“Borçla otokrasi kuran bir devletiz”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı. 

(10 Mayıs 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Merhaba Feryal, nasılsınız?

ÖM: İyiyiz valla, gayet iyi.

ÖÖ: Teşekkür ederiz.

ÖM: Eğlenerek seyrediyoruz dünyayı ve Türkiye’yi. Bu aşk, heyecan, macera, 32 kısım tekmili birden yeni videolar da yayınlanmış, yeni gangster videoları da. İsterseniz ortaya karışık yapmaya devam edelim Ekonomi Politik’te.

AB: Peker videoları izlenme rekorları kırıyor, son rakamları bilmiyorum ama baba serisi devam ediyor, 3 film olmuş sanıyorum. Daha da artacak sanki, yenileri de gelecek, öyle anlaşılıyor. 

ÖM: Evet.

AB: Mafya lideri ülkücü Sedat Peker çok geniş bir çevre ile oldukça başarılı bir iletişim kurmuş durumda, oyuncu Oktay Kaynarca’nın çocukluk arkadaşıymış. Oynadığı dizilerinde Kaynarca’ya bayağı esin kaynağı olduğu belli. 

Şimdi bu meseleye bakarken bazı şeyleri gözden kaçırmayalım diyorum. Derin devletle ilgili hikayeleri 70’lerin sonunda kontrgerillanın varlığını öğrenmekle başladık. Kontrgerillanın faaliyetlerinin başladığı tarih 1952’dir Genelkurmay içinde özel harp teşkilatının kuruluşu. NATO ve CIA patentli faaliyet gösteren bu kuruluşu Başbakan’lar ve TBMM  26 sene sonra öğrendi. Geldik 90’lara, siyaset-mafya-devlet üçgeninde uyuşturucu faaliyetlerinin iç içe geçmesini Susurluk kazası ile açılan dosyada öğrendik. 

Geldik bugüne... Bugün bu mevzuları Türkiye’nin değişen siyasal rejimi ile ilişkilendirerek bakmak lazım. Böyle durumlarda görünenle meşgul olurken asıl görünmeyene dikkat etmek ilgisiz kalmamak gerekiyor. Herkes pürdikkat Sedat Peker’i izliyor, Peker ilgi çeken konuşmalarında pek çok suçlamada bulunuyor, tehdit ve hakaret ediyor. Kısa bir süre önce serbest bırakılan, özel afla serbest bırakılan suç örgütü lideri Çakıcı’nın Erdoğan ve Bahçeli için de neler söylediğini unutmayalım. Çakıcı şimdi iktidarla kol kola.  Kendisine özel bir düzenleme yapıldı, sonra da eski mafya ve derin devlet liderleri ile fotoğraf verildi.

Derin devletin aslında eskisinin önemli bir bölümü ve yenisi iktidarda. Bunların aralarında kavga olabilir, ancak öze dokunan bir şey var mı, ona bakmak gerekiyor. Biz daha öncede çok kapışmalar gördük, Susurluk’ta da gördük 1987 yıllarındaki MİT raporlarında iki istihbaratçı Ağar ve Eymür’ün kapışmasına tanık olduk. Dolayısıyla öze ilişkin ne var açıklamalarda, videolarda ona bakmak lazım. Susurluk’ta, 1987 MİT raporları da, o dönemde hem mecliste hem kamuoyunda ciddi tartışıldı, komisyonlar kuruldu. Çok uğraşıldı kamuoyunda, medyada ama öze ilişkin bir aydınlanma olmadı. Asıl sorumlular yargılanmadı. Mehmet Ağar’ın,” ne yani tüm bu işleri tek başıma mı yaptım” dediğini hatırlıyorum. Soğuk savaş bittikten sonra pek çok batılı ülkede kontrgerilla, derin devlet ve uyuşturucu faaliyetlerine yönelik esaslı soruşturmalar ve yargılamalar oldu. İleri demokrasilerde önemli ölçüde mesafe alınmasına karşın Türkiye’de öze girilemedi. Hiçbir zaman öze girildiğini ulaşıldığını göremedik. Ne Susurluk ne Ergenekon soruşturmalarında öze gidilemedi. 

Bir zaman Süleyman Demirel’e sormuştuk “derin devlet nedir sizce?” diye. Veciz bir cümle sarf etmişti: “derin devlet askerdir” demişti. 

Cevaplanması gereken asıl soru şudur; peki bugün derin devleti hangi yapılar oluşturuyor? Derin devlet ve rejim iç içe geçmiş bir durumda mı? 

Bir iki hususu belirteyim. Derin devletin en önemli unsurlarından biri, (1970’ler, 80’ler, 90’larda ismi çokça geçenlerin neredeyse tamamı vefat etti) olarak ismi geçen Orgeneral Necdet Üruğ geçtiğimiz günlerde vefat etti. Necdet Üruğ derin devlet için çok önemli bir isimdi, 1980’li yılların MİT raporlarında ismi geçmiş biriydi. 70’li yıllarda Birinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı yaptı, 12 Eylül darbesinde de çok önemli bir kişiydi. İktidarı ele geçiren askerlerin kurduğu Milli Güvenlik Konseyinin Genel Sekreterliğini yaptı. Darbenin ve Konseyin beyni konumundaki isimlerdendi Orgeneral Haydar Saltık’la birlikte, sırlarıyla da vefat etti. 

Yine geçtiğimiz günlerde dikkatimi çekmişti, uzun süreden sonra Mehmet Eymür bir Youtube kanalında gözüktü, yeni bir şey söylemedi, sadece şunu söyledi “devlet için iş yaparken bazı arkadaşlar kendilerine çalıştılar” dedi. Ağar’a “bulaştığı işler konusunda Hiram (Abas) beyle uyardık ve yanlış yoldasın dedik” dedi. 

ÖÖ: Buymuş değil mi sorun kendi çıkarlarına çalışmaları?

AB: Duyamadım.

ÖÖ: Kendi çıkarlarını, çalışmalarını sadece sorun etmişler değil mi? Diğer işler devlet adına yaptıkları o kadar sorun değil galiba?

AB: Tabii devlet için yapılmasına bir sorunları yoktur, yasa dışı işler devlet için yapılıyorsa her zaman kutsaldır. Şimdi, 20 yıla yaklaşan AKP iktidarı döneminde de eski mafya eski derin devlete ne oldu? Ne kadarı yerinde ve zinde? Yeni derin devlet var mı? Peker’e çok saplanmamak esas bunlara bakmak lazım. Mesela eski Türkiye’de Suriye milisleri yoktu, özel ordu yoktu, Tanrıverdi girişimleri yoktu, paramiliter İslami gruplar yoktu, cami gençlik kolları yoktu, Osmanlı ocakları vs. yoktu. Bugün Özgür Suriye Ordusu hakkında bilmediklerimiz, bildiklerimizin yanında çok az, kaç kişilik ordu bu ordu, çok sayıda paramiliter oluşum olduğunu anlıyoruz, yazılıyor bunlar.

Ayrıca eski derin devlet, askeriyle ve siviliyle otoriter sekülerliğin bekçisiydi.Bugün Türkiye demokrasiden uzaklaşmış durumda, otoriter bir rejim bulunuyor. Ancak rejim ve devlet otoriterleşirken sekülerlikten uzaklaştı. Derin mevzuları konuşurken bunlara dikkat etmek lazım. Geçen hafta konuştuk Ermeni ve Rum tehciri ve kırımını, o devirde bu ilerde mahkûm taburları kullanılmıştı. Mahkûm taburları 1970’li yıllarda da kullanıldı, hem yurt içinde hem de yurt dışında..

Evet Susurluk kazasıyla ortaya çıkan bir tablo var ama artık 90’lar Türkiye’sinde değiliz. Bu mevzuları 90’ların derin ilişkilerine bakarak meseleyi çözümleyemeyiz. Yeterli olmaz. Dolayısıyla dünkü derinlikle bugünkü derinlik farklı, eski derinlikten günümüze intikal eden bir şey var, Ağar’la Erdoğan’ın İstanbul’da yolları kesişmişti, biri belediye başkanıydı diğeri emniyet müdürüydü. Ağar’la Akşener ilişkisi ağabeylik düzeyindeydi. Susurluk patladığında biliyorsunuz istifalar oldu, Ağar istifa etti, Akşener İçişleri Bakanı olmuştu. Eski ilişkileri bugüne yüzde yüz taşımak bana pek mantıklı gelmiyor. 

Bugünündevlet ve rejim yapısındaki değişiklikleri göz önüne alarak günün derin mevzularına bakmak lazım.

Bu aşamada başka bir soru soracağım, fazla da uzatmayacağım. Devletlerin gündemine hangi zamanlarda uyuşturucu ve mafya meseleleri giriyor? Bu sorunun cevabı çok önemli. Tarihsel gözlemlerimiz gösteriyor ki, döviz kıtlığı çeken ülkeler, ambargolara muhatap olan ülkeler, sorunu aşmak için bazı çareler arıyorlar. Dünya pratikleri en azından son 60-70 yıla, 2. dünya savaşından bu yana baktığımızda bazı ipuçları veriyor. Ülkelerin; ekonomik sıkıntılar içerisinde olması, kıt olan şeyin döviz olması, ambargolara muhatap olmaları sonucunda, sorunu aşmak için kimi çareler aradıklarını biliyoruz ve o çareler o ülkelerin başlarına çok şey açıyor. 

Gelişmiş ülkeler de açıkçası pis işlerini bu kanallardan yaptılar, hatırlayalım ABD -İran Nikaragua ilişkisini silah satışını ve parasının Nikaragua’daki ABD yanlısı gerillalara verilmesi meselesini. Yasa dışı pis işlere, sadece dövizi kıt olan ülkeler değil, parası rezerv para olan ülkeler de bu işlere belli nedenlerle başvuruyor. Dolayısıyla bu mevzulara bakarken ekonomi politik süreçleri ihmal etmemek gerekiyor. Döviz rezervleri nedeniyle kıvranan, orta gelir düzeyinin altlarına düşen, eksi döviz rezervlerine sahip ve döviz açıkları olan ülkelerde yaşanan derin mevzuları tüm bunlarla birlikte ele almak lazım. 

Yeni mucizeler ortaya atılıyor. Avrupa Süper Kupa futbol final maçı Türkiye’de olacak, 100 milyon dolarlık tanıtım! İnanılır gibi değil. “Pandemi bize yaradı” dedi geçenlerde birisi. 

Dolayısıyla bu derin mevzulara bakarken işin magazinsel boyutundan sıyrılmak lazım. Türkiye’nin içinde bulunduğu iktisadi pozisyonu göz önüne almak lazım. Mesela biraz önce bir haber okudum. Panama’dan gelen Mersin limanına gelen bir gemide Mersin limanı adresmiş, muz kutuları içinde kokain ele geçmiş. 

ÖM: Kokain değil mi? Evet.

AB: Geçtiğimiz günlerde çok fazla kokain, uyuşturucu operasyonları gündeme geldi Milyar Dolarlarla varan yeni yakalamalar gündeme geldi. Bir hareketlilik var. Derin mevzuları Türkiye’nin geçtiğimiz 19 yılda yaşadığı değişimlerden sarfı nazar ederek bakmamak lazım. İçinde bulunduğu ekonomi politik süreci de içselleştirerek bakmakta ciddi fayda var. 

Yeni anayasa tartışmalarıyla bir şekilde kamuoyunu oyalamaya çalışıyorsunuz, MHP’nin yeni anayasa önerisinde anayasa mahkemesi yok. Yıllardır Türkiye’nin içinde bulunduğu dış politika süreçlerindeki çıkmazlarını, iç politikadaki çıkmazlarını, bölgesel çıkmazlarını ve iktisat hayatındaki çıkmazları gündeme getiriyoruz. Tablo ortada, faiz de düşmüyor, kurda da gerilemiyor. 

Son zamanlarda dış ilişkilerde seri şekilde geri adım atma sürecine girdik. Ne yapıyoruz? Rusya ile Amerika arasında sıkışmış bir Türkiye var. Erdoğan turist mevzusu görüşüyor Merkel’le Putin’le, turist gelsin aşkıyla yanıyoruz. Çünkü para – döviz yok. Ayrıca içimizde bir Rusya var artık, içimizdeki Rusya ABD’den daha mı güçsüz? Bunun bilhassa altını çizmek istiyorum. Ekonomik olarak güçsüz duruma düştüğünüzde arada derede kalmışlıkları çözemiyorsunuz. Geri adım attığınız alanlar, kısa bir zaman önce pozisyon aldığınız alanlar. Mısır, Libya, Arabistan, Körfez ülkeleri, şimdi Suriye ile de ilişkiler geliştirilmeye çalışılıyor. Bu arada ilginç bir şey olmuş, kaçırmışım, belki siz yakaladınız, Mısır’la ilişkiler geliştirilmeye çalışılıyor ya, adım attı Türkiye gitti Kahire’ye, Mısır çağırmadı biz gittik. Gittiğimizde, yeniden merhaba demeden önce NATO’da Mısır’a yönelik vetosunu kaldırmış Türkiye. 

Evet geri çekilme dönemine girmiş gibiyiz. Ama bunların bir bedeli de var elbette. Yakında Suriye’ye girdiğimiz bölgelerden de çıkmaya başlayabilir miyiz? Rusya’yla çatışma bölgelerinde bazı karakollar filan kalkıyor, gidiyor, oralar rejimin ya da Rusya denetimine giriyor. Rusya ile anlaşamıyoruz. 

Şimdi dış politikada bir fiyasko yaşanıyor, bölgede ana müteahhit olmaya soyunan bir iktidardınız, taşeron bile olamıyorsunuz. Eksi döviz rezervleri ile olmuyor bu işler. Büyük devletlerin etki alanında sıkışıp kalmışlık söz konusu. 

Olacağı buydu. Bölgede hâkimiyet kuracak bir ülke olamaya soyunuyorsunuz. Ülkenin siyasal rejimini değiştirmek suretiyle otokratik bir devlet de kurdunuz, ama borçla kurdunuz. Borçla otokrasi kuran bir devletiz biz. Borç dağı aşmış vaziyette, sürekli dış politikada kaydediyorsunuz. Çünkü bölgesel hamleler, komşuların iç işlerine karışmalar, hem yüksek harcamalara neden oldu hem de yanlıştı dış politikanız şimdi büyük bir sıkışmışlık içerisindesiniz. 

Şimdi mevzu geliyor Haziran’a dayanıyor, Haziran’da görüşmeler olacak, Halkbank davası beklentisi var, onda da 3 Mayıs’ta kararı açıklamadı üst mahkeme, dolayısıyla alt mahkeme başlayamadı. Ama davanın önemli sanıklarından cezasını çekmiş Hakan Atilla’ya ticari yasak kondu. Bu karar önemli gözükmese de” elim sende” diyor ABD yargısı. 3 Mayıs’ta G7 dışişleri bakanları toplantısı yapıldı. 1 ay sonra 11-13 Haziran’da G7’nin başkanları İngiltere’de toplanacak bildiğim kadarıyla. Bunun akabinde de 14 Haziran’da Brüksel’de NATO başkanlar zirvesi yapılacak, Biden’la Erdoğan burada görüşecek. Ömer bey daha iyi bilir ama yani bu zirvelere kalmadan aslında daha alt düzeyde mevzuların çözüleceği işaretleri tarafların görüşmesiyle ilerler. Sonuçlar buralarda açıklanır. 

Gördüğüm kadarıyla 1 ay var ama F35, S400 gibi deve dişi sorunlar ortada, Halk Bankası ülkenin tepesinde bir çan, halk çanı devam ediyor Halk Bankası çanı, bu tür mevzulara ilişkin bir ilerleme kaydedilse gün yüzüne çıkar, sadece tenakuz olunan alanlarda bazı geri adımlar söz konusu. Tabii burada Haziran’a endekslenme iktidar ortaklarında rahatsızlığa yol açıyor olabilir. Tüm bu geri dönüşlerle iktidarda ne kadar kalınabilir? 

Yıllardır iktidarları siyasal ve iktisadi süreçleri takip eden bir gazeteci olarak benim gördüğüm iktidar kavgalarının bölünmelerinin nedeni pastanın küçülmesidir. Pasta küçülünce, iktidarla kendisini destekleyenler arasında, ayrıca iktidara destek verenler arasında kavga çıkar. Yani mama azalınca, kalmayınca ‘Brütüs’ler de çıkar. 

AKP büyük pasta partisidir, iktidarda kalmasını pastanın büyüklüğüne borçludur. İktisadi konjonktür pastayı büyütürken AKP iktidar oldu. İktidarı boyunca da pasta büyüdü. AKP döneminde Cumhuriyet tarihinin en büyük dış kaynak girişine şahit olduk. Mahfi Eğilmez’in yaptığı bir analize göre, 1923 -2003 arasında 11 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye girişi olmasına karşın 2003 -2020 dönemimde 224 milyar dolarlık, 22 katı doğrudan yabancı kaynak yatırımı oldu. Pasta büyükken tarafları idare etmek, ülkeyi yönetmek kolay, kaynak azalınca, pasta küçülünce menfaat topoğrafyası da bozuluyor. Bu durum her kesimi ilgilendiren bozulmalara yol açıyor, havuz dolmuyor, çünkü havuz devridaimle çalışmıyor. Havuzu daha önce açıkladık, ana havuzdan aşağıda doğru küçülen havuzlar var. Elbette çok fazla da delik var. Yakında bir borç duasına çıkarsak şaşmayalım rezervleriniz eksilerde dolaşıyorsa, kuraklıkta yağmur duasına nasıl çıkılırsa yakında bir de döviz duasına, borç duasına çıkarlarsa şaşmayalım. O kadar kötü durumdasınız. Vahim durum ne getiriyor? Yönetememeyi getiriyor, kavgayı getiriyor ve çaresizlik sendromunu yükseltiyor. Tabii ki sertliği ve şiddeti arttırıyor. 

Düşünün enflasyon üzerine araştırma yapan grubun ifadesi alınıyor, arka arkaya gelen acayip gelişmelere yetişemiyoruz, artık belediyelerdeki çalışanların sicilini dahi Erdoğan verebilecek. Bir final maçından medet umuyorsunuz, onun da olup olmayacağı belli değil. Aşamalarla 2011’den bu yana, Roboski’den bu yana, sertlik rejimine, anti demokratik süreçlere dahil olduk. Sonunda kendinden menkul bir otoriter rejime girdik. 2018’ten itibaren özellikle tam teşekküllü olarak girdik. Sonra salgın geldi, ekonomi daha da vahimleşti, salgından önce de ciddi bir iktisadi kriz içinde kıvranıyordu Türkiye. Dolayısıyla mafya kapışmasına aslında çok saplanmamak lazım, sonrasına neler olabileceğine bakmak lazım. Tümüyle, devleti deriniyle, derin olmayan kısmıyla birlikte ele almak, geçen 19 yılda köprülerin altından çok suların geçtiğini, evet eski unsurları da hesaba katarak ama yenileri de gözden kaçırmayarak bakmak lazım. Özellikle özel ordular meselesine ve paramiliter güçler meselesine, sivillerin silahlanmasına. 

ÖM: Ben de bir iki ilavede bulunayım izninizle. Yani bu sözünü ettiğiniz şey tabii dünya çapında bir olay yalnız Türkiye’de değil, bu videoları seyredilen mafya unsurları işte Meksika’da, Kolombiya’da büyük katliamlar olmaya başladı, Brezilya’da Faveralara yapılan görülmemiş baskı ve şiddet. Panama’dan biraz önce bahsettiniz, bütün dünyada ve kokainle bağlantılı işte üçüncü video da yayınlanmış Sedat Peker’den ‘baba’ dizisinde. Çok şiddet uygulamaları var, o anlatılıyor ve göndermeler var kitaplara da, mesela son videoda çeşitli kitaplarla mesaj veren Peker’in bu son videoda ‘Babanın Dönüşü’ isimli kitabı yer almış ‘Corleoneler’ isimli mafya ailesinin soğuk savaş dönemindeki hikayesini anlatıyor filan. Bir de şeyden bahsetmek lazım, yani ‘Türkiye Cumhuriyeti bir mafya devleti midir?’ diye soran Tuğçe Tatari’nin T24’teki yazısı yani “Türkiye bir mafya devleti midir ki mensupları hakkında suç işlediği veya suça karıştığı iddiası varken yargılamadan sessizce tıpkı mafya düzenindeki gibi konular kapanmaktadır” diyor. Sizin de bahsettiğiniz gibi “bunlar gelip geçici, Reza Zarrab’dan girin, Zindaşti’den çıkın, kripto para vurguncusundan tutun, Sedat Peker’den bırakın” diye başlayıp sonuçta da şöyle bitiriyor yazısını Tatari “insan ister istemez Tansu Çiller’i hatırlıyor. Evet kumarhaneler üzerinden yürüyen karanlık savaşı, mafyanın devlete sızışının derin devlet adına Jitem adı altında uygulananları. Sonuçta da özel televizyonların canlı yayınlarında yaşanırdı mafya hesaplaşmaları, öyle bir yıkıntı yaşattı ki o dönem ülkeye, enkazı hâlâ kaldırılamadı” diyor sizin de söylediğiniz gibi 19 yıllık bu iktidar da o enkazın tekrarlanmayacağı, sözüm ona aydınlık sözü verildiği için kurulmuştu. Yani bir ülkeyi mafya ile işbirliği yaparak yönetmeye çalışmanın sonu en iyi ihtimalle delilik mertebesi (Özer Çiller) ya da yaşam boyu sırtlanılmak zorunda kalınacak bir başarısızlık ve ihanet öyküsünden (Tansu Çiller) başka ne olabilir ki?” demiş. Hakkı Özdal da Gazete Duvar’daki yazısında “1987 ve 1997’deki gibi yine bir kavganın başına değil sonuna tanık oluyoruz belli ki. Rejim damarlarında kan yerine bu irin aktığı için ölmüyor, ölmekte olduğu için bu kirli nehir akıyor” diye paralel bir yorum geliştirmiş.

ÖÖ: Ümit Kıvanç’ın da Gazete Duvar’da bu konuyla ilgili güzel bir yazısı vardı. O da şeyi hatırlatıyor, 2004 yılındaki telefon görüşmelerini bu Ergenekon davasında ortaya dökülen. Böyle aslında siyasi partiler, o dönemin isimleri Korkut Eken’ler, vs. hepsinin aslında bir siyasi parti kurma girişimi olduğundan söz ediyor bu Sedat Peker oradaki telefon görüşmelerinde. 

ÖM: Evet böyle bir ortam var yani.

AB: Tarihimiz maalesef böyle, birkaç hususu vurgulamaya çalıştım, birincisi bu işlere bakarken içinde bulunulan iktisadi konjonktürü hesaba katmak lazım, kaynak-döviz kıtlıklarını. İkincisi de iktidarda olan gücün siyasal geçmişi ve siyasal duruşu özellikle deseküler bir devlet anlayışına sahip olmasını, buna uygun bir yapılanmanın söz konusu olduğunu. Üçüncüsü kavgalar pastanın küçüldüğü dönemlerde artar. 

Türkiye tarihi boyunca uyuşturucu devlet mafya gelişmeleri içinde oldu. 1960’larda yaşanan bir olay vardır bir MHP senatörünün uyuşturucu ile -Ömer Madra hatırlayabilir- Fransa’da sanıyorum çok ciddi miktarda uyuşturucuyla yakalandı ve mesele hem içerde hem de dışarda kapatıldı, Kudret Bayhan mıydı neydi ismi unuttum?

ÖM: Evet Kudret Bayhan’dı galiba evet.

AB: Yakın tarih boyunca silah ve uyuşturucu mafyası ve devlet ilişkisi önemli. Ancak bugünkü durumun farklılıklarına dikkat çekmekte fayda var. İçinde bulunduğumuz iktisadi konjonktürün neler yaptırabileceğine dikkat etmekte fayda var. Başka konulara giremedik.

ÖM: Yok girmeye de bence o kadar ürküntü verici ve vahim ki daha fazla bir şeye…

AB: Mehmet Ağar Erzurum Valisi iken Bahçelievler katliamının en önemli isimlerinden Haluk Kırcı’nın düğününde derin elemanların birlikte halay çektikleri fotoğrafları ne çabuk unuttuk?

 

ÖM: Evet. Sorun da bu, bellek sorunu ama içişleri bakanı sizinle aynı fikirde değil. “Bunlar geçecek, kolaylıkla halledilecek işler” diye açıklamalar yapıyor. 

ÖÖ: Mafyayı çökertiyoruz diye açıklama yaptı.

ÖM: Mafyayı çökertiyoruz diye rakamlar da vermiş. Onun için merak etmeyin Ali Bey! Gerisinin başarı hikayelerini…

AB: Zindaşti ne oldu? 

ÖM: Evet Zindaşti.

AB: Neyse burada keselim artık.

ÖM: Onları başka zaman konuşma fırsatımız olur. Peki çok teşekkür ederiz Ali Bey.

AB: Kolay gelsin, iyi haftalar, hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.

ÖM: Hepimize.