin partiyle bir şekilde göbek bağı olduğunu söylüyor, hukuktan uzaklaşıldığını, yargının yozlaştığını ve iddianamelerin saygıdeğer olmadığını söylüyor. Bunun sonucunda da önce partisinden atılıyor, ardından tutuklanıyor ve şu anda o da iddianamesini bekliyor. Dosyasına da kısıt, gizlilik kararı konuyor. 1,5 aydır da hapiste. Bu röportajı okumakta fayda var, gözden kaçmasın.

Bu muamele, Erdoğan’ı Pınarhisar cezaevinde ilk ziyaret eden, onu destekleyen, uzun yıllar yanında yer alan danışmanı olan, sonra milletvekilliği yaptığı kişiye yapılıyor. Hüseyin Kocabıyık, “Artık bunları söylemekten kaçınmıyorum, bugünkü Erdoğan’ın eski Erdoğan ile hiç alakası yok” diyor. Bütün eleştirilerini ortaya koyuyor, sonrasında da gördüğü muamele böyle. İçinde bulunduğumuz durum bu.

Ö.M.: Evet, iddianamenin yer aldığı internet yayınını da üç defa yasakladılar, o da ilginç! İstanbul iddianamesi gibi bir isimle bütün bilgiyi, sadece iddianamenin bulunduğu sayfayı da ‘gizli bilgi bulunduğu’ iddiasıyla yasaklamış oluyor.

Ben bir de şundan bahsetmek istiyordum izninizle; T24’te yazar Mine Söğüt ‘2 bin 430 yıl’ başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Söğüt, “Bugünden 2 bin 430 yıl önceye baktığımızda sanatın, bilimin, dinin, felsefenin, politikanın ve hukukun kendini aşmak için yollar kat ettiğini, uygar dünyanın temellerinin atılmakta olduğunu ve insanlıkla ilgili en temel soruların sorulduğunu görüyoruz” diyor yazarlardan ve felsefecilerden bahsederek. “Bir de bugünden 2 bin 430 yıl sonrasını hayal edelim; yılın 4 bin 455 olduğunu düşünelim ve o günden bugüne bakan biri ‘2025 yılında dünyada hangi medeniyetler vardı? Hukuk sistemi nasıldı? Felsefe ve politika ne durumdaydı? O yıllarda nelerin temelleri atılmaktaydı?’ diye geçmişe dönüp bir bakmış olsun. Notlarına şöyle yazmış olsun, ‘Anadolu’da yaşayanlar dünyanın 2 bin küsur yıllık medeniyet birikimini, hukukundan dinine, biliminden felsefesine, devlet bilincinden birey haklarına ellerinde binlerce yıldan beri birikmiş ne kadar değer varsa hepsini sadece 20 yıllık bir süreç içinde gözlerini kırpmadan ateşe verip bir çırpıda yaktılar, o derece akılsızdılar!” diye de ekliyor ve “Utanmaz mıyız?” diye de sorarak bitiriyor yazısını Söğüt. 

A.B.: ​​​​​​​Bu iddianameler, yarınlarda doğru dürüst hukuk fakülteleri görürsek örnek olarak gösterilebilir tabii yani özensizlik ve hukuksuzluk örneği olarak gösterilebilir. Tarihimiz hukuksuz iddianamelerle doludur. Mesela bazı iddianameleri de bilmiyoruz, var mı, yok mu bilmiyoruz, bazı insanların iddianameleri bile yok ama asıyorlar. Seyit Rıza’nın, Şeyh Said’in iddianamesi yok diye biliyorum.

Dünyanın gözü önünde gerçekten toplumu her anlamda aşağı çeken bir iddianameyle de karşı karşıyayız. Toplumun ahlakını aşağıya çeken ve rejimin de fotoğrafını bize gösteren bir iddianame bu. Programın sonuna geldik galiba?

Ö.M.: Evet. “Bu iddianamenin aslında tamamen siyasi olduğunu gösterdiği için minnet duyuyorum bu iddianameyi hazırlayan Akın Gürlek’e” diyor CHP Genel Başkanı Özgür Özel.

A.B.: Kısıt konmuş galiba?

Ö.M.: Evet, İstanbul iddianamesine.

A.B.: Bir de İmamoğlu’nun yeni açtığı bir internet sayfasına da...

Ö.Ö.: Evet sosyal medya hesabına, üçüncü hesabına da kısıt konuldu.

Ö.M.: Evet.

A.B.: Bu davanın TRT’de yayınlanması sağlanması halinde iktidarın itibarı daha da altüst olacaktır, bu nedenle iktidar buna yanaşmıyor gördüğüm kadarıyla değil mi?

Ö.M.: Sosyal medya hesabına el koyan nasıl verir?

A.B.: İstedikleri sonucu elde edemiyorlar. Binlerce kişi hapiste, mağdur durumdalar, iktidar istediği sonuçları elde edemiyor, karşılığı alınan bir durum olmuyor. Ayrıca iktidar ortakları arasındaki durum da gelgitlerle dolu, bu durumu da gelecek hafta konuşuruz. Burada noktalayayım.

Ö.M.: Çok teşekkür ederiz Ali Bey, görüşmek üzere.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

A.B.: Hoşçakalın!