Krizin başlangıcı: Ukrayna, NATO ve Rusya üçgeni

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'te Ukrayna ile Rusya arasındaki savaş krizi, küresel afetlerin ekonomik zararları, Türkiye'deki döviz krizi üzerine yorumlarda bulundu ve muhalefet bloğunun 28 Şubat'ta yapacağı açıklamalar hakkında konuştu. 

NATO bayrağı tutan asker

(21 Şubat 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş, merhaba Feryal, iyi haftalar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Size de. Evet, bu haftanın ilk programına biraz Ukrayna kriziyle ilgili gireceğiz galiba değil mi?

AB: Bugün yılın sekizinci programına yapıyoruz, zaman çabuk akıyor. Geçen hafta başat konu Ukrayna-Rusya gerilimi, savaşı üzerineydi. Bu konuda Halk TV’de bir program yapılmış, Arda Mevlütoğlu isimli, uzay ve savunma sistemleri konusunda bir uzmanın yaptığı açıklamalar dikkatimi çekti. Bu arkadaş, Rusya ve Ukrayna’nın sahip oldukları savunma sistemleri, silahlar ve silah sanayii üzerine bilgiler aktarıyor. Rusya’nın Dombas bölgesin yolladığı kuvvetlere ilişkin bilgiler veriyor, ilginç geldi paylaşmakta fayda var. 

Rusya bölgeye kara kuvvetlerinin çok önemli muharip unsurlarını göndermiş. 90 ila 110 tabura karşılık gelen bir kuvvet indirmiş, bu özelliğe sahip toplam gücün %60-70’ine karşılık geliyormuş. Bu kuvvetler Ukrayna sınırında bulunuyor. İntikal eden birliklerin Rusya’nın hangi bölgesinden geldiği de sosyal medyada gayet rahatlıkla takip edilmiş, yani bilgiler gizli değil. Çin sınırından bile bölgeye askeri birlikler gelmiş. Ayrıca muharip kara kuvvetleri birliklerinin dışında, ayaklanmalara karşı kullanılan bastırma kuvvetleri de -Çeçenistan’da kullanılan özel birlikler- sınıra konuşlandırılmış vaziyetteymiş. Çeçenistan’daki Moskova ile işbirliği içinde olan Ramazan Kadirov var ya, onun yönettiği birlikler de bölgedeymiş. Yani, inanılmaz bir asker yığılma var, karşılıklı blöfün ötesine işaret eden bir durum. Uzmanlar; sınırdaki kuvvetlerin Ukrayna’nın tamamının işgaline yeteceğini pek sanmadıklarını, tam kestiremediklerini ancak önemli bir kısmını kontrol altına alabileceklerini söylüyorlar. 

Bu kuvvetlere Rusya’nın Karadeniz’deki deniz birliklerini de eklemek gerekiyor, bu kuvvetler de teyakkuzdaymış. Son yıllarda Kırım’ın işgalinden sonra Rusya Karadeniz’deki deniz gücünü çok ciddi güçlendirmiş. Uzmanlar, “Bu kuvvetlere Rusya’nın yanında yer alan Belarus birliklerini de eklemek gerekir.” diyorlar. Ukrayna’nın önemli bir bölümünü kontrol edebilecek bir güç olduğu ortada. Ukrayna çok büyük bir ülke, yüzölçümüne baktım, Avrupa’nın en büyük yüzölçümüne sahip ülkesi. Küçük bir ülke değil, burayı zapt etmek kolay değil ama yığılan ciddi bir askeri kuvvet olması, gerilim ötesi bir duruma işaret ediyor çok ciddi bir durumu gösteriyor. Blöf, gerilim algısının ötesine çıkmış vaziyette. ABD, sürekli olarak “Rusya işgal edebilir, her an girebilir” yaklaşımını sergiliyor. Rusya’nın da bu kadar birliği sınıra getirmesi hayra alamet değil, soru işaretlerini arttırıyor. Rusya’nın kara sınırı ne kadar diye baktım, 20 bin kilometrelik kara sınırı var, bunun sadece 1200 kilometresi NATO ülkeleriyle... 

Ukrayna, Nato ve Rusya üçgeni

Ukrayna’nın NATO’ya giriş meselesi aslında kolay değil, bir ülkenin NATO’ya üye olabilmesi için üye tüm ülkelerin onay vermesi gerekiyor. NATO, Birleşmiş Milletler’e göre daha demokratik bir organizasyon. Ukrayna’nın katılma isteği var ama NATO ülkelerinin buna “tamam” demesi pek kolay değil. Zaten uzun yıllar boyunca, Rusya ile NATO ilişkileri de bulunuyordu; 2021 Ekim’ine kadar Rusya’nın NATO’daki delegasyonu çalışmış, aynı zamanda Moskova’daki NATO ofisi de aynı şekilde, ekim’den itibaren son vermişler, kasım’dan itibaren gerginlik artmaya başlıyor. 

Arda Mevlutoğlu’nun verdiği bilgiye göre, Ukrayna; Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ayrılan diğer sovyetlere göre ciddi silah ve silah endüstrisi bakiyesine sahip bir ülkeymiş. Ayrıca bu varlığı, Sovyetler’den ayrıldıktan sonra koruyan bir ülke olmuş. SSCB zamanında birliğin sahip olduğu önemli havacılık ve savunma sanayii bölgesi Ukrayna’da bulunuyormuş. Bu bölgede bulunan sanayisini çok ciddi korumuş ve geliştirmiş. Rusya’nın Kırım işgali-harbi sırasında olumsuz etkilenmiş ama sonrasında ağırlık vermiş atılım yapmış, bayağı geliştirmiş. Anlaşılan, silaha parayı dökmüş, aynı şekilde batı da bu bölgeye, silaha parayı dökmüş. Uçak ve havacılık sistemlerine yenilerini de eklemiş. Böyle bir üstünlüğü var. İhracat da yapan bir ülke; savunma sanayii, tanksavar, füzeleri, vs. bütün bu hava savunma sistemlerinde ilerlemiş vaziyetteymiş. Malum Türkiye ve Ukrayna savunma sanayiinde ciddi ilişkilere sahip. Türkiye’nin de Ukrayna’ya sattığı 20 SİHA (İnsansız silahlı hava aracı) varmış. Ukrayna geçtiğimiz aylarda Türkiye’nin sattığı SİHA’ları Donbass’taki Rusya yanlısı güçlere karşı kullandı. 

Ancak, 20 adet SİHA bir anda havada kullanılmazmış, bunları havada yönetecek yerdeki istasyonlar yeterli değilmiş. Türkiye’nin sattığı SİHA’lar özellikle ayrılıkçı güçlere zorluk çıkarabilecek enstrümanlar olarak değerlendiriliyor ama Rusya’nın sahip olduklarıyla karşılaştırıldığında böyle bir durum yok. Geçen haftalarda yapılan Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelinsky ile Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmesinde Ukrayna‘da SİHA üretimine karar verdiler, üretim üssü kurmayı da kararlaştırılalar. Tüm bu bilgiler önemli.

ÖM: Ben de şunu ekleyeyim Ali bey, yani siz sözünü ettiniz, konvansiyonel mi yoksa nükleer mi konuları da çok ciddi bir tartışma konusu. Akdoğan Özkan’ın, T24’te, kıyamet kopacaksa ikisi birden olacak, diye ilginç bir yazısı vardı ona sabahleyin değindik biz. Orada belirttiği şu var; sizin de sözünü ettiğiniz operasyonlar devam ediyor, Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko’nun da katıldığı Moskova’daki durum merkezinden takip edilen nükleer savaş tatbikatı var, buna mesela Rusya havacılık ve uzay kuvvetleri, güney askeri bölgesi, stratejik füze kuvvetleri, kuzey ve Karadeniz filolarının katıldığı bir şey var, muazzam bir tatbikat bu yani. Rusya’nın stratejik bombardıman uçakları, balistik füze denizaltıları ve satıhtan satıha füze bataryaları da görev yapıyormuş. Tatbikata bakar mısınız? 

AB: O haber benim de dikkatimi çekti; biraz araştırdım, hatta bir emekli generale sordum; NATO bugüne kadar açık bir nükleer tatbikat yaptı mı, nükleer tatbikatlar nasıl oluyor, similasyon mu yapılıyor, diye. "Yani ben rastlamadım bugüne kadar açık açık söylenerek falan bölgede nükleer tatbikatın yapıldığına, başladığına dair. Ne bileyim, zaman zaman duyarız okuruz, Ege’de, Akdeniz’de, falanca bölgede NATO tatbikatları olur, ama açık açık nükleer tatbikat yapıldığını hatırlamıyorum." diyor.

ÖM: Ben de!

AB: Emekli asker de hatırlamadığını söyledi, ama başka da kaynaklara da soramadım doğrusu. Evet, o haber de çok dikkat çekiciydi, notlarımın arasındaydı. Putin’le Lukaşenko bir odada oturuyorlar, değil mi? Fotoğrafları yayınlandı; basında, Soğuk Savaş’ta olduğu gibi, nükleer düğmeye, kırmızıya basma meselesi işlendi. Bütün bunlar Ukrayna’nın NATO’ya girme projesi üzerine kopuyor, ancak ortada bu konuda çoğunluk iradesi şekillenmiş değil. Ukrayna “girmek istiyorum” diyor ama NATO “Doğu Avrupa’da bu kadar genişlemek istemiyoruz” diyor. Anlaşılır değil bu gerekçe...

ÖM: Zaten Amerika da açıklamış; Der Spiegel’dan çıkan 31 yıllık bir haber var, bayağı belgesini de yayınlamışlar, ABD, NATO kesin olarak doğuya doğru genişlemeyecektir garantisi verilmiş, söz vermiş batı.

AB: Bulgaristan, Romanya’da NATO ülkesi. Bu krizde Türkiye de rol oynamak istiyor ama çok da kıymette bir ülke değil. ABD başkanı Biden, krizi Romanya devlet başkanıyla görüşüyor, Türkiye’yle görüşmüyor! Dikkate alınmayan bir ülke görüntüsü bulunuyor. Putin Türkiye‘ye gelecek dendi, henüz ses yok. Türkiye’ye krizde rol oynaması üzerine pek o kadar itibar edilmiyor. Zelinsky dışında itibar eden yok... 

ÖM: Evet. Peki, devam edersek…

Türkiye'de İklim Şurası başlıyor

AB: İklim Şurası başlıyormuş, maskeli balo başlıyormuş Konya’da, ona eminim siz değinmişsinizdir ya da değineceksinizdir.

ÖM: 10 talep var STK’lardan, çevre kuruluşlarından ve çok ciddi takip ediyorlar. 

AB: O zaman geçelim. Geçen haftalarda dikkatimi çeken 2021 Küresel Afet Raporu vardı, 2021 dünya afet raporu yayınlanmıştı, değindiniz mi bu rapora bilmiyorum ama kısaca bazı bilgileri aktaralım; Dünya genelinde doğal afetler 343 milyar dolarlık bir ekonomik kayba sebebiyet vermiş. Türkiye’de de yaşanan iki büyük felaketin ekonomik bedeli yüksek olmuş. 11 Ağustos’ta yaşanan Batı Karadeniz’deki sel felaketinin 290 milyon doları aşan bir faturası olmuş. Orman yangınlarında 232 milyon dolarlık bir ekonomik kayıp yaşanmış. Bunların nasıl hesaplandığı açıkçası bilmiyorum. Bunları hesaplayan merkezde metodolojiyi, hesaplamanın nasıl yapıldığını belirtmiyor. Bir ormanın, doğanın kaybını nemalandırmak öyle kolay olmasa gerekir. 

Tüm felaketlerin olması nedeniyle sigorta sektörü çalışıyor, sigorta sektörü kapitalizmin gelişmesinde en önemli sektörlerden biridir. 2020'de 268 milyar dolarlık ekonomik kayıp meydana gelmiş, sigorta sektörü tarafından 97 milyar dolarlık kısmı sigortalanmış. Afetlerden sigorta sektörünün kazançlı olduğu anlaşılıyor. Birkaç gündür Brezilya da, Rio de Jeneiro’da çok ciddi bir sel felaketiyle karşı karşıya. Son baktığımda 150’ye yakın insan ölmüştü ama yüzlerce insan kayıptı, afet bölgesi, olağanüstü hal ilan edilmişti…

ÖM: Britanya’da da, aslında birçok Avrupa ülkesinde; Hollanda’da, Belçika’da filan çok ciddi şekilde bu Unis ve başka kasırgalarla -en son gördüğümüz de 16 kişinin hayatını kaybettiği- milyonlarca Dolarlık, Euroluk maddi kayıp olduğu bilgisi, Londra sokaklarında yüzen araba fotoğrafları ve videolar dolu ortalık. Sizin sözünü ettiğiniz 2020 dünya afet raporunda tabii çok önemli şey de pandemiden daha büyük bir felaketin iklim değişikliği olduğunu ilk defa söylenmesiydi. Bundan bahsettik biz de bir kelimeyle, iyi oldu tekrar gündeme getirdiğiniz.

AB: 2021’de de var, haklısınız doğru 2020’de ilk defa söz ettiler

ÖM: Evet, 2020’de ilk defa söz etmişlerdi, çok acayip bir şey. 

Döviz krizi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yurtdışı seyahatleri

AB: Erdoğan son zamanlarda dış gezilere ağırlık verdi. Önce, Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti, şimdi Afrika’da. Yaşanan döviz ve enerji krizi, iktidarın kapısını hiç çalmadığı ülkeleri dolaşmasına neden oluyor. Aynı zamanda, döviz kaynaklarını geliştirmek için türlü enstrümanlar geliştirmeye çalışıyorlar. Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti Erdoğan, bazı anlaşmalar yaptı. 15 Temmuz’un finansörü olarak nitelendirdiği ülkenin (BAE) kapısını çaldı. Ne elde ettiğini bilmiyoruz, anlaşmalarda ne verdi, ne aldı bilmiyoruz. Dün de Afrika gezisi başladı. Büyük bir döviz kaynağı sıkıntısı içerisinde Türkiye. Döviz tarafında ülkenin epey bir süredir bitik bir durumda olduğunu görüyoruz. Ülke döviz tarafında solunum makinesine bağlanmış durumda, makine ile ne kadar sürdürür belli değil. Son fotoğraflar bana Milliyetçi Cephe hükümetlerinde Necmettin Erbakan’ın da Arap ülkelerine döviz-kaynak bulmaya gittiği günleri hatırlattı, Erbakan’da borç için kapı kapı dolaşılırdı. 

Nitekim AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da “Biz döviz dilenmiyoruz.” diye bir açıklamada bulunmuş. Türkiye’nin döviz ve enerji cephesiyle çok zor bir durumda olduğunu gösteriyor bu tablo. Elinizde SİHA çantası ülke ülke SİHA satmaya çalışıyorsunuz… Ayrıca AKP iktidarının Afrika ve Katar aşkı, sevdası da ilgi çeken bir durumdur. Geçen hafta Afrika Birliği toplantısı yapıldı, Senagal başkanlığı aldı. Bu toplantıya İsrail davetliydi. Yakın zamanda Avrupa-Afrika Birliği toplantısı olacak. Türkiye buralarda yok, Avrupa bile gecikmiş durumda, Çin var önemli ölçüde Afrika’da. Dünyanın süper güçleri de Afrika’yı bitirmeye devam ediyorlar. 

Sonuçta otokrasiyle yönetilemez bir durumda Türkiye, özellikle enerji ve döviz cephesinde durum vahim. Financial Times da çıkan bir yorumda “Erdoğan, bu krizin bedelini ödemekle karşı karşıya.” diyor. Enerji krizi, 1970’li yıllarda ABD Başkanı Jimmy Carter’ı da çok ciddi etkilemişti, iktidardan etmişti. 1974-78’ petrol şoku sonrasında yüksek enflasyonla karşılaşan ülkelerin siyasetçileri bunun karşılığını iktidardan uzaklaşmak suretiyle görmüşlerdi. 

Özellikle, dövizle ilgili olarak söylemek istediğim bir şey var; ülkeler için uluslararası yatırım pozisyonu denilen bir tablo vardır, bu tablodan ülkelerin brüt ve net döviz rezervlerini, dış borçları ve dağılımını görüyoruz, uluslararası yatırım pozisyonunu Merkez Bankası yayınlar. Birkaç rakam verelim, çok fazla boğmadan; önümüzdeki 10 ayda Türkiye’nin 172 milyar dolarlık bir dış borç çevrimini yapması gerekiyor. Merkezi hükümet, kamu bankaları, KİT’ler 33.6, Merkez Bankası 26 milyar, özel bankalar 54.5 milyar, şirketler de 58 milyar dolarlık dış borç ödemesi yapacak. Hep işaret ediyoruz, 2001’den farkı dış borcun özel sektörün üzerinde olması. Bir taraftan borç bulma kaynakları tükenmiş durumda, diğer taraftan bu kadar kaynak temin etmek durumundasın. Bu yüzden bu gezilere çıkılıyor. Ayrıca büyük kapitalist ülkelerin merkez bankaları faizleri yükseltme sürecine girmiş durumdalar. Bu vaziyet, Türkiye’nin borçlanma maliyetlerini artıyor, borç bulmanın bedeli çok artıyor. Borçlanma maliyetinin yükselmesinin tabii ki enflasyon üzerinde etkisi var. Sonuçta Türkiye’nin döviz yükümlülükleriyle döviz varlıklarını karşılaştırdığımızda, yükümlülüklerinin çok çok altında bir varlığa sahip olduğunu görüyoruz. Dövizle borçlanmak zor ve yüksek maliyetli olunca da bankalardaki döviz tevdiat hesaplarını çözmek için “kur garantili mevduat” gibi altın varlığına garanti veren enstrümanlar geliştiriliyor. Bu şekilde döviz varlıkları artırılmaya çalışılıyor. 

Önümüzdeki 10 aydaki ödenmesi gereken borcun %80’i de özel sektöre ait. Hem enerji fiyatlarının döviz kurunun düşürülen faizler nedeniyle anormal artmasıyla hem de döviz kaynaklarının kıtlığı nedeniyle borcun ödenmesi güçleşiyor. Dünyada örneğine rastlamadığımız faiz indiriminin nelere mal olduğu her geçen gün ağırlaşarak ortaya çıkıyor. İçerideki üretiminizin ortalama %60-65’i ithalat bağımlı olan bir ülkesisiniz. Burada döviz kuru politikanız çok nazenin demektir. Zaten sürekli açık da veriyorsunuz. Faizleri indirmek suretiyle kuru patlatmanın bedelini ödüyor ülke... Döviz sorunu ekonomide fiyatlama davranışına sirayet etmiş durumda. Özellikle enerji fiyatlamalarında kendini göstermiş durumda. Türkiye’nin ihracatı, ithalatını karşılamaya yetmez... Turizmle ilgili bir beklenti her yıl oluyor, ama turizm gelirleri bazı dış borç ödemelerine ve cari açığın finansmanına gidiyor. Ayrıca enflasyon nedeniyle turizmde girdi maliyetleri çok yükseldi, rekabet imkanı azalıyor. Mart ayında bu kur garantili mevduat projesinin ilk dönüşleri ortaya çıkacak, ne kadar itibar edildiği, rezervleri ne kadar artırdığını görmüş olacağız, çok büyük bir çözülme olmadığını da görüyoruz. Ayrıca bu uygulamaların kamuya maliyeti de var. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu atmosfer uluslararası alanda da çok yakından izleniyor. 

Muhalefet bloğunun 28 Şubat'ta yapacağı açıklamalar

Son günlerde yaşanılan işçi eylemlerinde artış devam ediyor. Aliağa’da bir direniş var. Bu direniş de galiba sendikasız bir direniş. 

Bu arada yine gazeteciler hapse girdiler, Kocaeli’nde bir gazeteci öldürüldü. Ülkenin manzarası böyle… Gözden kaçan bir haber var, yani Milli Savunma Bakanlığı açıklaması Zeytindalı, Fırat kalkanı bölgesinde 14 terörist etkisiz hale getirilmiş, bu haber kaynıyor gidiyor.

İçinde bulunduğumuz durumdan çıkışa ilişkin 28 Şubat’taki muhalefet bloğunun açıklamasına odaklanıyoruz. İttifaklar politikası üzerinde daha önce durduğum bir örnek vardı; 1945 ile 1950 arası aslında Türkiye siyasi hayatı açısından önemli bir dönemdir. Dış dinamiklerin de önemli katkısıyla İkinci Savaş sonrasında demokrasiye, çok partili hayata geçiş diye tanımlanan dönem. Demokrat Parti kurulduğu -ki CHP içinden çıkanlar tarafından kuruldu- dönemde başka partiler de kuruldu, sosyalist partilerin de kurulduğunu görürüz. Görece liberalleşmenin yaşandığı bir dönemdir.

 İşaret etmek istediğim Demokrat Parti’nin ilk kongresidir. Buna çok kez dikkat çektik, şimdi de zamanıdır, ittifak politikası üzerine çalışanlar için tekrar üstünde duralım. Bu kongrede bir özgürlük andı, özgürlük bildirisi, hürriyet misakı adı altında yayınlanmıştır. Bu önemlidir, bu bildiriyi daha sonra Demokrat Parti iktidarı unutmuştur, ama o günkü koşullarda tek parti otoriterliğine karşı önemlidir, Türkiye’de demokrasinin kurulmasına yönelik bir bildiridir. Bugün de Türkiye toplumunun özgürlük bildirisine, hürriyet misakını duymaya ihtiyacı var. 28 Şubat’ta muhalefet bloğunun özgürlük bildirisi ilan etmesinde fayda var. 

Anayasa problemi yok Demokrat Parti’nin, “Anayasa iyi, ancak anayasayı iyi uygulamıyorlar.” diyor Demokrat Partililer. Ama “Anayasaya aykırı, antidemokratik yasaları öncelikle temizleyelim.” diyorlar. “Seçimler devlet memurlarının kontrolünde değil, bağımsız yargının kontrolünde olsun.” diyorlar. 1946 seçimleri de yapılmış, seçimlerde malum skandallar yaşanmış.

Öncelikli önemli üç hedef belirleniyor, hedeflerle siyaset planlanıyor. Birincisi, cumhurbaşkanının parti başkanı olmaması, ayrılması. İkincisi, antidemokratik yasaların temizlenmesi. Üçüncüsü, seçimlerin bağımsız yargı tarafından yapılması. Üç konu öne çıkarılıyor; başlangıç demokratikleşme adımları olarak ilan ediliyor. Bu bağlamda ittifakın muhalefet bloğunun önümüzdeki dönemde bir gölge kabine oluşturmasında fayda var, çeşitli aşamalarda demokratikleşme planlarının ortaya konması için Demokrat Parti’nin 1. Kongresinde ilan edilen hürriyet misakı esin kaynağı olabilir. Ayrıca sivil toplum örgütlerinin ittifaklar mevzusuna, siyasi partilerin gölgesinde değil paralelinde eğilmesi ve geniş tabanlı sivil oluşumlara ihtiyaç olduğunu da belirtelim. 

ÖM: Evet, ilgiyle izleyeceğiz 28 Şubat şeyini.

AB: Evet, ben de yerinde izlemeyi düşünüyorum ama o gün yayın da var, bakarız artık. Ne olacak, nasıl bir sonuç çıkacak… Demokratik ittifaklar itinayla korunması gereken ve itinayla işlenmesi gereken durumlar. İnce işçiliğin HDP tarafıyla olması gerekiyor, üzerinde çok duracağız önümüzdeki dönemde, zaten duruyorduk, daha da durmaya devam edeceğiz. 

Son olarak Türkmenbaşı’na ilişkin bir not almışım, diktatör Türkmenbaşı önce “Ülke idaresini gençleştireceğim.” demiş, sonra “Oğlumu başkan yapacağım.” demiş… Hani böyle sonuçlarla karşılaşmamak için bu mevzulara bıkmadan değinmemiz gerekiyor.

ÖM: Peki çok teşekkür ederiz. 

AB: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.