Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerinden Kandil'in verdiği cevabı değerlendiriyor, konunun olumlu ve olumsuz noktalarına değiniyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Selamlar!
Ö.M.: Tamamen kaos içinde olan bir dünyada barış-savaş görüşmelerinde hiçbir sonuç alınamıyor, yalanlarla dolanlarla dolu bir durum. Türkiye’de de karışıklık var ama anlatmaya, özetlemeye çalışacağız her zamanki gibi. Nereden başlayalım?
A.B.: Ekranlar, Öcalan çağrısına Kandil’in olumlu yanıt vermesi üzerine konuşuyor. İsterseniz oradan başlayalım?
Ö.M.: Lütfen.
A.B.: Kürt sorunu ve çözümü bir klasiğimiz, sayısız konu ettik. Çözüm süreci döneminin, 2013-2014 notlarına, programlarına baktım; meseleyi enine boyuna konuşmuşuz. Şimdi konu tekrar canlandı, hepimiz yine pozisyonlarımızı alıyoruz. Memleketi çok yormuş bir konu. Dün, T24’te sevgili Aydan Çelik’in bir karikatürünü gördüm. Barış güvercinini yorgun, bitap düşmüş vaziyette çizmiş - işte biz de o durumdayız.

Cumhuriyetin ilanından sonra geçen yüzyılda hep bu sorun vardı. Şeyh Sait isyanı, tam 100 yıl önce, Şubat ayında başladı, isyan devam ederken - galiba tam bugün olmalı - 3 Mart 1925 günü, Takrir-i Sükûn Kanunu ile ilgili yani devletin uygulayacağı şiddete ilişkin kanunun görüşmelerine geçebilmek üzere isyanda aldığı tedbirleri pasif bulan Mustafa Kemal ve CHP müfritleri (aşırıları) yani devletin şiddetine taraf olanlar, Fethi Bey hükümetini devirip, İsmet Paşa hükümetini başa getirmek için büyük hamlelerini yaptılar.
Takrir-i Sükûn Kanunu ile ülke - Mustafa Kemal’in değimiyle söylüyorum - ‘mezar sessizliğine’ gömüldü. Kanayan bu yara yüzyıldır devam ediyor ve bugün Efkar-ı Umumiye, yeniden bir barış-çözüm sürecine sevk edilmiş durumda. Öcalan’ın çağrısını ve Kandil’in desteğini konuşuyoruz.
Son dönemlerde ‘turp’, siyaset literatürüne girdi. Öcalan’ın açıklamaları ile ilgili heybedeki büyük turp, Sırrı Süreyya’nın okuduğu Öcalan’ın kısa notundaydı. İlave edilen kısa notta Öcalan, ‘sürecin gerçekleşmesi için siyasal ve hukuksal düzenlemelerin olması lazım, sürecin olumlu olması bunlara bağlı’ diyor.
Yıllardır defalarca verilen sözlerin yerine getirilmemesi nedeniyle, hep geriye düşülmesiyle on binlerce insan öldü. Her iki taraf da bunlara ‘şehitlerimiz’ diyor. Bu kadar şehide, insan kaybına ve maddi kayıplara sebep olan bir tarihten geliyoruz. Böylesine durumlarda, yaşanan tecrübeleri göz önünde bulunduran bir gazeteci, yorumcu olarak ihtiyatlı davranmak durumundayız, bazen bu tutumunuz ile tarihin yanlış tarafına da düşebiliyorsunuz, böyle bir risk var. Bu, Türkiye’de aydınların/entelektüellerin sık sık yaşadığı bir durumdur.
Yüzyıllık bu tarihi bırakalım, sadece 2013-15 pratiklerine program tarihimiz üzerinden baktığımızda, ihtiyatı elden bırakmak istemiyorsunuz çünkü Meclis ve iktidar tarafından düzenlemeler yapılmadığı müddetçe - çözüm yasalarda ve Anayasa’da bazı düzenlemeleri gerekli kılıyor - ihtiyat payını korumak istiyorsunuz. Gerçekten barış güvercini çok yorulmuş durumda, yıllardır barışı ve çözümü konuşan insanlar olarak, kendi adıma ihtiyatlı olmayı tercih edenlerdenim. Çünkü çok acayip şeyler yaşanıyor.
Öncelikle iki konuya izninizle dikkat çekmek istiyorum; birincisi, geçen hafta büyük güçlerin birbiriyle olan ilişkilerine değinmiştik; ittifakların değiştiğine, ittifakların sarsıldığına işaret edip Çin, Rusya ve ABD otokrasilerinin oluşturduğu kuşağın periferisine bazı ülkelerin de dahil edilebileceğini söylemiştik.
Bilhassa Orta Doğu’ya ilişkin gelişmelerde, büyük ittifaklarda pişenlerin küçük ortaklara da düşebileceğini belirtmiş, Türkiye’nin de pay alabileceğini, fırsatlar yaratabileceğini söylemiştik. Aslında büyük otokratik ortamın hem Kürtler, hem de Türkler için bazı fırsatlar yarattığını görüyoruz.
Özellikle bir gelişmeye dikkat çekmek istiyorum; 1973 yılından itibaren iki hatlı çalışan Kerkük Yumurtalık/Ceyhan petrol taşıma boru hatlarımız var. Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler ile 2010-11 Arap ayaklanmaları sonucunda IŞİD’in ortaya çıkması nedeniyle boru hattı düzenli olarak çalışamadı. Önceki tarihlerde de aksama ve kesilmeler oldu, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında, 2003 yılında ABD’nin Irak işgali, Irak iç savaşındaki yaptırımlar, ambargolar ve saldırılar nedeniyle de bu boru hattı çalışmazdı, kesilmeler olurdu.
Türkiye ve Irak, bu hattın sahibidir, boru hatları iki ülkeden geçiyor. Dolayısıyla önemli ölçüde gelir sağlayan, yararlanan ülkelerdir. Son yıllarda Bağdat - Irak merkezi yönetimi ile Kuzey Irak Kürt bölgesel yönetimi arasında çıkan anlaşmazlık vardı. 2014-18 yıllarında Kürt bölgesel yönetimi, Irak merkezi hükümetini devre dışı bırakarak, Türkiye ile hattı kullandılar ve petrol ticaretini sürdürdüler. Bunun üzerine Irak merkezi devleti, ‘Anlaşmanın tarafı biziz, payımızı istiyoruz’ diyerek uluslararası tahkime gitti. Sonuçta Türkiye tazminata mahkum oldu ve bu arada sevkiyat da kesilmişti, iki yıldır bu sevkiyat yapılamıyordu.
ABD’nin de boru hattının açılmasına, yeniden çalışmasına ilişkin taraflara ciddi baskısı oldu. Irak merkezi yönetimine, ‘Çalıştırmazsanız yaptırım uygularım’ diyebilecek kadar ileri gittiği de iddia edildi.
960 km uzunluğundaki Kerkük-Ceyhan boru hattı, pek yakında, bugün veya yarın veya öbür gün faaliyete geçecek konumda artık, pürüzler giderildi, yeniden anlaşma sağlandı. Yapılan çağrıların öncesinde de hattın onarımı tamamlandı, eksikleri giderildi. Savaş nedeniyle saldırılara uğruyordu, hatların onarıma tabi tutulması gerekiyordu. Türkiye bu onarımları yaptı ve boru hattı şu anda işletmeye hazır bir vaziyette. Bu hat, küresel petrol ihtiyacının %0,5’ini karşılayabilecek kapasitede, ihmal edilecek boyutta bir hat değil.
ABD’nin Irak merkezi yönetiminden, Türkiye’den Irak Kürt yönetiminden hattın çalışmasını istemesinin önemli nedeni de İran. ABD , İran’ı etkilemek için bunu istiyor. Hatların çalışması İran’ın yapacağı petrol ihracatının azalmasına yol açacak , ABD bunu istiyor, İran petrolünün arz/talep dengesine etkisi olabilecek bir hat olması nedeniyle bunu istiyor.
Irak’ın petrolden sorumlu bakan yardımcısının geçen hafta yaptığı açıklamaya dayanarak bu bilgileri aktarıyorum. Halihazırda hatlar, 50 bin varil petrol gönderme kapasitesine sahip. Kerkük’ten başlayan hatlar ile petrol, Ürdün’e de gidiyor, Irak da yararlanıyor ve aynı zamanda Türkiye de yararlanıyor ve kalan da Ceyhan’dan gemilerle başka ülkelere satılıyor. Çeşitli pompalama istasyonlarına sahip bir boru hattı, anlaşmazlıkların çözüldüğünü tarafların açıklamalarından görüyoruz.
Silahlara veda/çağrı/barış paketinin içine, boru hatlarını çalışmaya başlayacağını ekleyerek bakmak lazım. İki boru hattı var ve bunlar 1977 ve 78’de açılmıştı, 620 kilometresi Türkiye’de, 350 kilometresii de Kürdistan bölgesinde bulunuyor. Boru hatlarının çalışmaya başlayacağını da bir kenara not etmemizde fayda var. Suriye tarafında da petrol rezervlerinin bulunduğu sahalar, Suriye Demokratik Güçleri ve YPG kuvvetlerinin kontrolünde. Bölgedeki petrolü, bir Amerikan firması ile bir Kürt şirketi birlikte işletiyorlar. Amerikan hazine bakanlığının özel izniyle gelmiş bir şirket bu şirket. Şimdi işler böyle devam eder ise yarın 'Kurdish-Turkish petroleum company’ler görebiliriz. Kim bilir, belki bugün taraflardan o şirketlerde murahhas azalar filan da görebiliriz.
Ö.M.: Yani bu tarihi konudaki barışa gidiş formülünün gene fosil yakıtlardan mı geçtiğini görüyoruz?
A.B.: Evet, burası fosil yakıtlar bölgesi malum, dünyanın en zengin yatakları burada, Irak Kürdistanı’nın geliri bu, bununla geçiniyor, bundan yararlanan legal ve illegal yapılar var. Bölge, petrol olmadan ayakta kalamıyor. Silahlar nasıl alındı, savaşlar nasıl oldu? Petrol olamazsa olmaz, kaçak petrol sevkiyatı ve üretimi yıllardır dile gelen hususlardandır.
Dünyada yeni dengeler, yeni ittifaklar, yeni aktörler oluşurken, büyük küçük petro-ittifakların oluşacağını hesap etmek durumundayız. Türkiye, son dönemde, son yıllarda enerji arzını oldukça çeşitlendirdi.
Avrupa’nın beli büküldü doğal gazdan dolayı, Rusya’dan doğal gazı hâlâ alıyor az miktarda ama Rus gazını bırakmak Avrupa’da üretim maliyetlerini çok arttırdı, ekonomiler resesyona girdi, Almanya başta olmak üzere ekonomiler çok etkilendi. Nükleeri olduğu için Fransa daha az etkilendi ama İtalya filan çok etkilendi, yüksek enerji maliyetleri ile çalışan ekonomiler haline gelince sonuç iktisadi resesyon oldu.
Trump ile Putin bir araya gelir de anlaşır ise Ukrayna savaşı ile Rusya’ya uygulanan Amerikan ambargoları da kısmen ya da tamamen kalkabilir, blokajlar da kalkabilir. Amerika, bankalardaki Rus varlıklarına da el koymuştu, anlaştıklarında vaziyet çok daha farklı bir boyuta geçebilir. Trump - Putin uzlaşması, Kürtlere ve Türklere de fosil imkanlar sunabilir. Aynı zamanda Ukrayna’daki savaşın sona ermesi, Suriye de çatışmasızlığın sürmesi yeni fırsatlar yaratabilir.
Suriye’de son günlerde Dürzi gruplar ile yeni yönetim arasında ciddi çatışmaların başladığını okudum, ölümlü çatışmalar var. İsrail’in de bu işe karıştığı, devrede olduğu söyleniyor. Barış temasının arkasını fosil yakıtlara dayamış olması iç açıcı bir durum değil. Bölgede silahlı devlet dışı yapılanmalar olarak nitelendirilen yapıların ekonomilerini ayakta tutan en önemli unsur fosil yakıtlar. Barış/çözüm süreci manzarasına fosil yakıtları eklememizde fayda var.
Ö.M.: Evet, çok iç açıcı bir şeye gidiş var mı bilmiyorum, bir genel kayıtsızlık da yani ortalama bir TC vatandaşında, şehirde yaşayan insanlarda bu konuyla ilgili bir hareketsizlik var mı yok mu o tartışılıyor bazı medya organlarında.
A.B.: İnsanlar, toplumsal taraflar bu konuda çok yorgun, bugün yaşanan gelişmeleri hafızalarına dayandırdığında bir türlü inandırıcı bulamıyor, yalancı çoban hikayesine döndü bu mevzu. Kaç kez gitti geldi bu mesele, arada on binlerce insan öldü, hapishaneler doldu taştı. Olumsuz hafızalara sahip olması nedeniyle olumlu gibi gözüken gelişmeler samimi bulunamıyor.
İnsanlar soruyor; otokratik ittifaklar, otokratik liderler bir demokrasi sorunu olan Kürt sorununu çözebilir mi? Otokratik karakterleri sayalım: Rejimin/iktidarın iki ortağı otokrat değil mi? Kürtlerin önderi Öcalan/Apo, o da otokrat bir lider değil mi? Her üçü de otokrat liderler. İçte ve dışta otokrasinin ve otokrat liderlerin hakim olduğu bir dönemi yaşıyoruz.
Yüz yıl önce uygulanan Takrir-i Sükûn’dan söz ettim, tek parti yönetimleri otokrasinin zirvesidir. Şimdi, yüzyıllık meselede, otokrat liderlerin çözüm üretmeye çalışması samimi bulunmuyor, sahici gelmiyor. Kamuoyu zaten yorgun, inandırıcı bulması için çok daha somut gelişmeler olmasını bekliyor. Örgütü feshetmek ile silahları bırakmak aynı şeyler mi? PKK daha önce kendisini birkaç kez fesh etmişti. Hatırlarsanız, 1999 – 2002 olmalı, Kadek ismini kullanmaya başladı, bu ad tutmadı, marka isim olamadı, sonra yine PKK isminde karar kıldılar. Kamuoyu ilgisizliği bu nedenlerle olabilir. Zaten Tanzimat’tan günümüze bu memlekette çok güçlü bir kamuoyunun var olduğunu söylemek pek mümkün değil.
Ö.Ö.: Bu kamuoyu ilgisizliğinde temel faktör tabii ayrıntıların bilinmemesi. Bir müzakere sürüyor, bu aslında bir yönüyle Türkiye koşullarında normal; hem otoriterlikten kaynaklanıyor, hem de mesele şu anda anlatıldığı kadarıyla bir ateşkes sürecinde yani herkesin dahil olabileceği bir şey değil ya da PKK’nın silah bırakması meselesi. En son hafta sonu, biz şu ana kadar bunu duyurmayı unuttuk ama ateşkes ilan etti en üst düzeyde, PKK açıklama yaptı, yürütme komitesi şunu demiş, ‘Apo’nun barış ve demokratik toplum çağrısının önünü açmak için bugünden geçerli olmak üzere ateşkes ilan ediyoruz. Bundan öte silah bırakma gibi hususların pratikleşmesi ancak Apo’nun öncülüğünde gerçekleştirebilir’ diyor. Bu hafta Sırrı Süreyya Önder de bir açıklama yaptı yani meselenin diğer demokratik adımlarla nasıl ilerleyebileceği konusunda bir soru işareti vardı. Bu sadece bir silah bırakma şeyiydi, bu hafta, önümüzdeki hafta birçok şey netleşecekti. Hafta sonu Sırrı Süreyya Önder, öyle bir açıklama yaptı, daha kontrollü bir ‘rahatlama süreci’ söyleniyor. Bu adımların devamının gelip gelmeyeceğini göreceğiz ama bir yandan da çatışma süreci sorunsuz ilerlemiyor. Kolombiya’da da biliyorsunuz, tekrar çatışmalar başladı.
Ö.M.: Çok eski bir iç savaşın tekrar şiddete dönülmesi yaşanıyor.
Ö.Ö.: Böyle şeyler olabiliyor tabii, Türkiye’de de bu oldu doğru, bundan sonra da olabilir. Evet, böyle bir potansiyel var ancak şu anda görünen iki tarafın da ciddi bir şekilde ilerlediği. En son Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süreci sahiplendi, ‘Gereken adımları atarlarsa demokratik siyasetin önünde rahatlama olur’ diye de bir açıklaması var Erdoğan’ın.
A.B.: Güzel, bunlar güzel şeyler. 2013-15 döneminde Erdoğan’ın ve AKP iktidarının sözcülerinin sözleri, yaklaşımları da çok iyiydi, Dolmabahçe mutabakatı bile gerçekleşti. Bunları tecrübe ederek yaklaşmak gerekiyor. Zaten esas mesele iktidarın yapması gereken hukuki düzenlemelerdir. Nitekim Anayasa’daki vatandaşlık tanımının değişmesi ile ilgili AKP’nin önemli ismi Binali Yıldırım’ın da geçenlerde bir açıklaması oldu.
Mevcut iktidara ilişkin pek çok konuda ağzımız yandığı için ihtiyatlı bir iyimserliği benimsemenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Masaya bir şey gelmeden ve açıklık olmadan çok yüksek beklenti sunmanın da alemi yok. Ancak arka planda bazı gelişmeler var gibi.
Hatta şeytanın avukatlığını yapayım ve sorayım; bu gelişmelerin arkasında başka bir ülke garantisi, gözetimi var mı? Genelde bu tür işlerde, bu tür gelişmelerde sorunun çözümüne destek olan ülkeler olabiliyor, böyle bir yardımcı/garantör ülke var mı? Var ise bu ülkenin kim olacağı da süreç okumalarından zaten çıkıyor. Öyle bir ülkedeyiz ki büyük bir şirket içinde Ramazan ayı anonsu üzerine şirketin CEO’su gözaltına alındı!
Ö.M.: Bu da hakikaten görülmüş şey değil.
Ö.Ö.: Mutlaka bir yükü olması gerektiği meselesini tam anlamadım - mesela Kolombiya’daki süreçte sanırım böyle bir ülke, hatta sol bir iktidar uzun süre sonra geldi, ABD ile de arası öyle pek iyi değil. Mutlaka oluyor mu, diğer süreçler de böyle mi? Galiba müzakereleri yöneten olabiliyor Oslo falan gibi.
A.B.: Kürtler ile Türklerin artık anlaşması gerektiğini bunun toplam bir fayda içerdiğini söyleyenler yok mu? Şunu hatırlayalım; Barzani ve Talabani grupları tarafından Kuzey Irak Kürt federasyonu nasıl kuruldu? Özerk Kürdistan devletinin kuruluşu kimin gözetiminde oldu? ABD vardı, Batı vardı, bu her zaman kötü bir şey olmayabilir, anlatabiliyor muyum? Sorunun çözümünde katkı da sunabilirler, önemlidir. O kadar bilgisizliğe sahibiz ki... Uzun yıllar Öcalan, Suriye başta olmak üzere başka ülkelerin yönetimleri ile ilişki içinde oldu. Kendi savunmasında da bunlar var, başka ülkelerin istihbaratlarıyla da bir araya geldi, çalıştı. Bu tür aktörlerin, yapıların diğer ülkeler ile ilişkileri vardır.
İhtiyatlı olmak, gelinen aşamayı yok saymak değil, önemsiz kılmak değil; meseleye hafızamızı silmeden, aktörlerin otokrat karakterlerini ve önceki tutumlarını göz önüne alarak yaklaşmak durumundayız. TUSAŞ saldırısı üzerinden kaç gün geçti? Milli Savunma sözcüsü her hafta bir liste veriyor, Irak ve Suriye’de etkisiz hale getirilen terörist sayısını açıklıyor. Görüşmeler devam ederken, her gün onlarca insan göz altına alınıyor, kent uzlaşısı operasyonu sona mı erdi, sona eriyor mu?
Ö.Ö.: Ermeyebilir de... Kontrollü dediklerine dair çokça analiz çıkıyor zaten. Bu sürecin geçmiş süreçten yani AKP’nin iktidarını neredeyse kaybetmesine sebep olan süreçten farklı olacağı, bu sefer daha sıkı bir şekilde bu işi yürüteceği söyleniyor.
A.B.: Tamam, söyleniyor. Ömer Bey’in söylediği gibi, ciddi bir bilgi eksikliğine sahibiz, arka planda bir şeyler yapıldı, ön tarafta yavaş yavaş takdim ediliyor olabilir, bu bir strateji olabilir, arka planda anlaşıldı, iktidar kanadına sunuldu, onlar kabul etti, ‘Şu değişiklikleri yapacağız’ dendi. Sonuçta milliyetçi söylemin hakim olduğu bir ülke burası, yıllarca toplumsal kesimler milliyetçiliklerle yoğruldu.
Belki bu nedenle algı psikolojisi üzerinden yaklaşılıyor olabilir, santim santim yürüyen bir çalışma olabilir, belki böyledir bilemiyoruz. Bizim bilgiye ihtiyacımız var.
Son olarak şuna da dikkat çekeyim; ana muhalefet CHP, çağrı öncesi ve sonrasına daha öncekilere göre olumlu yaklaştı. Bu yaklaşım, CHP’de bilhassa Ankara Belediye Başkanı’nın temsil ettiği gruplar başta olmak üzere Genel Merkez’in tutumuna karşı vaziyet aldığı görülüyor. Önümüzdeki günlerde bu farklılık, adayların belirginleşmesiyle birlikte daha kristalleşebilir. CHP’nin içinin karışması mümkün, bu da iktidarın arzuladığı bir şey.