Merkel’in başarısı: Türkiye’yi ‘tampon bölge’ haline getirdi.

-
Aa
+
a
a
a

Göçmen sorunu nedeni ile siyasi hayatı bitme eşiğine gelen Merkel, çok başarılı hamlelerle  Türkiye’yi ülkesinin tampon bölgesi ve göçmen barınağı haline getirip zaman ve “zafer” kazanmış oldu. Merkel liderliğinde AB itibarına mal olan göçmen zaferini kutluyor.

 

Almanya’da anlatılan en meşhur fıkralardan bir tanesi Almanya’nın birleşmesi sonrası bir barda yolları kesişen Doğu ve Batı Alman arasında geçer. Doğulu, “ne güzel değil mi? Artık biz bir milletiz” der. Batılı durumu kabullenemeyen pek de hoşnut olmamış tavrı ile başını sallayarak yanıt verir: “Biz de.” Batı Alman’ın Doğu’yu kendisinden bir parça göremeyişinin nedeni şüphesiz birleşmenin ağır faturaları ve ek dayanışma vergileridir. Merkel’in ziyareti esnasında Kilis’te düzenlenen basın toplantısında Davutoğlu, Türkiye’nin Avrupa ailesinin bir parçası olduğunu ifade edince konunun arka planına hakim olduğunu düşünen bir uluslararası ilişkiler emekçisi olarak aklıma yukarıdaki fıkra geldi. Davutoğlu AB ailesinin bir parçası olduğunu ifade ederken muhtemelen Merkel de Türkiyesiz AB tasavvuru düşünerek içinden “biz de” demiştir.


Türkiye, Suriye’den en çok mülteci kabul eden ve bu yönü ile takdir edilmesi gereken bir ülke ama mültecilere en iyi şartları sağlayan ülke değil. Kırmızıçizgisi 100 bin olan Ankara, öngöremediği Suriye sorununun faturasını yaklaşık 3 milyon göçmene kapılarını açarak ödedi. Siyasi sebeplerle ülkesini terk etmek zorunda kalan sığınmacı adaylarına tüm gelişmiş demokrasiler uluslararası anlaşmalar gereği kapılarını açmak zorundadır. AB’ye gelen mültecileri 28 üye ülkeye güçleri yettiğince dağıtıp yükü hafifletmeyi planlayan Merkel bu konuda başarılı olamadı. AB içine giren sığınmacıların çok büyük kesimi bir yolunu bulup Almanya’ya demir atmayı tercih ettikleri gözlemlendi. AB üye ülkelerine pay edilemeyen bu büyük sorun 6 milyar Euro göçmen yardımı karşılığında Türkiye’ye transfer edildi.
 

Göçmen akını durmadı ama büyük ölçüde yavaşladı


Türkiye ile AB (AB yazılır Almanya okunur) arasında gerçekleştirilen anlaşmanın en can alıcı maddesi sığınmacıların değişimi ile alakalı olanıdır. Türkiye, canı pahasına denizleri aşıp Yunanistan’a çıkıp orada yakalanan sığınmacıları geri almayı kabul etti. Ankara bu geri kabulün karşılığında yakalanıp kendisine teslim edilen sayı kadar daha önce misafir ettiği sığınmacıyı Almanya’ya göndermeye başladı. Görünürde oldukça masum, mütekabiliyet esasına dayanıyormuş görüntüsü veren ama uluslararası anlaşmalara aykırı ve zekice kurgulanmış tuzak bir madde. Canı pahasına denizi geçtikten sonra yakalanmadan Yunanistan’dan çıkma şansı olmayan göçmenler büyük ölçüde şanslarını Ege denizinde denemekten vazgeçtiler. Onlar vazgeçtikçe Türkiye’nin göçmen nüfusu artmaya devam etti. Almanya çok büyük göç ve göçmen tecrübesi olan, bu alanda önemli çalışmalar ifa eden enstitülere ve yetişmiş akademisyenlere sahip bir ülke. Türkiye’de bunlar yok ama “her şeyi bilen” ve her öngörüsü “kusursuz doğru çıkan” bir başbakan var (!) Merkel, danışmanlarının önüne koyduğu “Suriyeliler hiçbir zaman ülkelerine geri dönemeyebilir” raporunun motivasyonu ile ülkesini büyük bir riskten korumaya çalışıyor. Davutoğlu’nun bu tür raporlara ihtiyacı yok. O daha ziyade sıkışmış ekonomisi için gelme ihtimali olan 6 milyar Euro, hiçbir zaman vaat edildiği gibi verilmeyecek olan vize muafiyeti ve içeride baskıcı bir tek adam rejimi inşa ederken dışarıdan yüksek seslerin çıkmasına mani olmayı düşünüyor.
 

AB anlaşması otoriterleşen AKP’nin canlı kalkanı mı?


Dün “Türkiye’nin AB ilerlemesini biz durdururuz” diye kapı kapı gezip oy toplayan Merkel, bugün “AB havuzu ile mültecileri Türkiye’ye nikahladık, sesinizi çıkartmayın” tavrını takınıyor. Türkiye’de vuku bulan yargı ihlalleri ile medya baskılarına ses çıkartmayan Merkel kendi ülkesine kadar uzanan “sizin medyanız da fazla özgür” mealindeki Ankara’nın parmak sallamasını, ölü taklidi yaparak geçiştirmeye çalışıyor. Göçmen sorunundan yorgun düşen Almanya’da muhalefet ve medyanın Merkel’e yönelttiği sert kritiklerin de çok alıcısı olduğu söylenemez. Ankara stratejik bir hata yapıp Alman Büyükelçisini hiciv programlarından dolayı dışişlerine davet etmemiş olsa, Türkiye’de vuku bulan medya gaspları ve tutuklamalar göçmen pazarlığına daha düşük oranda meze olacaktı.


AB tarihinin gelmiş geçmiş en sorunlu ve kendi ilke ve kriterlerini reddeden bu tavrı, Türkiyeli demokratlar hiçbir zaman unutmayacak. AB, Ankara’yı hukuk ve insanlık dışı uygulamalarından dolayı eleştirmek bir yana neredeyse destekleyen görüntüsü ile sınıfta kalmıştır. Ankara’ya yönelik tek taraflı göçmen anlaşması ile uzun vadede bağımlılığını artırmayı tercih eden Brüksel, büyük ölçüde Türkiye’deki demokrasi oyununun dışına çıkmış ve güven kaybına uğramıştır. Türkiye’nin güvenilir ve öngörülebilir bir ülke olmadığını defalarca vurgulayan AB liderleri ile AB’nin “İslam düşmanlığı yaparak güçlü Türkiye’yi istemediğini” iddia eden Ankara bir araya gelerek ilkesizliklerde uzlaşabileceklerini gösterdiler. Anlaşma sonrası derin bir nefes alan AB seçmeni, “neden dün karşı çıktığınız Türkiye ile yeni fasıllar açarak anlaşıyorsun?” diye sormadı. Türk seçmeni de “neden 3 milyon Suriyeli’ye kapılarımızı açmışken geri kalanını müreffeh 28 AB ülkesi kabul etmiyor?” diye sormuyor.


Göçmen sorunu, “Türk tipi başkanlık” kamuflajı ile tek adam rejimi inşa etmek için gayret sarf eden AKP’nin, hareket eden her şeye ateş eden otoriterleşme silahının susturucusu oldu. Göçmen sorunu nedeni ile siyasi hayatı bitme eşiğine gelen Merkel, çok başarılı hamlelerle  Türkiye’yi ülkesinin tampon bölgesi ve göçmen barınağı haline getirip zaman ve “zafer” kazanmış oldu. Merkel liderliğinde AB itibarına mal olan göçmen zaferini kutluyor.

Kaynak: Yarına Bakış (30 Nisan 2016)