Sağın En Kolay Silahı: Korku ve Yabancı Düşmanlığı

-
Aa
+
a
a
a

Hüsnükabul’de Waseem Ahmad Siddiqui, Pakistanlı akademisyen ve aktivist Aasim Sajjad Akhtar ile mültecilik, kimlik, güvenlik siyaseti ve solun daralan alanı üzerine çarpıcı bir sohbet gerçekleştirerek dünyanın birçok yerinde yükselen yabancı düşmanlığına Pakistan’dan bir bakış sunuyor.

""
Siyaset, Direniş ve Değişim: Aasim Sajjad Akhtar’ın Gözünden Pakistan
 

Siyaset, Direniş ve Değişim: Aasim Sajjad Akhtar’ın Gözünden Pakistan

podcast servisi: iTunes / RSS

Waseem Ahmad Siddiqui: Merhaba. Ben Waseem Ahmad Siddiqui. Bugün 27 Kasım ve Pakistan'ın İslamabad kentinden bize katılan Aasim Sajjad Akhtar’ı ağırlamaktan büyük mutluluk duyuyorum. Merhaba Aasim, hoş geldiniz. Kişisel olarak bugün burada olmandan çok memnunum.

Aasim Sajjad Akhtar: Beni ağırladığın için teşekkürler, Waseem.

W.A.S.: Aasim Sajjad Akhtar çok yönlü bir kişi. Quaid-e-Azam Üniversitesi’nde politik ekonomi öğretmeni olarak görev yapıyor. Kendisi siyasi bir aktivist ve Pakistan’daki Awami İşçi Partisi’nin aktif bir üyesi. Üç kitabın yazarı. İlk kitabı 2014 yılında yayınlanan Pakistan Pencap’ında Ordu ve Engellenen Kalkınma. İkinci kitabı Sağduyu Siyaseti 2018 yılında yayınlandı. Üçüncü ve en son kitabı ise 2022’de yayımlanan Pakistan’da Hegemonya Mücadelesi: Korku, Arzu ve Devrimci Ufuklar. Ayrıca şu anda Dawn gazetesinde çağdaş dünya siyaseti üzerine yazıyor. Ve pek çok şey yapıyor; sadece yazmakla kalmıyor, aynı zamanda sahada da varlığını sürdürüyor ve Pakistan’ın birçok bölgesinde mücadele ediyor.

Öncelikle Aasim, konuşacak çok şey var ama geçmişine ve aidiyet deneyimine baktığımda, yükseköğrenimini SOAS, Yale ve Northwestern Üniversitesi’nde olmak üzere tamamen yurtdışında tamamladığını görüyorum. Pakistan dışında daha fazla yaşamışsın gibi görünüyor. Bu nedenle, çok temel bir soruyla başlamak istiyorum: Seni Pakistan’a geri dönmeye iten ne oldu? Çünkü hâlâ kalmaya kararlı olan birçok kişi var. Kendi kısa biyografinle başlayabilir misin?

A.S.A.: Tabii, deneyeyim. Kesin bir cevabım olduğundan emin değilim; çünkü hayatta belirli anlarda kararlar alırız ve o ana geri dönüp yaptığımız seçimleri tam olarak neyin açıkladığını hatırlamak zordur. Ama kısaca söylemek gerekirse: Evet, ben yurtdışında büyüdüm. Ailem bir diaspora ailesi. Bu yüzden Pakistan’da uzun süre yaşamadım ve 21 yaşında geri döndüm. Yani aslında sizin söylediğinizden daha fazla zamanı yurtdışında geçirmiştim; ama artık öyle değil, çünkü buraya gelmeden önceki 21 yıldan daha uzun süredir buradayım.

Geri dönmemin nedeni muhtemelen bir arayış, belki de bir kimlik kriziydi. Diasporadaki insanlar her zaman kim olduklarını tam olarak bilemezler: Yerleştikleri yerlerden mi, ailelerinin yerleştiği yerlerden mi, yoksa geride bırakılan yerlerden mi? Muhtemelen bununla ilgiliydi. Ayrıca, o zamana kadar — hatta yıllar öncesinden — politik olarak oldukça bilinçli hale gelmiştim. Beni motive eden fikirlerim vardı ve bu fikirleri hayata geçirmeyi denemek için en uygun yer Pakistan’dı. Kısaca böyle.

W.A.S.: Aslında gördüğüm şey, esas konuya geçmeden önce, biraz varoluşsal bir durum gibi. Bence sürekli bir mücadele var: Yurt içindeki mücadele ve yurt dışındaki mücadele. Bu bir paradoks gibi. Yerinden edilmiş ya da doğduğu yerden uzak yaşayan biri için bu his hiç peşimizi bırakmıyor. Politik bilinçlilik de ancak zaman içinde geliyor, değil mi?

A.S.A.: Evet. Sizin anlattığınız bu “mücadele” ya da “yerinden edilme” farklı biçimler alabilir. Mesela Edward Said’in deneyimi farklıdır; Filistin diasporasına dair çok güçlü yazıları vardır. Filistinliler evlerinden zorla çıkarılmışlardı. Bu çok ayrı bir deneyim.

Sonra Pakistan gibi ülkelerden göç eden işçi sınıfı var; onların yaşadığı yerinden edilme hissi de tamamen farklıdır. Ayrıca nereye gittiğiniz de önemlidir: Körfez’e mi gidiyorsunuz, Batı’ya mı? Ya da sizin durumunuzda olduğu gibi, iki dünyanın özelliklerini taşıyan Türkiye gibi bir yere mi?

Benim durumum da biraz böyleydi. Çok beyaz yakalı, iyi eğitimli bir aileden geldiğim için “evimi terk etmek zorunda kalma” duygusu yoktu. Ama yine de “ev” dediğim yer kolayca tanımlanamıyordu; çünkü Pakistan’da hiç gerçek anlamda yaşamamıştım.

Bütün bu deneyimler, insanın seçimlerini şekillendiriyor. Ve bir kişi hayatındaki seçimleri düşündüğünde, kendini arama ve sizin dediğiniz mücadele çok merkezde yer alıyor.

W.A.S.: Kesinlikle. Ve bu noktadan devamla, ilk soruma geçmek istiyorum. Şu anda pek çok şey oluyor ve böyle zamanlarda kendini ifade etmek zorlaşıyor. İslamabad ve Yeni Delhi’de meydana gelen iki saldırıyı takip ettim ve aklımda pek çok soru oluştu. Bu nedenle güvenlikle ilgili bir soruyla devam etmek istiyorum. Pakistan’ın büyük şehirleri dışında sıcak nokta bölgelerinde yaşanan güvenlik sorunları var. Yönetici elitlerden gelen yanıtlardan biri Afgan mültecilerin sınır dışı edilmesi oldu. Ayrıca belirli etnik topluluklara karşı misillemeler de görüldü. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? PMLN hükümetinin tepkisi sizce nasıl?

A.S.A.: Mülteci meselesi aslında yeni bir konu değil. En azından son birkaç yıldır tekrar tekrar gündeme geliyor. Daha da geriye gidersek, 80’ler ve 90’larda Pakistan devletinin Afganistan’daki stratejik müdahaleleri nedeniyle bambaşka bir tablo vardı. Ama Taliban ile tarihi ittifak bozulduğundan beri işler tamamen değişti.

Bu ülkede doğup büyüyen bir kesimin birdenbire kovulması... Yani ortada bir ilke yok; tamamen çıkarcı, duygusuz ve araçsal bir yaklaşım var. Çünkü Pakistan devleti Afganistan’a uzun yıllardır müdahale ediyor. Milyonlarca Afgan burada yaşıyor; çoğu savaş nedeniyle evinden uzaklaştırılmış durumda.

Son dönemde duyduğumuz “ekonomiye yüktürler” ya da “terör eylemlerinin sorumlusudurlar” gibi söylemler oldukça indirgemeci. Bu mesele çok daha uzun tarihli siyasi, kültürel ve ekonomik baskı biçimlerinin sonucudur.

Bir de bu politikanın yükünü her zaman en savunmasız olanların taşıdığını görüyoruz. Güçlü ve bağlantıları olan Afganlar asla etkilenmiyor; yük hep kırılgan kesimlere bindiriliyor. Bu tamamen günah keçisi ilan etme politikasıdır.

W.A.S.: Birkaç haftadır Türkiye’de de — sadece Pakistan’da değil, Amerika’da ve başka birçok ülkede — göçmenler ve mülteciler meselesini konuşmaya çalışıyorum. ABD’de ICE’ın uygulamalarını görüyoruz; insanlar korkuyor. Pakistan da bu tablonun dışında değil.

Ama beni asıl endişelendiren, özellikle aşırı sağda, bu durum karşısında neredeyse hiç özeleştiri olmaması. Pakistan’da solun bu konuda çaba gösterdiğini görüyorum. Afgan mültecilere yönelik politikaları durdurmaya çalışan bir sol kesim var.

Sormak istediğim şu: Son yıllarda Pakistan siyasetinde solun ilerleyişini nasıl değerlendiriyorsunuz? Hangi engellerle karşılaşıyor?

A.S.A.: Başlangıçta bahsettiğiniz konuya dönersek: Evet, ırkçılık ve göçmen karşıtlığı küresel bir fenomen. Bence Afganları bile “göçmen” olarak adlandırmak doğru değil; çünkü bir insan burada doğmuş ve 30–50 yıldır burada yaşıyorsa göçmen nasıl olur?

Devlet vatandaşlık ve milliyet kavramlarını dikte ediyor. Ancak savaşlar, ekonomik krizler ve küresel kapitalizmin felaket etkileri nedeniyle insanlar başka yerlere gidiyor. Ama vardıklarında genellikle ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar ve o ülkenin tüm sorunlarından sorumlu tutuluyorlar.

Bu anlatı sağcı siyaset için çok kullanışlı; nefret söylemi satması kolay bir şeydir. Solun ise tarihsel olarak daha anlamlı açıklamaları olsa da ana akımda karşılık bulamıyor. Çünkü dijital çağda her şey siyah-beyaz.

Zohran örneğini verdiniz; New York’ta kazanmış bir isim olarak kendini göçmen olarak tanımlıyor ve işçi sınıfının sorunlarından bahsediyor. Bu tür örnekler mümkün; ancak kolay değil.

Pakistan’da da benzer bir durum var. Göçmenler, mülteciler ve etnik topluluklar üzerine anlamlı bir sol anlatı geliştirmek zor bir görev. Pakistan homojen bir ülke değil; bölünmüş bir toplum.

Ama ilerici fikirleri olan insanların yapabileceği tek şey, bu zorluklar içinde kendi projelerini sürdürmek ve insanları bir araya getirmeye çalışmak.

W.A.S.: Çok doğru. Ve göçmen olarak adlandırılmak bile istemeyen insanlar var; kendilerini öyle görmüyorlar. Bu beni vatandaşlık kavramı üzerine de düşündürüyor.

Ama solun çabalarına dönersek: Pakistan’da bu konuda somut olarak ne yapılıyor? Sol siyaset bu süreçte işe yarıyor mu?

A.S.A.: Dediğim gibi, bu çok zor bir iş. Pakistan etnik açıdan çok heterojen bir ülke ve bu farklılıklar siyaseti uzun zamandır şekillendiriyor. 60'lar, 70'ler, 80'lerde sol fikirler daha görünür ve etkiliydi.

Ama bugün, etnik bölünmeler daha keskin. Örneğin Belucistan hâlâ en huzursuz bölge. 1971’de Bengalilerin yeterince temsil edilmediğini düşünmesi nasıl Bangladeş’in doğuşuna yol açtıysa, bugün de benzer fay hatları konuşuluyor.

Devletin böl-yönet politikalarının etkisi hâlâ sürüyor.

İlerici hareketlerin zorluğu şu: Hem bu tarihsel çatışmaları anlamak hem de farklı etnik grupları bir araya getirmeye çalışmak gerekiyor. Dijital çağda bu daha da zor; çünkü tartışmalar anında “biz-onlar” ikiliğine sıkışıyor.

Ama bu zor soruları düşünmek ve yine de insanları bir araya getirmeye çalışmak ilerici hareketin görevidir.

W.A.S.: Çok güzel özetlediniz. Son olarak, az bir vaktimiz kaldı. İklim krizine gelmek istiyorum. Sel felaketlerini biliyoruz, ama başka örnekler de yaşandı. Pakistan’da iklim değişikliğinin etkilerini nasıl görüyorsunuz?

A.S.A.: Pakistan iklim krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri. Sel, aşırı sıcaklık, kışın ciddi hava kirliliği yani smog, uzun vadede su kaynaklarının tükenmesi… Buzullar eriyor ve bu ülkenin suyunun büyük bölümü o kaynaklardan geliyor.

İklim krizi ana akımda ancak büyük bir felaket olduğunda konuşuluyor; ama kalıcı politik bir tartışma hâline getirilmiyor.

Sol ve ilerici kesimler yıllardır iklimi siyasi programlarının merkezine almaya çalışıyor. Genç nüfusun büyüklüğü ve kötüleşen iklim koşulları, gelecekte büyük toplumsal hareketlere yol açabilecek dinamikler taşıyor.

Asıl soru şu: Bu krizler daha fazla insanı ilerici çizgide birleştirecek mi, yoksa insanları daha fazla bölecek mi?

Siyasetin yönünü belirleyecek olan bu.

W.A.S.: Aasim Sajjad Akhtar, Quaid-e-Azam Üniversitesi’nde politik ekonomi öğretmeni, politik aktivist ve Awami İşçi Partisi’nin aktif bir üyesi. Bana katıldığın için çok teşekkür ederim, Aasim.

A.S.A.: Benim için bir zevkti. Kendinize iyi bakın.