Korona Günleri programında Selim Badur, önlemleri gevşeten ülkelerin yanı sıra bilimsel makalelerin de üstünde durdu.
(7 Mayıs 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Salim Badur, merhabalar.
Selim Badur: Günaydın, merhabalar.
Özdeş Özbay: Günaydın
SB: Biraz önce çeşitli ülkelerdeki alınan önlemlerin yavaş yavaş gevşetilmesi, serbest bırakılmasıyla ilgili haberler veriyordunuz, oradan sürdüreyim isterseniz. Fransa’da dün oylama yapıldı Başbakan Édouard Philippe’in hazırladığı serbest bırakma ya da önlemleri gevşetme politikalarıyla ilgili planı meclisten geçti ama senatoya takıldı.
ÖM: Öyle mi?
SB: 89’a 81 kaybetti ve Macron’la arası açılıyor, yaklaşımları farklı. Kısıtlamaları Fransa kademeli olarak kaldırıyor ama epidemiyologlar (salgınbilimciler) karamsarlar, çok erken olduğununu, eğer toplum yeniden virüse maruz kalırsa ikinci dalganın kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar; “zorunlu maske kullanımı ve sosyal mesafeye uyularak önlemlerin kaldırılması bulaş riskini ancak %75 azaltır yani tamamen kaldırmaz” diyorlar. Bunun sonunda da önerdikleri önlemler ilginç ve uygulaması herhalde zor, 65 yaş üstü ve kronik hastalığı olanların yıl sonuna kadar evden çıkmamalarını öneriyorlar. Bu sert bir yaklaşım, nasıl uygulanır pek bilemiyorum. Belki birazcık sansasyon, dedikodu haberi istiyorsanız eğer hatırlarsanız bir İngiliz epidemiyologtan bahsetmiştik, kendisi eğer herhangi bir önlem alınmazsa İngiltere’de 500 bin kişinin yaşamını yitireceğini gösteren bir matematik model hazırlamıştı: Neil Ferguson. Kendisi dün İngiltere Bilim Kurulu’ndan çıkartıldı, nedeni ilginç; Dr Ferguson, herkese “evinizde kalın, dışarı çıkmayın çok gerekmedikçe” diyen kişi birkaç gün önce geceleyin sevgilisini görmek için evinden çıkmış, ona gitmiş. Bu öğrenilince, zaten önerileri hükümet tarafından pek uygun görülmüyordu, kendisini bilim kurulundan çıkartmışlar; ama bu ilk örnek değil: Catherine Calderwood isimli bir sağlık yetkisi yetkilisi ki insanlara “sakın evden çıkmayın” dedikten sonra hafta sonu kır evine giderken yakalanmış, fotoğrafı çekilmiş. O da çıkartılmış, görevinden alınmış. Böyle ilginç şeyler oluyor.
Fransa’da da bira üreticileri çok kötü durumdalar, 10 milyon litre biranın atılacağını söylemişler, fermantasyonda sorun olmuş ve tüketilmediği için de bozuluyormuş. Başka haberlere baktığımızda Londra’da genetik enstitüsü genetik analizlere bakarak pandeminin büyük bir olasılıkla 6 Ekim ile 11 Aralık 2019 arasında başlamış olabileceğini söylüyorlar. Biraz geniş bir zaman dilimi ama yine de ilginç “6 Ekim’e kadar uzanabilir” diyorlar.
Bilimsel iki çalışmaya değinmeden önce bir de buna vurgu yapmak istiyorum. Psedoscience, “sahte bilim” diye tanımlayabiliriz belki, Timothy Caulfield’ın bir raporu var, kendisi birçok batı ülkesinde de DSÖ’nün pandemiye gönderme yaparak “infodemic” dedikleri bir olaydan bahsediyor. İnek idrarından reiki uygulamasına, çamaşır suyundan kokaine, biyolojik bir takım maddelerin kullanımından, pandemi nedeninin 5G teknolojisi olduğunun söylnmesine kadar, farklı farklı hiç bilimsel temeli olmayan bir takım iddiaların bu covid-19’ döneminde çok yayıldığını, hatta bunlara bazen bilim kurullarının da katıldığını belirtmişler raporlarında. Örneğin Cleveland Clinic’te hastaya dokunmadan uzaktan reiki ile tedavi yapıldığını, Kanada da omurilik dengesi ya da damarın içine vitamin, sprey şeklinde kök hücre filan gibi böyle bilimsel bir geçerliliği olmayan uygulamalara başvurulduğunu belirmiş. Niye bu konuya değindim? Dün ülkemizde bir gazetede Akdeniz Üniversitesi Farmakoloji Ana Bilim Dalı’ndan bir öğretim üyesinin demeci, tabii kendisi mi böyle söyledi yoksa gazete mi bu şekilde yorumlayıp yazdı, diyor ki “mutasyonlar, aşı ve ilaç çalışmasını geciktiriyor, üstelik ABD’de elde edilen aşı bizde çalışmayabilir” şimdi ne böyle bir mutasyon var, ne böyle bir sorun var ama büyük bir haber olarak, sansasyonel bir haber olarak söylenmekte. Tabii bu yaklaşım olmaması gereken bir şey ama Türkiye’de galiba bu soruna çok rastlıyoruz.
ÖM: Hangi yayın organında, biz takip edemedik onu?
SB: Yeni Şafak gazetesinde çıkmış, yani Yeni Şafak okuru değilim ama bir şekilde karşıma çıktı işte. Dün önemli bir noktaya değinmiştik, “hipoksi”den bahsediyorduk bilimsel çalışmalar açısından. Söylediğim bir şey vardı, akciğerleriden herhangi bir şikayeti olmayan ama tomografide pnömoni saptanan olgular vardı; bu hastaların radyolojik bulguları Covid-19 pnömonisini gösteriyordu ve oksijen seviyeleri düşük idi; ama hastalarda şikayet yok “buna sessiz hipoksi adı veriliyor” demiştim. Bu parantezi kapatmak için aslında normalde pnömoniye yakalanan bir kişi, göğsünde rahatsızlık, ağrı, nefes alma ve solunum güçlüğü falan yaşıyor, fakat covid’de ilginçtir oksijen düzeyi düşse bile nefessiz kalmıyor. Öyle ki ölçtüğünüz zaman oksijen düzeyi çok düşük, yani “bu adamın yaşamaması lazım” derken adam telefonla konuşuyor. Bu nasıl oluyor? Bu covid’e özgü bir şey, ben hep covid’in ve virüsün etkeni olan sars-cov-2’nin alışılagelmişin dışında bir takım davranışlar, bir takım özellikler gösterdiğine değiniyorum, bu da onlardan bir tanesi. Aslında koronavirüsler akciğerde sülfaktan olarak isimlendirilen yüzey maddesini üreten hücrelere saldırmaktalar. Sülfaktan dediğimiz yüzey maddesi üreten bu hücreler soluk alıp verirken hücrelerin bu açılıp kapanmasını sağlayan bir işleve sahipler; Covid pnömonisi başladığında saldırı hava keseciklerini çökmesine ve oksijen düzeyinin düşmesine yol açıyor ama akciğer sıvı dolumuyla tıkanmıyor ve işlevini sürdürüyor, yani bize gerekli oksijen düzeyi düşüyor ama akciğer buna rağmen işlevini sürdürüyor. Bu nedenle karbondioksit biriktirmediği için nefes darlığı hissetmemesini sağlıyor hastaların. Kısacası alışılagelenin dışında bir mekanizma var, gittikçe gerekli oksijen miktarı düşse bile akciğerler hâlâ çalışmaya devam ediyor, ne zamana kadar? Artık iyice iflas edip de son noktaya gelene kadar. Bu nedenle ağır, beklenmeyen ve alışılagelmişin dışında bir seyir gösteriyor. Bu bağlamda daha önce de hep konuştuğumuz yüzükoyun yatma, yatırma hani yeni bir teknik değil, 1970’lerden beri uygulanıyor demiştim. DSÖ yetişkin covid olgularının günde 12 ile 16 saat boyunca yüzükoyun yatırılmasını Mart ayında tavsiye etmişti zaten. Böyle yatırınca oksijen akışı arttığı için akciğerlerin farklı kısımlarının kullanımının artışı sağlanıyor. Bu nedenle akciğer kapasitesi genişliyor. Bunlar akciğerle ilgili kısımlardı, son olarak bir rapora değineyim, sürem bitiyor mu bilmiyorum ama birkaç dakika daha konuşabilirim herhalde?
ÖM: Evet.
SB: 30 Nisan tarihinde Eurofon (AB’nin bir grubu) 85 bin kişide bir araştırma yapmışlar ki yayın haline Eylül ayında girecek olan çalışmanın, ön raporu 27 AB komisyonu ülkesinde yapılan bir çalışmada bu Covid’le birlikte, farklı ülkelerdeki vatandaşlara yaşamdan beklentileri, geleceğe yönelik ümitleri sorulmuş. Özellikle İsveç, Estonya, İrlanda ve Finlandiya hâlâ gelecekten ümitlerini koruyan ülkeler olarak karşımıza çıkıyor. Buna karşın yaşam kalitesi açısından geçen yıla göre bu Covid nedeniyle çok önemli düşüşler söz konusu. Anketi yanıtlayan insanların %5’i işlerini kaybettiklerini, %23’ü de geçici olarak işlerini yitirdiklerini söylüyorlar. 10 çalışandan 4’ü artık internet gibi araçlarla işini sürdürdüğünü belirtmiş.
Bitirirken o zaman bir de hocamız Prof. Dr. Selçuk Erez’in bir yazısına değineyim. İlginç bir yazı, başlığı “Korona çok uzun sürmüştü”, başladığında ‘3 ayda biter’ demişlerdi ya da en fazla 8 ay demişlerdi, ancak 12 yıldır biz bu koronayı yaşıyoruz” diyor. “Birçok ilaç ve aşı denendi ama sonunda tentürdiyotun virüse iyi geldiği anlaşıldı. Artık kimse evlerinden dışarıya çıkmamaya alıştı, o nedenle polis zoruyla insanlar evlerinden dışarıya çıkıyorlar ve başbakan açıklama yapıyor “hastanelerimizde 12 senedir pabuç giymemiş, evde terlikle dolaşmış insanların ayaklarına ayakkabı giymeye uygun kılacak egzersizler yaptıracağız” demiş. Böyle de ironik hoş bir yazı yazmış.
ÖM: Yani distopik bir yazı.
SB: Evet ama çok hoş bir yazı. Tabii sevdiklerimizi kaybetmememiz, özen göstermemiz, dikkat etmemiz, onları korumamız lazım covid’den; ama sevdiklerinizi yitirmek istemiyorsanız Açık Radyo’yu da yitirmek istemiyorsunuz demektir. O zaman destek programı katkılarınızı beklemekte, program destekçisi olun lütfen Açık Radyo’ya ve sözü de Eraslan’a bırakayım değil mi?
ÖM: Aynen öyle. Teşekkür ederiz.
SB: Görüşmek üzere.
ÖÖ: Çok teşekkür ederiz, görüşürüz.
SB: Sağ olun, sağ olun, teşekkürler.