Ali Bilge, Ekonomi Politik'te Ukrayna krizinin Türkiye'ye yansımalarını değerlendirdi ve 28 Şubat'ta gerçekleşen altılı muhalefet ittifakının bildirisi üzerine yorumlarda bulundu.
(28 Şubat 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
AB: Günaydın Feryal, merhabalar!
ÖM: Çok acayip artık çok hakikat ötesi bir dünyanın içinde yaşıyoruz. Bir yandan savaş bir yandan iklimle ilgili olağanüstü haberler var. Bakalım ne olacak? Yani özellikle birkaç saat içinde açıklanması bekleniyor Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli denen heyetin, yani yüzlerce ülkenin, neredeyse dünyadaki pek çok ülkenin temsilcilerinin bulunduğu bir bilimsel raporda da iklim durumunun ne kadar vahim olduğunu göreceğiz. Yine sızan bir bilgiye göre Washington Post’ta Rus bilim insanı özür dilemiş Ukrayna’dan ve bütün dünyadan, Rusya’nın saldırısı dolayısıyla iklime vereceği zararlardan dolayı. Bu bilim insanına ne olacağını bilmiyoruz.
AB: Evet.
ÖÖ: Zaten 2000’in ütünde bilim insanı Rusya’da mektup yazarak savaşa karşı tavır almış.
ÖM: Evet.
AB:Hem pandemideyiz hem iklim krizindeyiz hem de bir savaşın içindeyiz. 100 yıl önce Covid’in büyük büyük babası diyebileceğimiz İspanyol Gribi denilen salgın esnasında savaş vardı, 1918’de Birinci Dünya Harbi sürüyordu ama iklim krizinden söz edilmiyordu. Şimdi savaş çıktı, ayrıca gök kubbede küresel çapta pandemi var, küresel iklim krizi yaşıyoruz, fosil yakıtlar nedeniyle yaşanan bir iklim krizi içindeyken savaşa tanık oluyoruz. Çoğu zaman olduğu gibi yine fosil yakıtlar üzerinden gelen enerji meselesi başat konumuz.
Rusya, işgalin gerekçesi olarak, Ukrayna’nın NATO’ya üye olma isteğini öne sürüyor. Şimdi bir ülke NATO’ya üye olmak isteyebilir, başvurabilir, kabul edilir edilmez ayrı. Ayrıca Ukrayna yıllardır kabul de edilmemiş vaziyette. Rusya; Ukrayna’yı NATO’ya girme isteği olması nedeniyle işgal ediyor. Son yıllarda çokça karşılaştığımız bir durum var: “iltisaklı olmak”! Rusya; “Ukrayna NATO ile iltisaklı, işgaline karar verdim, savaş açtım” diyor. İşgalin gerekçesinin anlaşılır bir durum olmadığı ortada. İşgale karşı batının başlangıçta aldığı yaptırımlar zayıftı ancak dün gece yaptırımlar daha da ağırlaştı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve savaşın başlaması sonucunda Türkiye tutum almada zorlanıyor. İşgale ilişkin hem hükümet hem de kamuoyunda da nasıl bir tutum alınacağı hususunda zafiyetler ve bölünme yaşanıyor.
Bir tarafta otokratik dünya diğer tarafta liberal dünya bulunuyor; her ikisinin de barbarlık örneklerini çokça yaşadık. Hemen unuttuk mesela, bir yıl geçmedi üzerinden, ABD Taliban’ın eline bıraktı Afganistan’ı, çekti gitti, değil mi? Şimdi Afganistan’da Taliban yönetimi var ve orada insanlar inliyor. ABD-Batı, Afgan halkını 20 yıl sonra bıraktı gitti..
ÖM: Evet.
AB: Unuttuk hemen Afganistan’ı; kadınlar, çocuklar, kız çocukları zulüm altında, Afganistan halkını barbar Taliban’a bırakan kimler? Yıllarca birlikte takip ettik, Irak’ın işgalini değil mi? “Kimyasal silah var, nükleer silah var, işgal edelim, yaşlı Avrupa seni ne dinleyeceğim, BM’nin parasını ben veriyorum.” dedi ABD yönetimi. Başkan Bush’u hatırlayalım.
ÖM: Evet.
Otokrasiyi mi yoksa liberal demokrasiyi mi soluyacağız?
AB: Adam “Ben olmasam BM binasında oturamaz, BM’nin parasını ben veriyorum” dedi, aşağıladı tüm Avrupa’yı, dünyayı ve daldı Irak’a. 1,5 milyon insan öldü, 500 bini çocuk. Batı barbarlığının sayısız örnekleri var, yakın zamanda, 1992-95’te yine gözümüzün önünde, Avrupa’nın göbeğinde etnik soykırıma tanık olmadık mı? Dağılan Yugoslavya topraklarında Bosnalı, Kosovalı, Hırvat, 320 bin insan öldü ya! Uygar batı yıllarca sessiz kaldı buna.
Liberal kapitalizmin barbarlıklarıyla otokratik kapitalizmin barbarlıkları arasında kalmış bir dünyada yaşıyoruz. Tarih iki tarafın barbarlıklarıyla dolu. Gezegenin iklimi de mahvoldu, dünyayı yaşanılır olmaktan çıkartıyoruz, önlem de almıyoruz…
Peki, yıllardır batı dünyası içinde olmayı tercih ve iddia eden bir ülke olarak ne tarafta bulunman gerektiğine nasıl karar vereceksin? Otokratik dünya içinde mi yer alacaksın, liberal dünya içinde mi yer alacaksın? Soru bu… Otokrasiyi mi soluyacaksın, yoksa barbarlık örneklerini de gördüğümüz, sorunları içinde barındıran temsili liberal demokrasiyi mi soluyacaksın?
Şimdi bu tarafta tüm arızalarıyla beraber parlamentolar var, özgür seçimler oluyor, medya var, sivil toplum var, hukuk var, kurumlar bulunuyor. Evet, kimi zaman savunulası halleri yok, demokrasi kalitesi düşük, düşüyor ama burada soluk alabiliyorsun, soluk alınacak kulüp burası, öbür tarafta soluk alamıyorsun, diktalar ve otokratlar hakim. Bu nedenle özgür ve demokrat düşünen insanlar olarak, batı dünyasını tercih etmek durumundayız.
ÖM: Ben bir de şunu söylemek, altını çizmek istiyorum izninizle, bütün bu meselenin özünde Rusya’nın enerji meselesi var deniyor, yani Avrupa’nın ihtiyacı ve Rusya’nın enerji sağlaması. Yani son rakamları şöyle bir gözden geçirdiğimiz zaman Rusya’nın gücünün nükleer silahlar dışında tamamıyla neredeyse gaz ve petrol üretiminden geldiğini, yani ihracat gelirlerinin %60’ı hidrokarbonlardan geliyormuş, petrol ve gazdan. Dolayısıyla da yani Avrupa yıllardır bu korku içinde yaşadı “Ya vanaları kapatırsa” diye filan. Şimdi bambaşka bir ortamdayız.
AB: Ben de tam buna gelecektim. “Rus ekonomisi ne durumda?” Rus ekonomisini masaya yatırmak durumundayız; Rusya enerjide, doğalgaz ve petrolde güçlü bir ülke, silah-savunma sanayiinde de güçlü bir ülke ama bunlara bağımlı bir ülke, bunları satamazsa güçsüzleşiyor. Batı kapitalizmine olduğu gibi markalara sahip değil; Putinseverler dahil, Rus marka bir cep telefonu kullanmıyoruz, Rusya’nın gelirlerinin 60-65%’i gaza fosil yakıtlara bağlı, bunları satınca ülke ayakta kalabiliyor.
S400’lerin alımı sırasında bir haber dikkatimi çekmişti, haberi şimdi bulmam zor ama Moskova Times kaynaklı haberdi diye hatırlıyorum. Yaptığımız bir programda S400 Türkiye’ye satılırken, savunma sistemi gelirken anlatmıştım bu konuyu. Haberde Rus başbakan yardımcısı ve Silah Savunma Sanayi Başkanı Başbakan Yardımcısı Yuri Borisov ; “Rus silah sanayi batık, borç içinde.” diyordu, Putin’den 65 milyar dolarlık ek destek istemişti.
Rus ekonomisi ciddi boyutlarda enerjiye bağımlı ve silah sektörüyle ilişkili bir ekonomi. Bu varlıklar elbette önemli ancak sadece bu alanlardaki üstünlükleri ile bir ülkenin yaşamını idame etmesi zor. Sonuçta büyük bir ülke, tüketeceği çok şey var. Rus ekonomisinin 470 milyar dolar borcu var, neredeyse başa baş Türkiye ile. Evet, son yıllarda döviz ve altın rezervlerini arttırmış, rezervler 660 milyar dolar, bunun yarısı G7 ülkeleri merkez banaksında bulunuyor, ancak G7 bu rezervleri donduruyor. Döviz rezervlerinin bir kısmını gizlemiş, bazı ülkelere dağıtmış, Çin’de 65 milyar doları var. Altın rezervlerinin çoğu ülkesinde ama altının hemen devreye girmesi kolay değil, bir kısmını Japon yenine yatırmış, başka ülkelere koymuş. Rezervleri güçlü görünse de sonuç itibariyle enerjiye bağımlı bir ülke, satması lazım. En fazla enerji faturası kestiği ülkelerden biri de Türkiye. Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkileri eskilere dayanıyor; SSCB zamanında 1984 yılında ilk defa doğalgaz anlaşması yapıldı, hatırladığım kadarıyla doğalgaz 1987’de geldi, arada Çernobil oldu 1986’da. Sonrasında enerjide ve diğer alanlarda ilişkiler muazzam gelişti. Sonuçta Türkiye doğalgaza ve Rusya gazına bağımlı bir ülke haline geldi. Türkiye, Rus doğalgazı olmasa ısınamaz, fabrikalarını çalıştıramaz bir halde. İran’dan da alıyor, Azerbeycan’dan da alıyor. Arz çeşitlemesine böyle gidildi. Nijerya’dan da sıvılaştırılmış gaz alıyor ama esasta Rusya’ya bağımlı.
"Rusya ile Türkiye’nin ekonomik ve siyasal ikili ilişkileri çok gelişkin durumda"
Türkiye Rusya’ya başka alanlarda da bağımlı; geçtiğimiz yıllarda yaptığımız programlarda bunları çok inceledik. Rusya ile Türkiye’nin ticaret hacmi, ekonomik ve siyasal ikili ilişkileri çok gelişkin durumda. 30 milyar dolar civarında bir hacim var. Türk müteahhitleri geçen 25 yıl içerisinde 65 milyar dolarlık proje teslim etmişler. Halihazırda Rusya’da 20 milyar dolar taahhüt işi var. Rus şirketleri, Rusya’da iş yapan Türk şirketlerinden daha fazla Türkiye’de bulunuyor. Finans alanı dahil pek çok alanda yatırımları var. Rusya Akkuyu nükleer santralini yapıyor, 22 milyar dolara mal olacağı söyleniyor. Kredi Rusya’dan, işletmesini de onlar yapacak. Silah sanayiinde işbirliği yapıyoruz, bu alanda anlaşmalar bulunuyor, aldığımız silahlar depoda duruyor ama “Başka alanlarda da işbirliği yapacağız, füze üreteceğiz.” dendi.
Aynı zamanda Ukrayna’da da füze üretme mevzusuna girildi, SİHA satıyoruz. Her ikisinden de tarım ürünleri, buğday alıyoruz. Her iki ülke ile kompleks ilişkilerimiz var. Rusya ile 10 milyarlarca dolarlık hacimlere ulaşmış bir ilişkilerimiz bulunuyor. Tarım, savunma-silah, turizm, müteahhitlik, her türlü enerji… Karşılıklı yatırımların en güçlü olduğu ülkeleriz. Her iki ülkede karşılıklı binlerce çalışan vatandaşa sahip. Türkiye’de yaşayan on binlerce Rus ve Ukrayna vatandaşı bulunuyor. Türkiye’de gayrimenkul edinen kişi ve kurumlar açısından da her ikisi en yüksek ülkelerden. Şunu söyleyeyim; içimizdeki Rusya, içimizdeki Amerika’dan ekonomik olarak daha güçlü.Rusya’ya ABD ‘den daha fazla bağımlıyız.
Eğer emperyalizm üzerinden gidecek olursak, Amerikan emperyalizminden daha fazla bir Rus emperyalizminden söz etmek pekâlâ mümkün. İkili ilişkiler zaman zaman inişli çıkışlı olmasına karşın durum böyle.
Eğer siz, yani Rusya, bir ülke ile on milyarca dolarlık, yüz milyara varan bir ticari -ekonomik hacme ulaşmışsanız, o ülkenin içinde yer alırsınız. Medyasında, bürokrasisinde, iş dünyasında, istihbaratında, siyasetinde yer alır ve o ülkeyi güçlü bir şekilde takip edersiniz.Genellikle, tarih boyunca böyledir; ilişkileriniz çıkarlarınız güçlüyse, ülkenin iç politikasını takip edersiniz, içerideki çelişkilerine bakarsınız, iktidar ilişkilerine girersiniz. 2014’de kurulan Sputnik ajansı hemen Türkiye’ye de geldi. Rus uçağı düşürülmesi nedeniyle oluşan ortamda bir haber yüzünden kapatıldı, erişim engeli kondu, ilişkinin düzelmesiyle Sputnik Türkiye’de çok gelişti. Hatta bildiğim kadarıyla mecliste bile büro kurdu. Sonuç olarak bu kadar ilişkiniz varsa, ülkenin içini ciddi olarak izlemek durumundasınız. Çıkarlarınızı takip etmek ülkenin içinde yer almakla mümkün.
Mesela iki ülke Yüksek Seçim Kurulu arasında ilişki var. Türkiye ile Rusya seçim kurulları arasında protokol var. Ekonomi Politik’te hep soruyorum; bu protokol nedir? Rusya YSK ile Türkiye YSK arasında teknik işbirliği anlaşmasının içeriğini bilmiyoruz. İki ülke basın kuruluşları arasında da protokoller var, TRT ile var örneğin. Rusya ile Türkiye’nin sonuçta iç içe geçmiş ilişkiler yumağı söz konusu. Bu nedenle içimizdeki Rusya’yı ciddi analiz etmek durumundayız, iyi anlamak durumundayız.
2014’teki Kırım ilhakından sonra Ukrayna ile ilişkiler de çok gelişti ancak bu ilişkiler birbirini rahatsız edecek şekilde gelişti. Türkiye, Ukrayna ile ilişkilerini artırdıkça, özellikle Ukrayna’ya SİHA satınca, Rusya’nın rahatsızlığı arttı. Ukrayna SİHA’yı Donbas’ta kullandı, Ruslar bu işe çok bozuldu. Kısa bir süre sonra Ruslar SİHA’nın teknolojisini çözdüklerini 2022 silah fuarında sergileyeceklerini ilan ettiler. Şimdi, Türkiy -Rusya paketi içinde, alınan S400’ler var, silah sanayiini geliştirme planları var, nükleer santral inşaatı var.
Gelişmiş ve kompleks ilişkiler içerisindeyken savaşla karşı karşıya kalınca, Türkiye her iki ülkeye karşı izleyeceği politikada ağırlığın ne tarafa verilmesi gerektiği üzerine ciddi zor durumda kaldı. Bir yandan da batıyla ilişkileri hiç iyi değil; Avrupa Birliği, ABD ve NATO “ne yapacağına karar ver Türkiye” diyorlar. Batı, Ukrayna’nın yanında yer alırken, Türkiye her ikisinde yakın olmak durumunda hissediyor, Rusya’ya yaptırım uygulamıyor. Yakında batı bu hususta Türkiye’nin dikkatini çekecektir. Türkiye Avrupa Konseyi kararlarını dinlemiyor, AB ile ilişkileri son derece incelmiş vaziyette, ABD neredeyse selam bile vermiyor.
"Türkiye de yaptırımlardan etkilenenler arasında"
Türkiye, bölgesindeki savaş nedeniyle önemli bir ülke olması gerekirken önemi kalmayan bir ülke durumunda. ABD başkanı Biden tarafından aranmadı bile. Biden, Romanya devlet başkanıyla görüştü ama bölgede en eski NATO ülkesi olan Türkiye ile görüşme yapılmıyor. Bu nedenle mevzuya bakarken içimizdeki Rusya’yı iyi görmemiz lazım, iyi tayin etmemiz lazım. Türkiye, savaş öncesinde, pandemi öncesinde, 2015’ten itibaren ekonomik dengeleri her aşamada daha da bozularak bugünlere geldi. Savaşın önemli etkisi turizm sektöründe oluyor; Ukrayna ve Rusya’yı devreden çıkarınca turizminiz çöküyor. Gelen turistte Rusya ilk sırada. Ukrayna da önemli, ilk 5’te. Tarımdaki durumdan hep söz etmişizdir; Rus buğdayı ithal ediyoruz. 2016’dan itibaren açığımızı Rusya, Ukrayna’dan kapatıyoruz. Yunanistan’dan bile buğday aldık.
Ruslardan kaliteli buğday ithal edip una dönüştürüp ve makarna yapıp tekrar onlara ihraç ediyoruz. Burada garip ve komik bir durum var. Rusya kaliteli buğday üretiyor, o buğdayı Türkiye alıyor, burada un haline getiriyor, makarna haline getiriyor ve bunu Rusya’ya satıyor. Garip iki şey var; birincisi buğdayımızın kalitesini yükseltmeyi neden düşünmüyoruz? İkincisi, Rusya makarna üretemiyor mu? Nitekim Rusya meseleye el koydu ve hem buğdayını hem de Türkiye’den satın aldığı un ve makarna üretimini geliştirmeye kara verdi. Türkiye’den değerli bir öğretim üyesini de bu projenin başına geçirdi. Prof. Dr. Hikmet Köksel projenin başına geldi. Anlaşılan Rusya “ya deli miyim? Buğdayın kalitelisini de unu da makarnayı da ben üreteyim” dedi. Hiç aklım yatmıyordu zaten, füze üretiyorsun makarna mı üretemeyeceksin? Bir araştırma merkezi kurdu, bizim profesörü de başına getirdi. Bu yıl içerisinde oldu.
Buğdayda da böyle bir durumumuz var. Turizmde, enerjide had safhada bağımlılık söz konusu. Banka sistemlerinde birbirine girmiş yapılar bulunuyor. Her iki ülkede yatırım yapan binlerce Rus ve Türk şirketleri bulunuyor.
Yaptırımlar devreye girdiğinde -ki devreye aşamalarla giriyor- tüm ticari, sınai, ikili ilişkiler de etkilenecek. Ağır yaptırımları uygulamaya geçtiğinde Rusya bundan etkilenecek ama Türkiye de yaptırımlardan etkilenenler arasında. Türkiye yaptırımlara katılacak mı, ne kadar katılacak? Katılmayınca müttefikleri arasındaki ilişkiler bundan ne şekilde etkilenecek? Zaten bozuk ilişkiler, daha da artmayacak mı?
Aslında yaptırımların acısını yaptırım uygulanan ülkelerin halkları çekiyor. Hatırlayın, Irak’a ilaç gitmedi, çocuklar öldü, 500 bin çocuk öldü. Aynı zamandayaptırım uygulayan ülkelerin halkları da bundan zarar görüyor. Yaptırım uygulanan ülkeyle ticari, sınai, iktisadi ilişkiler bitince yaptırım uygulayan ülkelerin ekonomileri, sektörleri de etkileniyor; ihracat, istihdam, üretim, vs. azalıyor. O ülkelerden biri de yaptırımların yanında yer alsa da almasa da Türkiye olacak. Gaz fiyatları artıyor, gaz akışı devam ediyor. Savaş, kıtlık ve fiyatların artması demektir. Sürekli üst üste gelen zamları yaşıyoruz. Türkiye çok fazla etkilenecek ülkelerin başında geliyor.
Bu yıl turizmde 2019’daki gibi 34,5 milyar dolarlık bir ciro bekleniyordu. Gelirlerin %20’si Ukrayna, Rusya’dan geliyor. Birinci sırada Rusya var. Şimdi bu geliri elde edemeyeceksin, ne yapacaksın? Zaten dövizin kıt… Rusya ve Ukrayna’daki Türkiye’nin taahhütleri ne olacak? Onların Türkiye’deki işleri nasıl etkilenecek? İran ambargosunda batı doğalgaz için Türkiye’ye özel bir istisna uygulamıştı. İran’dan gaz alımı dolarla olmaksızın yapılabiliyordu. Şimdi doğalgaz ve petrol alımı Rusya’dan devam edecek mi? Nasıl devam edecek? İran olayında yapıldığı gibi ambargo delinecek mi? Orada işte meşhur Reza Zarrap olayı patlak verdi, dünya çapında yolsuzluk yaşandı, sorun hâlâ devam ediyor, ne çıkacağı belirsiz. ABD’deki Halkbank davasının sonuçlarının harap olan ülke ekonomisini daha da ağırlaştırması bekleniyor. Yaptırımları delme operasyonları mümkün ama sonuçları itibariyle Reza Zarrap örneklerine dayanıyor.
Son olarak batının mal ve servetler el koyma kararlarına gelmek istiyorum. ABD’de dört eyalet vergi cenneti, İsviçre de cennet ötesi bir yer. Geçen hafta bahsettik, İsviçre bankasında 18 bin kişinin gizli hesapları ortaya çıkarıldı. Bunların içerisinde oligarklar, otokratlar var, İran’ın mollaları var, krallar var, zalimler var, uyuşturucu-silah baronları var, kara ve kirli dünyanın serveti İsviçre’de. Dünya kapitalizmi, İsviçre’yi legalize etmediği müddetçe bu yaptırımlar yetmez. İsviçre’nin şeffaflaşması lazım, legalize olması lazım. Putin’in bir kısım serveti Pandora Belgeleri’nde çıkmıştı hatırlarsınız, programlarda da konuşmuştuk.
ÖM: Zaten baş muhalifleri şimdi hapiste olan, baş muhaliflerden bir kısmı açıkladı, Putin’in ve Dışişleri Bakanı Lavrov’un muazzam servetlerini, ikinci ailelerini ve akıl almaz milyar dolarlık villalarını, havuzlarını, şehirlerini açıklamıştı ama onlar da hapiste şimdi.
AB: Evet. Yaptırımlarda buralara dokunmak gerekiyor. NATO ile iltisaklısın diye işgale soyunan Rusya’ya karşı batının daha sert tavır alması gerekiyor. Umarım, yıllardır güçsüzlük sergileyen batının, “demokratik” dünyanın ciddi, kuvvetli tavır sergilemesi ile meselenin önü alınabilir. Ancak Türkiye bu denklemde en zor yılları yaşayacak bir ülke olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye ekonomisi zaten çok zor durumdaydı, acıklı durum daha da derinleşecek. Elbette savaş ve yaptırımlar Türkiye’nin iç ve dış siyasal süreçlerini de etkileyecektir.
Yine geliyoruz Türkiye ne yapmalı, nasıl bir seçim yapmalı, sorusunu yanıtlamaya. Evet, her tarafında barbarlıklarına tanık olduk ama bir tercih yapacaksak otokratik dünyayla mı hava solumak istiyorsunuz, yoksa seçimlerin yapıldığı, eksik de olsa “demokrasinin” olduğu “liberal” dünyayla mı hava solumak istiyorsunuz?
“Türkiye doğuya giden gemide, batıya yürüyen insanların bulunduğu bir ülkedir"
Aslında burada adres de belli; aklıma, II. Mahmut’la Kaptanı-ı deryası, yani Donanma Bakanı Halil Paşa arasındaki diyalog geldi. Osmanlı sıkışmış vaziyette; dünya gayrimüslimlere hakların tanınması hususunda baskı yapıyor, Halil Paşa “Padişahımız, efendimiz ya batıyı taklit edeceğiz ya da Asya’ya çekilmek zorunda kalacağız.” diyor, sene 1830. Tanzimat da dokuz yıl sonra ilan ediliyor. Şimdi 200 yıllık bir perspektif üzerinden bugüne geliyoruz, iyi kötü batı soluması yapmışız. Şimdi “NATO ile iltisaklısın” diyerek bir ülkeyi işgale kalkan ülkenin yanında yer almak mı doğru, yoksa 200 yıldır ilişkide olduğun dünya ile mi? Kiminle arkadaşlık etmeyi yeğlersin? Elinde falçatayla, silahla dolaşan biriyle mi arkadaşlık etmek istersin, sürekli başın belada mı olsun istersin, eksik yanlış ve barbarlıklarına rağmen iyi-kötü daha uysal yapıdaki bir kişiyle mi arkadaşlık etmek istersin? Elbette bu tarafla 200 yıldır bir ilişki içindesin. Şimdi Sakallı Celal’in meşhur cümlesi de aklıma geldi “Türkiye doğuya giden gemide, batıya yürüyen insanların bulunduğu bir ülkedir.” demişti. Sakallı Celal aslında Türkiye’nin aydın, münevver kesimlerinin tipolojisini anlatmaya çalışıyordu.
İsterseniz, bugün altı partinin ittifak deklarasyonu var, bu toplantı ertelenmedi, üzerinde anlaşmış oldukları bir metin okuyacaklar ve imzalanacak, güçlendirilmiş parlamenter sistem üzerine, muhalif ittifak programına değinelim biraz.
ÖM: Bir cümle söyleyeyim, bu batıyla ilişkiler dediniz Türkiye açısından, Rusya’dan çok ilginç bir açıklama geldi, Rusya’nın eski başkanı, Putin tarafından bakanlık görevinden alınmıştı, şimdi Moskova’nın Güvenlik Konseyi Başkan Vekili Medvedev var, Dimitri Medvedev eski Rusya Devlet Başkanı. Moskova’nın batıyla diplomatik ilişkilere ihtiyaç duymadığını söylemiş. Bu da yüzyılın önemli laflarından biri olarak tarihe geçecek herhalde. “Diplomatik ilişkilere lüzum yok.” demiş. Bir de şunu söylemiş, “Büyükelçiliklere kilit vurabiliriz, bütün büyükelçilikleri de kapatabiliriz.” demiş. Bir yandan Rusya’nın Avrupa Konseyi üyeliğinin dondurulmasını kınarken bir yandan da “Bu iyi bir şey çünkü Rusya’da idam cezasını geri getirmeye olanak verir.” demiş. Bunun ötesinde söylenecek bir söz yok!
AB: Bu emanetçi Medvedev değil mi?
ÖM: Evet, emanetçi.
ÖÖ: Bu arada komünist olduğunu iddia eden Küba’nın ardından Brezilya’nın faşist başkanı Bolsanaro da Rusya’ya destek vermiş, “Tarafsız kalacağız.” diyor, ama “Yaptırımlara karşıyız.” diye de açıklaması var.
ÖM: Ve veto etmiş şeyde de, kendi Merkosur grubunda yapılan şeyde. Kınanmasını da reddetmiş, veto etmiş yani.
AB: Çin resmi bir açıklama yaptı mı bu konuda?
ÖM: Yapmadı galiba.
AB: Yapmadı, ben de öyle biliyorum.
ÖÖ: Daha diplomatik davranıyor, ama “Yaptırımlara karşıyız.” diyor.
AB: Yanında yer alan ülkeleri sıralarsak; Küba, Brezilya, Belarus, başka? Macaristan’dan bir ses çıktı mı? Çok fazla da bir ülke yok baktığımızda.
ÖM: Evet, Türkiye de Montrö Sözleşmesi’nin uygulanacağını söyledi, yani gemi geçirmeyeceğini söyledi Türkiye Dışişleri Bakanı da.
AB: Dolayısıyla Rusya’yı destekleyen fazla ülke yok. Ne yalnızlıktı?
ÖM: Muhteşem.
AB: Davutoğlu’nun kitabı neydi?
ÖM: “Derin Strateji ve Muhteşem Yalnızlık’.
AB: Yok, ‘değerli yalnızlık’tı, işte Rusya için değerli yalnızlık olabilir. Rus halkında da milliyetçilik gazıyla dayanabileceğinin sınırlarına geldikten sonra rahatsızlıklar daha da artacaktır.
Altı parti Bilkent’teki otelde toplanıyorlar ve açıklama yapacaklar. Maalesef gidemeyeceğim, çünkü çok kalabalık olacak, yeni Covid’den de çıktığım için yeniden yakalanmak istemediğimden izleyemeyeceğim, uzaktan izleyeceğim. Şunu söyleyeyim, özgürlükleri minimize olmuş, demokrasi dışına geçmiş bir ülkedeyiz. Demokrasiyi kurmak üzere bir ittifak yapıyorsunuz, buna ilişkin bildirinizi okuma yeri otel midir?Altılı ittifak bildirinin okunması ve imzalanmasını özgürlüklerin gasp altına alındığı hapishanelerin önünde yapılmalıydı; Sincan’da yapın, gidin Silivri’de yapın…
Yıllardır konuştuklarımızın çoğu var o bildiride; önce altı genel başkan yardımcısı bildiriyi okuyacak, sonra genel başkanlar imzalayacak. Ülkenin önceki ayarlarına dönüş için hazırlanmış bir metin. Hep söylediğimiz gibi, bu ittifak eksik bir ittifak ama tamamlanması mümkündür. Ancakben olsam, bir iletişimci olarak söylüyorum bunu, hapishane önünde yapardım. Ukrayna’nın gölgesine düştü bu ittifak açıklaması ama çok önemli, yıllardır çalıştığım konu olması nedeniyle de çok önemli. Umalım önümüzdeki dönem tüm otokratlardan kurtulma dönemi olsun. Bütün bu dipsiz derinlik, otokratların sonuyla sonuçlansın. Otokratik bir dünyada yaşanması iklim meselelerini de iklim mücadelesini de etkiliyor, kısıtlı mücadele edilmesine yol açıyor. Umalım Türkiye için de altı partinin açıklamalarının tesiri olur, daha geniş bir demokrasi cephesi etrafında buluşmak için adım olmuş olur.
ÖM: Tamam, aynen katılıyorum. Çok teşekkür ederiz Ali bey, görüşmek üzere.
AB: Kolay gelsin, iyi yayınlar, hoşça kalın!
ÖÖ: Sağ olun!