Korona Günleri’nde Prof. Selim Badur, özellikle gelişmekte olan ülkelerde koronavirüs salgını nedeniyle çocukların aşılanmalarının aksamaya uğramasının çok ciddi sonuçlara gebe olduğunu belirtti.
(1 Temmuz 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar.
Selim Badur: Merhaba, günaydın!
Özdeş Özbay: Günaydın.
ÖM: Gidişat nasıl?
SB: O kadar çok olumsuzluktan bahsettiniz haklı olarak çünkü olumlu fazla gelişme olmuyor. Ben biraz havayı dağıtayım mı?
ÖM: Evet.
SB: 3 tane başarılı politikacı, 3’ünün de tek ortak yönü var, tek demeyeyim ama en önemli ortak yönleri kadın politikacılar olmalı. Yeni Zelanda’da Jasinda Ardert, Tayvan’da Tsai Ing-wen, Almanya’da Angela Merkel. Bu üçünün karşılarında da İngiltere, ABD ve Brezilya’daki erkek politikacılar. Bunları kıyaslayan bir yazı çıktı, çok da hoş bir yazı, aslında politikacıların bu feminen yaklaşımlarının hiçbir zaman küçümsenecek, gülümsetecek bir şey olmaması gerektiği ve otorite ile politikadaki başarıyla kadın olmanın çelişmediği, bazı eleştiriler oluyormuş demek ki, örneğin Ardert dünyada i görevi sırasında doğum yapan ikinci politikacı, Merkel anne değil ama ülkesinin ‘mommy’si, annesi, Tsai ise doktorası olan sorunlara iyi niyetle davranan ve yaklaşan bir politikacı. Bütün bunların üçünün ortak yönü kadın politikacılar olmaları, çok farklı coğrafyalardan gelmelerine rağmen erkeklere oranla da bu koronavirüs sorunu karşısında başarılı olmaları.
Bir diğer hoş haber, bir süreden beri bahsettiğim edebiyat ve pandemi ilişkisinde sizin de radyoda okuduğunuz Camus’nün eseri Veba’nin dışında iki tane edebiyat eserini konu alan bilimsel makale, bir tanesi Lancet’te diğeri JAMA’da çıktı. Lancet’teki yazı Jose Saramago’nun ‘Körlük’ isimli kitabıyla pandemi arasında olup bitenler ya da oradaki söylevler arasında bir paralellik kurması. Bilindiği gibi Saramago’nun ‘Körlük’ kitabını 95’te kaleme almıştı Portekizli yazar, bir kentte körlük salgını oluyor, neredeyse sanki bir bulaşıcı hastalıkmış gibi ve sonuçta ordu tarafından belirli yerlere kapatılan, bu sorunu yaşayan insanlar var. Romanın kahramanlarından doktorun eşinin söylevi, “aslında insanların gözleri değil yürekleri kördü çünkü biz gören körlerdik” gibi bir söylevi vardı olup bitenleri görmüyorduk gibi. Yazıyı Daniel Marchalik kaleme almış Lancet’te, Covid-19’da da aslında biz olup bitenlerin gerisindeki eşitsizlikleri ve haksızlıkları görmüyoruz. Bu iş bir gün bitecek ancak bittiği zaman geriye ne kalacak? Bunu yaşayıp göreceğiz, ekonomik zorluk yaşayanlar, ailelerinden, sevdiklerinden bazı kişileri yitirenler, sağlık çalışanlarının kahramanlıkları, bunların dışında biz yine büyük resmi yani esas nedeni oluşturan adaletsizlikleri, eşitsizlikleri ve yoksullukları görmeyeceğiz. Bundan endişe eden bir yazı. İkincisi bana daha da hoş geldi bu JAMA’da (The Journal of the American Medical Association) çıktı. 1925 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan, ancak ödülü de kabul etmeyen Sinclair Lewis’in eserinde Martin Arrowsmith’in öyküsünü anlatıyor. Yazı David Einstein isimli bir araştırıcı tarafından yazılmış ve “covid-19 pandemisi sırasında Arrowsmith’i yeniden okumak” isimli bir yazı. Sinclair Lewis oldukça ilginç bir yazar ve Martin Arrowsmith ismini taşıyan kitabını Paul de Kruif isimli bir bilim yazarıyla çalışarak yazıyor, hatta onunla ortak yazıyor, ki satışların yüzde 25’ini de bu kişiye veriyor. Paul de Kruif ülkemizde de Mikrop Avcıları isimli kitabın yazarı olarak tanınan kişi. Aykırı bir hekim Arrowsmith ABD’de, küçük bir kentte hekimlik yapıyor. Oldukça çalkantılı bir özel hayatı var ama sonunda kendisini Chicago’da bir özel hastanede buluyor ve orada çalışırken o sırada Karayip adalarında yaşanmakta olan veba salgınında kullanılmak üzere bakteriyi, etken olan mikroorganizmayı parçalayan bir faj buluyor: bakteriofaj. Bunlar bakterileri eriten, bakterileri öldüren virüsler. Bu virüsle beraber salgına neden olan bakteriyi öldürmek için Karayip adalarına gidiyor ve orada yaygın olarak fajı kullanıyor ve gittikçe kendisi bir popülerlik kazanıyor, çok seviliyor halk tarafından, New York’a döndüğü zaman bir kahraman ilan ediliyor. Bu arada bilimsel araştırmaları mı hızlandırsın, olayın mekanizmasını mı çözsün, yoksa insanları mı kurtarsın? Bu ikilemi yaşamakta taa ki adaya gittiğinde eşinin de vebadan ölmesine kadar. Ondan sonra konunun tamamen halk sağlığı kısmına eğiliyor ve o bilimselliğin birazcık üstten bakan görüşünü terk ediyor. Bu iki eser bu dönemde okunması gereken ya da okunması ilginç olacak iki eser. Dediğim gibi bu 1925’te Nobel ödülü almış, dediğim gibi Sinclair Lewis Nobel ödülüne layık görülen ama ödülü reddeden, onun da öyküsü ilginç ama vaktinizi almayayım.
Pakistan’dan bir haber vereyim, Pakistan’da 16 milyonluk Karaçi’nin 7 milyonu neredeyse yüzde 45’i kentin kayıtsızmış, yerleri- yurtları belli değil, nerede oturdukları tam bilinmeyen kayıt dışı insanlardan oluşuyor. Karaçi’nin bu bölgesinde yaşayan çocukların aşılanmasında bir sorun var deniyordu ancak Covid-19 sorununu yaşarken aşılamanın düşüş oranlarını vermişler çıkan yazıda, Lancet Global Health’de çıktı. Kısıtlamalar gelmeden önce, pandemi nedeniyle getirilen yasaklar başlamadan önce altı haftalık sürede bu kesimde 608 bin çocuk aşılanmış, yasaklar ve kısıtlamalar başladıktan sonra bu sayı 92 bine düşmüş. Yani günde aşılanan çocuk sayısında yüzde 52,8’lik bir azalma varmış. Günde 2 bin 734 çocuk aşılanamıyor bu nedenle, sadece zorluklar, lojistik sorunlar değil örneğin aşı merkezlerinin yüzde 18’i de kendilerini kapatmışlar. Bu Pakistan’da olan biteni niye söylüyorum? Gerçekten bunu unutmayalım, sonbahar kış aylarında birçok ülkede, özellikle gelişmekte olan ülkelerde pandemi nedeniyle rutin çocuk aşılamalarının aksamasına bağlı olarak çok aza indirgenmiş olan kızamık gibi, çocuk felci gibi hastalıkların salgınlarıyla karşılaşacağız. Şaşırtıcı olmasın, bu konuda çok ciddi önlemlerin alınması gerekiyor, şu anda kimse bir şey yapamıyor, ABD’de de azalma oldu ama gördüğünüz gibi Pakistan’da durum oldukça vahim, benzer bir durum komşusu Hindistan’da da ortaya çıktı.
ÖM: Ben burada araya girebilir miyim?
SB: Elbette.
ÖM: Bir hafta önceki Korona Günleri programında “her gün bildirilen yeni vaka sayısına baktığınız zaman çok artış olduğunu ve ısrarla söylüyorum ama bıkmayacağım bunu söylemekten” demiştiniz, yani “lütfen beni frenlemeyin!” diye. “Olup bitenlere baktığımız zaman işte Türkiye’de olsun, Avrupa ülkelerinde olsun bu yavaş yavaş önlemlerin kaldırılması, kademeli de olsa çeşitli alanlardaki rahatlamalar insanların “artık bu iş bitti herhalde!” düşüncesine kapılmalarına yol açacak. Şu anda olgu sayısının azalması nisan ve mayıs ayındaki o birtakım yasakların, kısıtlamaların sonucunda olan, gelinen noktaydı. Şu anda açılan bütün kısıtlamaların ne getireceğini ise biz temmuz sonuna doğru göreceğiz” demiştiniz özellikle sonbaharda. Şimdi bütün yeni gelen haberlerde orada söyledikleriniz doğrultusunda, koronavirüsün New York Times’ın son değerlendirmesinde mesela ABD’de Antony Fauci gündelik vaka sayısının 100 bini bulacağını söylüyor. Günde 100 bin gibi muazzam bir rakam! Yeni virüs vakalarının son 2 hafta içinde yüzde 80 arttığını söylemiş. Kaliforniya’da bilinen 200 bini aşkın vaka olduğunu söylüyor aynı haberde. Zaten DSÖ de “esas itibariyle bu işin sonuna filan gelmedik” demişti. Lester şehrinde de karantina önlemleri geri getirilmiş. Vakaların artışına büyük olasılıkla açılmışken tekrar kapatılmış gibi durumlar da var. Onu da ben eklemek istedim.
SB: Teşekkür ederim. Gerçekten bu göreceli azalma nisan ayında alınan önlemlerin sonucu gibi görünüyor. Şu andaki kademeli açışlar temmuz sonunda getirisini yaşayacağız ancak unutmayalım temmuz ayında insanlar bir arada çok fazla olmayacak, dağılacaklar ve açık havada daha mesafeli yaşam sürecekler. Bu nedenle çok büyük artışlar görmeyeceğiz, evet temmuz ayı sonunda ortadan kalkmadığını göreceğiz ama kısmi ve az oranda artış göreceğiz. Biz esas artışları eylül ve ekim aylarında göreceğiz, kapalı alanlarda yaşamaya başladığımızda, okullar açıldığında ya da tatil bitip işyerleri dolduğunda. “İşyerleri dolduğunda” dedim, tabii birtakım ekonomik sıkıntıları beraberinde getiriyor demiştim bu salgın ama sadece ekonomik kısıtlamalar işten çıkarmalara ve maaşların azalmasına değil, örneğin işyerlerinin, ofislerin satışlarını da etkilemiş. Fransa’da La Defence’da 70 kadar gökdelen ve 3 bin 600 kadar işyeri varmış, 180 bin çalışanı varmış, şu anda 35 bin kişi çalışıyormuş, yani emlak sektörü de çökme riskiyle karşı karşıya. Bu arada 14 Kübalı doktor üç ay için Martinik’te çalışmaya başlamışlar, böylece Fransa, İtalya ve Angola’dan sonra üçüncü Küba sağlık yardımını alan ülke ya da bölge oldu Martinik. Dün politik gelişmeler oldu, Fransız senatosu oy birliğiyle pandemi dönemi yönetiminin araştırılması için bir komisyon oluşturdu. Bunun yanı sıra eski Sağlık Bakanı kendisi bir hematolog olan Agnes Buzyn sorgulandı; sorgulanma nedeni maskeler. Biliyorsunuz kendisinin sağlık bakanlığı döneminde 600 milyon kadar maske ya satıldı ya bağışlandı yani Fransa’nın dışına çıktı. Bu soruşturuluyor.
ÖÖ: Salgın öncesinde değil mi bu?
SB: Evet, evet 2006’da
ÖÖ: Beklenmiyordu?
SB: Tabii i beklenmiyordu, “gerek yok bunları stoklamaya” diye ya bağışlamışlar ya satmışlar ya da son kullanım tarihi gelmiş ve imha etmişler. Kimse aslında çok ciddiye almıyordu bu salgını.
Hangi ülkelerde rekor var? Bazen şu ülkede rekor olgu bildirimi oldu diyoruz, dün rekor Cezayir’de, Cezayir’de en başından beri pandemide en fazla saptanan olguyu dün bildirdi. Joe Biden de seçimlerden önce miting yapmayacağını açıkladı. Bunlar politik haberler, bitirmeden önce bir iki tane de bilimsel yayına değineyim. Bir tanesi önce Çin’de Wuhan’da sonra İran’da ve nihayet İtalya’da bu Covid-19’a yakalanan insanların bir kısmında koku ve tat duyularında azalma olduğu bildirilmişti. Doğrusu isterseniz ben bunu bir rastlantısal gelişme zannediyordum, daha sonra bunun ciddi bir bilimsel temeli olduğu ortaya kondu. Hatta bu duyu kaybına bakarak iş yerinde insanlar çalıştırılsın veya çalıştırılmasın, en azından “39 derecenin üzerinde ateşiniz var mı?” filan sorgulamalar yapılıyor “duyu ve koku kaybı oldu mu sizde?” gibi sorular da sorulabilir, anketlerin içine girdi bu iki özellik. Şimdi ‘anosmia’ yani koku almanın tamamen ortadan kalkması ya da ‘hiposmia’ azalması. Bunun temeli ve önemi ortaya çıktı. Bir kere sevindirici olan hiçbir zaman geri dönüşümsüz bir hasar meydana gelmiyor, yani 2-3 hafta sonra tekrar koku almanız normale dönüyor. Bunun olfaktif nöronları yani burun bölgesindeki nöronların, sinir hücrelerinin enfekte olması sonucunda ortaya çıktığı, ikinci bir mekanizmanın ise virüsün bu bölgede oluşturduğu birtakım hasarlar nedeniyle bu koku almanın ortadan kalktığı. İlginçtir, burun fizyoterapisi diye bir alan ortaya çıkmış, burun fizyoterapisi yapılıyormuş. İsterseniz yine bir bilimsel çalışmaya değineyim, dün Nature Dergisi’nde yayınlandı, ilk isim David Robjani aslında Michael Musseng ve ekibinin yaptığı NIH’ten, Amerika’dan bir çalışma. Antikor konusunun altını çizmekteler; bu konuyu dönem dönem gündeme getirmekte yarar var çünkü gelecek olan aşı ya da beklenen aşı, oluşacak antikorları hedeflemekte. Bu nedenle antikor dünyası, Covid’de ne oluyor antikorların, bu koruyucu moleküllerin rolünü araştırmakta? Bunun özellikleri ortaya çıktıkça dillendirmekte yarar var. Çalışmada, “Covid-19’a yakalanan, yani Sars-cov-2 virüsü ile temas eden her bireyde antikor oluşuyor. Ancak oluşan antikorlar yüzde 79 olguda yani neredeyse yüzde 80’inde koruyucu düzeyin altında. Yani oluşan antikorların titresi, miktarı oldukça düşük” bu önemli bir bulgu. Demek ki doğal Covid-19 enfeksiyonlarında koruyucu antikorlar olmasına rağmen miktarı yetersiz. Bu bize tabii bir yerde ümit ışığı çünkü demek ki bir koruyucu antikor kavramı var doğal enfeksiyonda, aşıda da bunu hedefleyebiliriz ama bu antikorların düzeyini ve kalıcılığını yani süresini iyi ayarlamak lazım. Buradan hemen bu konvalasen plazma konusuna geçelim; enfeksiyonu geçiren insanların plazmaları alınıyordu ve tedavi için kullanılıyordu, tabii ülkemizde de böyle bir ekip çalışıyor ve bunu mucizevi olarak “tamam, oldu, hallettik, bunu kullanıyoruz ve kullandığımız bu yaklaşım sonucunda da insanları kurtarıyoruz” deniyordu. Bu o kadar kolay bir şey değil, yani sizin kullandığınız plazmalarda hastalığı geçiren ve antikor oluşturmuş kişilerin plazmalarında demin belirttiğim gibi bu antikor miktarı saptanmadıkça siz istediğiniz kadar geçiren insan plazması kullanın belki yeterince antikoru yok, yüzde 80’inde oluşmuyormuş zaten yüzde 79’unda. Önemli bir nokta, bu plazma konusu daha çok tartışılacaktır, üstelik de Journal of Infection Diseases’de Lei Zeng ve arkadaşları bu plazma tedavisinin ölüm oranlarını fazla etkilemediğini, daha çok hastalığın daha hafif seyretmesine yaradığını söylüyorlar.
Covid-19’un bize öğrettiği bunun iyileştirilmesi ve tedavisiyle ilgili önemli bir nokta var. Aslında herkes bir arayış içinde, farklı ülkeler, farklı ekipler, aynı ülke içinde farklı gruplar değişik tedavi protokollerini uygulamaktalar ama önemli olan hastalığın hangi evresinde hangi ilacın kullanılacağı. Üçüncü haftasında iyi gelen bir ilaç birinci ya da beşinci haftada hiçbir işe yaramayabiliyor, bunu unutmamakta yarar var. Bu önemli bir nokta, basit bir şey değil. Bir de özellikle Çin’de lopinavir ve vitomadir gibi hammaddeleri bunlar olan ve AIDS’te kullanılan bir ilaç protokolü vardı, antiviraller. Dün bir yazı çıktı ‘recovery’ klinik araştırma sonuçları bu iki ilacın hiçbir işe yaramadığına dair. Aslında Çinlilerin yayınlarında yararlandıklarından bahsediyorlardı. Yine burada “hangi dönemdeki hasta grubunu alıp ona uyguluyorsunuz?” bu ön plana çıkıyor. Şimdiye kadar pek göz ardı edilmişti, dikkate alınmamıştı. İsterseniz burada duralım, yarın biraz bilim dünyasında ne oldu ne bitti? Covid-19 neye ayna tuttu? Bunlara bakalım.
ÖM: Tamam çok teşekkür ederiz.
SB: Ben teşekkür ederim, iyi yayınlar, sağ olun.
ÖÖ: Teşekkür ederiz.