“Siyaset-mafya itirafları kapışmaları, ülkenin yeni bir takas odasına daha girdiğini gösteriyor”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı. 

(17 Mayıs 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş.

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Günaydın, günaydın Feryal.

ÖM: Evet haftaya başlarken sizi artık kademeli normalleşme tedbirleri açıldığı için, AVM’ler açık mesela, siz AVM’ler hafta içi…

AB: Yayından sonra koşup gideceğim hemen!

ÖM: Evet tabii bekliyordum, onu soracaktım size, kafelerle barlara gidemeyeceksiniz yalnız!

AB: Onlar kapalı mı?

ÖM: Evet kapalı, bir de nikah ve düğünlere katılamayacaksınız ama bazı cenaze törenleri, bir de turistler muaf, eğer sizin bulunduğunuz yerde turist olarak gezinebilirseniz mesele yok yani!

AB: Turistler denize girebiliyor biz giremiyoruz, Antalya’dayım, kaçak yollardan denize girmeyi düşünüyorum!

ÖM: Buradan açıklamayın bari! Yani Türkiye’de turistik faaliyet amacıyla geçici ve kısa bir süre içinde bulunan kişilerin tedbirlerden muaf olacağı belirtilmiş, ben söyleyeyim de size! Belki turist şapkasıyla dolaşabilirsiniz.

AB: Evet olabilir. Tüm bu olan bitenlerden sonra insan ne diyeceğini ne yapacağını bilemiyor, sürekli bir dizi seyrediyoruz, baba dizisi. Meşhur sakallı Celal vardır filozof bir adamdır, onun bir sözü aklıma geldi, Hamdullah Suphi Tanriöver’e söylediği. Sakallı Celal Ankara lisesi müdürüdür, Hamdullah Suphi de Galatasaray’dan sınıf arkadaşı, o da eğitim bakanıdır. Cumhuriyetin ilk aylarında geçen bir hikâye. Sakallı Celal’le bir konuda anlaşamıyor, karşı çıkıyor, bastırıyor Hamdullah Suphi “Celal şu işi yap!” diye. Onun üzerine diyor ki Sakallı Celal “bak Hamdullah meşrutiyeti ilan ettik olmadı, cumhuriyeti ilan ettik olmadı, ciddiyeti mi denesek, ne dersin?” Bütün olan biten gözümüzün önünde, ahir ömrümüzde daha neler göreceğiz bakalım. Gözümüzü açtık 1970’lerde parlamentoda kontrgerilla dosyaları açıldı. 26 yıldır faaliyetteymiş! ama Başbakanlar ve Meclis haberdar değilmiş. Uzun süre bu kontrgerilla dosyaları devam etti mecliste, medyada. 80’lere darbe sonrasına geldik, MİT raporları gündeme geldi, 2-3 tane MİT raporu var. MİT raporları da ortalığa saçıldı, ortalığı karıştırdı. İşte daha sonra Susurluk’la karşılaştık, arada bir babalar operasyonu oldu. Susurluk’ta üretim çok oldu, neredeyse her gazeteciye bir kaset düşer oldu, sabahları gazeteciler ofislerine zarfların arasında bir kaset bulma umuduyla gittiler. Hatta bir arkadaşımı hatırlarım, rahmetli oldu bir ekonomi muhabiriydi, ona bile kaset düştü. Şaşırmıştı “bana da geldi” diye Çakıcı kasetleri, Korkmaz Yiğit kasetleri, siyasetçilerin mafya ile konuşmaları gırla gidiyordu. Şimdide memlekette Peker videoları meselesi gündemde, jandarma açıklamalarda bulunuyor, jandarmanın komutanının Rusya ilişkileri yazılıyor. Geçen hafta Rusya meselesini belirtmiştim, içimizdeki Rusya’nın altını çizmiştim. Jandarma Komutanlığının Rusya ilişkilerine ilişkin haber değerlendirmemizi bir anlamda doğruladı. “Biz olmasaydık mafya çökerdi, marinaya el koymasaydık” diyor Ağar. Peker’e koruma veriliyor, halktan helallik isteniyor.

2018 yılında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen sisteme geçtiğimiz günün sabahını hatırlıyorum “bu sistem, ülkenin vagonlarını bu lokomotif çekebilecek mi?” diye sormuştum. 3 yıla yakın geçen sürede teker teker ülkenin vagonları devrildi. Ekonomi, sağlık eğitim dış politika vb. Bu sistemle Türkiye yürümüyor, tüm sahalarda geriliyor, anlaşılıyor ki ülkenin devleti kadar derin yapıları mafyası da buhran içinde. Hem Covid çaresizliği hem de otoritenin iktisadi hayatımızı soktuğu girdaba, içler acısı duruma daha ne kadar katlanabiliriz.

Bir şey dikkatimi çekti, genellikle iktidar muhalif yayınlara erişim engeli koyuyor ancak mafya liderinin konuşmasına erişim engeli koymuyor, dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. 128 milyar nerede, Halk Bankası’na ceza gelebilir yorumlarımıza erişim engeli koyan iktidar var ama mafya açıklamalarına kılını kıpırdatmıyorlar. Erdoğan da bir açıklama yapmadı şu ana kadar. Ki bu olaylar onun devri iktidarının mahsulü, onun iradesinin ve idaresinin mahsulü, şu anda devletin başı kendisi. Bu konuda bir açıklama yapmıyor yaklaşmıyor bile ama halktan helallik isteniyor. Zaten helallik istemek bir çaresizlik ifadesidir

İzlediğimiz siyaset mafya itirafları kapışmaları ülkenin yeni bir takas odasına daha girdiğini gösteriyor. Merkez bankasında çekler bir takas odasında buluşur, çekler takasa girer, ülke de başka bir takas odası daha vardır, zaman zaman bu takas odası kurulur, takas odasında devlet içindeki derin yapılar, taraflar buluşurlar. 

Değişik dönemlerde sert hesaplaşmalar, konsolidasyonlar olur, takaslar yapılır, takaslarda tabii bazıları tasfiye olur, bazıları ayakta kalır, kimileri yaralı bereli çıkar, yeni gücün kullanımına amade olurlar. JİTEM hesaplaşması, MİT raporları, Susurluk kazası dönemlerde yaşanıldığı gibi. Şimdi de böyle bir takas sürecine girdiğimiz anlaşılıyor. Ancak tüm bunla konuşulurken 19 yıl boyunca derin yapılarındaki yapılan diğer düzenlemelere değinilmediğini görüyoruz. O tarafa geçen hafta dikkat çektim, özellikle derin yeni yapılanmalara, özellikle Suriye kaynaklı yapılanmalar, özel ordu yapılanmaları, paramiliter yapılanmalara, yeni dönemin kurgusu üzerinden gelen yapılanmalara bakmak lazım. Eski derin yapılar sekülerdi, askeri vesayetin sınırlarını çizdiği, NATO ile sorunların yaşanmadığı dönemde önceki kapışmalar gerçekleşti takas odaları gerçekleşti. O dönem bugünle ölçülemez, farklılıklar bulunuyor. Sonuçta parlamento, yargı, basın ve üniversite vardı. Dolayısıyla pek çok şey az da olsa kapı aralanmıştı. Evren’in damadı ve- o zaman da bir damatlar etkindi- kızının MİT’te Ağca’ları Çakıcıları, Çatlıları örgütleyip yurtdışında kullandıklarını takas odalarına girildiğinde, çatışmaların, kapışmaların olduğunda öğrendik. İki Mehmet’in kapışması dendi buna. 

Tüm bu yaşadıklarımız, “devlet niye var? devlete neden gerek var?’ sorularını aklımıza getiriyor. Geçen hafta da biraz konuştuk. Şimdi devlet kamusal malların sunumunu yapıyor, mesela eski Mısır’da kuraklık ve kıtlıktan halkı korumak için tarım ürünlerinin stoklama yetkisi devlette, devlet yapıyor. Çin’de bilginin geliştirilmesi, üretimi, Roma’da yol yapımını, Selçuklu ve Osmanlı yollarının güvenliğini devlet üstleniyor. Güvenlik kamusal bir mal veya hizmet, devlet yapıyor, son dönemde yaşadıklarımız kamusal bir mal olan güvenliğin kimlere ve nerelere nasıl emanet edildiğini, içler acısı halini görüyoruz. Devletle, iktidarla içselleşmiş vaziyette suç örgütleri ağıyla, buna siyasi mafya denilebilir mi bilmiyorum. Devletin bir görevi de vergileme, vergileme Tevrat’ta bile var. Eski Mısır’da ve Çin’de var vergileme. Bizde ise iktidar yandaşlarının vergilerini siliyor, böyle çalışıyor devletimiz. Bıraktım vergi muafiyeti düzenlemesi ile vazgeçtiği vergilerden, bir yazı ile ‘senin vergini sildim’ diyor. Kamu mallarını güvenlik dahil istediği gibi kullanmakta, vergileri silmekle meşgul bir yapıyla karşı karşıyayız. Mesela, geçen gün bir haber okudum. Afyon, Uşak ve Kütahya’ya yakın yapılan bir havaalanı var, neredeyse çalışmıyor ancak havaalanına yolcu garantisi verilmiş. Ocak, Şubat, Mart ve Nisan ayları için 440 bin yolcu vaat edilmiş, kaç kişi kullanmış biliyor musunuz? 61 kişi

ÖM: 61 kişi değil mi? Pardon izninizle ben bir ufak özet yapayım bu gelişmeleri. Yani 5.video geldi Sedat Peker’den ve “devletin bilgisi dahilinde Fethullah Gülen’le görüşmeye gittiğini söyleyen Ağar’ın elinde yazılı emir var mı yoksa sözlü talimatla insan yollanır mı devlet geleneğinde?” diyor. “Mübariz Masimov’a ait olan Sedat Peker’in açıklamalarında Mehmet Ağar tarafından gasp edildiği söylenen 1 milyar Dolar değerindeki yat limanı gerçekten 29 milyon Dolar’a alınmış mıdır?” diye bir soru soruyor. Mehmet Ağar da Süleyman Soylu’nun sözleri ardından özür dilemiş öbür taraftan, “Yalıkavak marina için bugün eğer bugün mafya buraya giremiyorsa bizim burada olmamızdandır” diyen Mehmet Ağar “sözleri yanlış söyledim, sürç-i lisan söz konusu oldu, kusura bakmayın” demiş.

AB: Özür diledi. 

ÖM: Evet özür dilemiş, “Türkiye ile Azerbaycan kardeşliğinin pekişmesi amacıyla yönetici oldum ben, başka bir şey değil” diyor. Bu arada Alaattin Çakıcı bir başka mafya olarak adı geçen kişi de uzun süredir sesi çıkmıyordu, o konuştu, organize suç örgütü lideri deniyor. Çeşitli dergilerden, gazetelerden T24'ten okuyorum Evrensel ’den, Alaattin Çakıcı da devletimiz zamanı geldiğinde her türlü yasa dışı pisliğe bulaşmış olanları layık olduğu yere kapatıp devlet kurumları içinde bu insanlarla işbirliği yapanlardan bağırsaklarını temizleyecektir diye bir açıklama yapmış. 

ÖM: Evet böyle bir küçük hafta sonu özeti de sizin anlatacaklarınızı tamamlamak için söyleyeyim dedim.

AB: Ömer Bey bu hususlarda konuşulacak inanılmaz bir külliyat var ki… Bu vesile ile baktım program yaptığımız yıllar boyunca o kadar çok derin devlet mevzularına girmişiz ki, kontrgerilla faaliyetlerine, cinayetlere, uyuşturucu ilişkilerine... Elimde bütün konuşmalar yok, zaten başa da çıkmakta zor, insan unutuyor da... 2008 ‘de yaptığımız bir programda “devletin uyuşturucu işi ile uğraşması gereklidir “ifadelerinin yer aldığı bir raporu konuşmuşuz. MGK’ya bağlı toplumla ilişkiler başkanlığı ile ilişkili bir dergide yayınlanan raporu konuşmuşuz yazanların isimlerini vererek. Daha sonra Radikal gazetesinde raporu savunan bir gazetecinin yayınını da konuşmuşuz. O kadar malzeme var ki… Bizden, dünyadan çok örnekleri konuşmuştuk. Derin yapılar devlet mafya ilişkileri üzerine. 

Yakın zamanda ünlü ABD’li mafya lideri Lucky Luciano’yu anlatmıştık. ABD devlet ile mafya lideri ilişkisini. ABD 2. Dünya savaşında İtalya’ya güneyden çıkartma yapacak, hapisteki Lucky Luciano’dan yardım istiyor. Çıkartma yapmadan önce yerin tespiti ve askeri birlikler hakkındaki bilgileri istihbaratı o topluyor, organize ediyor ve adam onun karşılığı serbest bırakılıyor. Dünyada da bu işlerin pek çok örneği var.

Türkiye bakın nasıl olaylar nasıl bir zincir içinde patlak veriyor? Halkbank vasıtası ile İran yaptırımları deniliyor, büyük iş adamı Reza Zarrap savunuluyor, hapisten çıkarılıyor, rüşvet kasetleri, Halkbank’ın işlevi ortaya konuyor, -dava hala devam ediyor- 17-25 ses kayıtları o zaman da çıkıyor, sonra Suriye savaşına Türkiye dahil oluyor, 15 Temmuz geliyor, 128 milyarın buharlaşması geliyor, sonra iktidar mafya ilişkileri, Peker ‘e korumalar veriliyor, Çakıcı’ya af çıkarılıyor. Tüm bu zincirin son halkası son kapışmayı ekliyoruz. Kendi tarihimizde, dünya tarihi de kirli, bunlarla çok dolu. 

Ancak merak ettiğim başka bir husus var. Hepimiz bir bu mevzularla ilgilenmek durumunda kalıyoruz ama bir iktisatçı olarak kafanızda başka bakılması gereken alanlarda beliriyor. Çünkü, nerede bir suç örgütü varsa, nerede narko bir faaliyet olmuşsa ya da kara -kirli para faaliyeti söz konusuysa onu aklayacak bir finansal sisteme-bankalara organizasyona da ihtiyaç oluyor. Bu kuruluşlar yerli de olabiliyor yabancı da olabiliyor, kirli kapitalizmin finansal kapitalizmle olan ilişkisi çok önemli. 

Bakın 1980’lerden ABD ‘den örnek vereyim Ronald Regan döneminde başkan yardımcısı daha sonra başkan olan Bush’tu. Bu yıllarda kokain ve uyuşturucu işlerinden kazanılan paralar için bankalar kullanıldı, çok saygın kuruluşlar, Merrill Lynchler kullanıldı. Merrill Lynch’in Pisa bağlantısı, filmlere konu oldu, böyle bir ağ içerisinde yer alan aklayan bankalardan birisinin başında Bush’un oğullarından- başkan olan değil- Neil Bush vardı. Babasının adaylığından kısa bir süre önce bankanın başından ayrıldı. Bu skandallarla yıkıldı ortalık. Türkiye’de de böyle gelirler, kirli yoldan, toplumdan, halktan çalınarak elde edilen büyük servetler oluştu. 

Peki bu servetler hangi sektörlerde oluştur ve nerelere yatırıldı? Ağırlıklı olarak kamu kaynaklı müteahhitlik alanında, kamu kaynakları seferber edildi, kamunun enerji ve telekomünikasyon varlıkları bunlara satıldı bunlara tahsis edildi. Böyle bir zenginlik yaratıldı, düpedüz hırsızlıkla elde edilen servetler oluştu. Katar’da, Rusya’da olduğu gibi. Demokrasi dışı ülkelerde oluşan servetler gibi.

ÖM: Ali Bey hazır kokain demişken bir de Sedat Peker’in 5. videosunda bu konuda da açıklama var, yani “4 ton 900 kilo kokain Kolombia’dan yüklenen bu açık kaynaklarda dahi İzmir limanında bir kimya şirketine geldiği ortadayken bu bir ihbar kabul edilerek Kolombiya devletinden yazı gelmese bile adı geçen şirketle ilgili herhangi bir çalışma yapılmış mı, gözaltı olmuş mu?” filan diyor. Bir de bu konuda kokain demişken Soylu’nun danışmanından Peker’in iddialarına karşı bir açıklama gelmiş. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun danışmanı olduğunu söylediği, Peker’in söylediği Ali Faik Hacıoğlu konuya ilişkin bir açıklama yapmış. O da eksikti “hayatımda eroin, kokain satmadım, kimseyi öldürmedim, kimsenin malına çökmedim” demiş. İyi bir açıklamayla bitmiş bu iş. Bunu da söylemiş olayım.

AB: Tüm yaşananları otoriter rejimle ilişkilendirerek bakmamız gerekiyor. Rusya ve diğer otoriter ülkelerde yasa dışı kazançlarla oligark sistemleriyle, havuz sistemleri ile yeni servet birikim modelleri oluştu. Bizim farkımız şu: “biz bunları borçla yaptık”! Türkiye son 19 yılda yaklaşık 2,1 trilyon dolar borçlanma yapmış CHP’nin Genel Başkanının açıkladı, CHP ekonomi merkezinin rakamları. Biz de bunları hesaplamıştık, Türkiye bu dönemde ne kadar inşaat yaptı? Ne kadar döviz borçlanması oldu? Ki bu dönem bol kaynak girişinin olduğu bir dönemdir. Tüm bu akımlar sonunda stok borç da 455 milyar Dolar civarında. Şimdi bu kadar borçlanmalarla kamu ihalelere çıktı, kamu malları bu borçlarla satıldı, bu kaynaklar bölüştürüldü, kamu kaynakları iktidarı destekleyen ve onun geliştirdiği yandaşlara sunuldu. Diğer otoriter ülkelerden farkı borçla oluşan servetler ve otokrasi var ülkemizde. Ancak borçla oluşan bu otokrasi sınırlarına gelmiş dayanmış durumda. Döviz rezervleriniz ekside …

Asıl mesele; bu duruma gelindiğinde, döviz kıtlığında hangi çarelere başvuruluyor olması ve bu çarelere başvururken ülkenin başının hangi belalara girmesi... Geçen haftalarda da değindik. 1970’li yıllarda kapalı bir ekonomiyken Kıbrıs ve haşhaş nedeniyle Amerikan ambargosu altında olduğumuz dönemleri konuştuk, bu dönem aynı zamanda savunma sanayi hamlesine başladığımız dönemdir. 

Amerika’daki FinCen isimli bir kuruluş var FinCEN, ABD'deki Mali Suçları Araştırma Ağı'dır, raporlar yayınlar

Ayrıca FATF diye bir örgüt var, G7’nin kurduğu bir teşkilat. Uluslararası kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele örgütü. Bunların raporları sürekli Türkiye’ye ikazlarla doludur. Yapması gerekenleri yerine getirmeyen bir ülke pozisyonundadır. Gri listeye giriyor çıkıyor, sınırda bir ülke. Türkiye önüne ödevler konuluyor, “şunları yapman lazım, bak şurada hareketlilik var” deniliyor. Özellikle İran yaptırımlarını delinmesine ilişkin Halkbank dışında başka bankaların olduğunu söyleyen raporlarda oldu. Sürekli izlenen bir ülke Türkiye.. 

Önümüzdeki dönemde bu konu Türkiye’deki mafya siyaset ilişkisinin ötesinde çıkabilir, uluslararası alana sıçrayabilir Biraz önce konuştuğumuz Kolombiya meselesi buna işaret ediyor. Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin uluslararası pozisyonuna işaret ediyor, çok güçsüz olduğunu gösteriyor. Fiziki sermaye yabancı gelmiyor, muhtemelen rejim değişene kadar doğru dürüst, doğrudan yatırım gelmeyecek. Beklediğimiz ne? Portföy yatırımları ya da kredi imkanları. Bunlar içine yakın zamanda şu anda bir imkan gözükmüyor. Ülkeniz hukuk devleti olmaktan uzak bir yerde, böylesi bir sermaye grubuyla böyle bir otokrasi yönetilmeye çalışılıyor. Kaynak azalınca da yönetemiyor. Varlık fonu meselesi başlı başına içler acısı bir durum. Yarınlarda Türkiye’nin başına çok büyük işler açacak bir konu. Zaten dünyada denetlenebilir tek varlık fonu Norveç’in, diğerleri otokrasinin hakim olduğu, diktatörlüğün hakim olduğu ülkelerde kurulan fonlar, hiç şeffaf değiller. Türkiye’de de aynı benzer durumlar söz konusu. Dolayısıyla güçlükler ülkesi olduk ancak ülkenin sabır kotası doluyor esas mesele budur.. 

ÖM: Bu mesela Kaz dağı köylülerine de Cengiz Holding’den tehdit mektubu, “bakanlığa söyler kamulaştırırız” şeklinde bir şey söylüyor. Yani İkizdere’de gösteri ve yürüyüşlere 15 gün yasak gelmiş mesela milli birlik ve beraberliğimizi zedeleyici provokatif eylemlerin önüne geçilmesi maksadıyla deniyor. Aynı zamanda da onu da size soracaktım, Orhan Bursalı’nın Cumhuriyet’te yazdığına göre İkizdereli köylüler direnirken ihalesi verilen Rize İyidere’de lojistik liman inşaatı için köylülerin yaşam alanları kurban seçilirken en son habere göre de bir iktidarın 200 milyar Dolar’lık ihaleyi 5 şirkete verdiği bunlardan bir tanesi de ikincisi de Cengiz, yani Limak, Cengiz, Kolin, Kalyon ve MNG’nin, neden, nasıl oluyor bu diye soruyor. “Bu şirketlerden çıkarınız nedir?” diye sormuş Bursalı da. Ne diyorsunuz?

AB: Bakın AKP döneminde bütün bu borçlanmalardan Türkiye sermaye sınıfı çok yararlanmıştır. Geçmiş programlarda bir kulis bilgisi olarak yıllar önce anlattığımı hatırlıyorum. TUSİAD’la Erdoğan ilişkileri inişli çıkışlı oldu, küsmeler oldu, barışıldı karşılıklı çatışmalar oldu. Mealen anlatıyorum hikayeyi, Erdoğan bir seferinde kapalı toplantıda TÜSİAD üyelerine “benimle ne diye uğraşıyorsunuz? iktidara geldiğimde 500 üyeniz vardı, 4 tanesi Dolar milyarderiydi, e bugün 43 tane Dolar milyarderiniz var. Benimle ne diye uğraşıyorsunuz?” demişti. Başka bir seferinde döndü TOBB’a “OHAL var, bak grev mrev yok, rahatınıza bakın!” dedi. 

Erdoğan iktidarı bu dönemde kendisine bağlı bir sermaye kesimi yarattı. Buna ekonomik drijizm deniyor. Devleti ele geçiren grubun sermayesi. Şimdi bu en kolay müteahhitlik yoluyla olur, cumhuriyet tarihinde sermaye birikimi müteahhitlik hizmetleri yoluyla olmuştur. Kamu kaynaklarını kullanarak.. Ancak cumhuriyet tarihi boyunca son 20 yıllık borçlanma dönemi gibi bir dönem yaşanmadı. 20 yılda 2 trilyon Doların üstünde borç gelip dağıtılıp ihale edilmedi. Ekonomik drijizm modeli müdahaleciliği esas alıyor, piyasa ve rekabet kurullarını hiçe sayıyor, kapitalizmle demokrasi arasında bağlantı kopuyor, tek adamın emrinde ekonomik kamu kuruluşları da ona göre düzenleniyor, piyasalar, iş verme modelleri, servet üretme modelleri buna göre oluyor. Biz buna günlük dilde havuz sistemi diyoruz, sistemin işleyişi de kolay yolu da müteahhitlik üzerinden oluyor. Emanet usulü isimli Çiğdem Toker arkadaşımızın yazdığı kitapta bunlar tane tane anlatılmıştır, bazıları ihale bile edilmiyor, direkt veriliyor, şeffaf bir rejimde değiliz, iktidarlar denetlenmiyor. Rejim şeffaf olsa bilgi ve veri güvenliği olur, hukukun olmadığı yerde bunların hiçbiri olmuyor. İhale edilmeden sayısını bilmediğimiz kaç tane hapishane ihalesi oldu OHAL döneminde? Devleti ele geçiren bu yapı girişimcilik denilen bir durumu da ortadan kaldırıyor. İşte yaratılan bu modelin, daha detaya girmeyeyim zamanımız da doluyor, sonuna gelindi. Neden gelindi? Çünkü bu servet birikim modelini borçla kurduk. Alınan borçla ileri sektörler yaratamadık, verimli sektörler, dünyayla rekabet edecek markalar, vs. yaratılmadı. Yapa yapa kırık dökük dronlar yapıldı, kaynakların bir bölümü cephelerde harcandı. Türkiye’nin dış askeri müdahalelerinde ne kadar para harcadık, biliyor muyuz?

ÖM: Bilmiyoruz.

AB: Anlattıklarımız otokrasinin çaresizliği, otokrasi bütün yapılarıyla buhran içerisinde, bu duruma karşıbüyük bir reaksiyon oluşmasından başka çare yoktur. Reaksiyoner muhalefet eksikliğinide yaşıyoruz. Elbette covid’in yarattığı bir ortamda var. 

Mafyası bol, özgürlüğü yok bir ülkeyiz. Çok konu var ama herhalde burada kesmek zorundayım, aştım mı bilmiyorum..

ÖM: Evet süreyi bitirdik, zaten siz de ben de şeye gideceğiz, alışveriş merkezine koşacağız onun için hoşça kalın! Çok teşekkür ederiz. 

AB: Evet evet sipariş listem elimde! Size iyi yayınlar diliyorum. Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.

ÖM: Çok teşekkürler, görüşmek üzere.