2014’te yayımlanmış olan "Rüyası Bölünenler" romanından dolayı mahkeme karşısına çıkan Yavuz Ekinci, 'Bu Romanı Neden Yazdım?' başlıklı savunmasında 'Rüyası Bölünenler, Türkiye'nin gerçeğidir' açıklamasını yapıyor.
2014’te yayımlanmış olan Rüyası Bölünenler romanından dolayı mahkeme karşısına çıkan Yavuz Ekinci'nin davasını takip eden yazar, akademisyen ve aynı zamanda Açık Radyo programcılarından Murat Gülsoy; Haydar Ergülen, Mine Söğüt, Sibel Oral, Yiğit Bener, Başar Başarır ve Yavuz Ekinci'nin kendisiyle Açık Dergi için söyleşirken, bir diğer yandan da Yavuz Ekinci, 'Bu Romanı Neden Yazdım?' başlıklı savunmasında 'Rüyası Bölünenler, Türkiye'nin gerçeğidir' açıklamasını yaptı.
Sayın Mahkeme,
Ben bir yazarım. Çeyrek asırdır okumadığım ve yazmadığım bir günüm olmadı. Altı roman, üç hikâye kitabı, bir çocuk kitabı yazdım. Metinlerim onlarca dile çevrildi. Oysa şimdi on yıl önce yayınlan Rüyası Bölünenler romanımdan dolayı suçlanıp yargılanıyorum. Öncelikle hakkımda isnat edilen Rüyası Bölünenler romanımla “Terör Propagandası Yapma” suçlamasını kesinlikle kabul etmiyorum. Yazmış olduğum bir roman, kurmaca bir metin sebebiyle bu şekilde suçlanmaktan dolayı da bir yazar olarak hukuk devleti adına son derece üzüntü duyuyorum. Aşağıdaki şekilde savunmamı yapmak istiyorum.
Mahkemenin davetini, yani mahkeme celbini aldığım gün; tıpkı mahkemenin bana sorduğu gibi bende kendi kendime şu soruyu sordum “Ben bu romanı neden yazdım?”
İlk okulun ya 3 ya da 4. sınıfındaydım. Öğretmenimiz bize “Resim defterinizi çıkarın ve evinizi, köyünüzü çizin” demişti. Büyük resim defterimi açtım, sayfanın ortasına önce bir çatı, sonra bir ev... Evin sağına gürül gürül akan bir dere, sol tarafına ise kocaman bir çam ağacı... Sonra evin arkasına sıradağlar, sıradağların arasında yükselen sarı bir güneş, V-M harflerinde onlarca kuş çizdim. En son evin çatısına tüten bir baca çizdim.
Derken yıllar geçti. Üniversiteyi bitirdim ve öğretmen olarak Batman’ın bir köy okuluna atandım. Bir gün öğrencilerime “Resim defterlerinizi çıkarın ve evinizi, köyünüzü çizin” dedim. Çocuklar defterlerini çıkarıp evlerini çizmeye koyuldu. Sıraların arasında dolaşıp öğrencilerimin çizdiği resimlere baktım. Öğrencilerim de tıpkı benim gibi, sayfanın ortasına çatılı bir ev, evin sağına dere, soluna çam ağacı, arka fona sıradağlar, dağların arasında yükselen güneş ve havada asılı kuşlar çizmişlerdi.
Oysa gerçek bu değildi!
Ben bir dağ köyünde büyüdüm. Evimizin duvarları taştan ve damları topraktandı. Köyde tek bir çatılı ev yoktu. Ama ben yine de resim defterime çatılı bir ev çizmiştim.
Görev yaptığım köy, bir ova köyüydü. Evler kerpiçtendi. Hepsi toprak damlıydı ve köyde çatılı tek bir ev bile yoktu. Ama öğrencilerim de benim gibi evlerini çatılı yapmışlardı.
Peki neden çatısı olmayan evimizi değil de kitaplardaki gibi çatılı ev çiziyorduk? Çünkü evimizin bir ev olduğunu düşünmüyorduk.
İşte o günlerde öyküler yazıyordum. Okuduğum kitaplardaki gibi öykülerdi bunlar. Hiç bilmediğim, görmediğim hayatları anlatıyordum. Çünkü bir hikâyemin olduğunu ve hikâyemin de anlatılmaya değer bir hikâye olduğunu düşünmüyordum. Tıpkı yaşadığım evin çizilmeye değer bir ev olduğunu düşünmediğim gibi…
Evimin bir ev olduğunu, hikâyemin de anlatılmaya değer bir hikâye olduğunu anlamamı sağlayan yazarlardan biri Yaşar Kemal’dir. O yüzden Yaşar Kemal benim için bir yazardan öte, bir keşif bir buluştur. Bu vesileyle Yaşar Kemal’i saygıyla anıyorum.
Onun sayesinde yüzümü kendi evime, yani kendi hikâyeme çevirdim.
Açıkçası, Rüyası Bölünenler’de anlatıldığı gibi bir hayatım olmadı ama Rüyası Bölünenler benim evimin ve evimdeki insanların geniş anlamıyla, köyümün, memleketimin, ülkemin hikâyesidir. Rüyası Bölünenler, pencerenin önünde gözü yolda, televizyonun karşısında giden oğullarından, kızlarından veya babalarından haber bekleyenlerin hikâyesidir. Bitmeyen bir bekleyişin hikâyesidir. İster buna Cumartesi Anneleri, ister buna Diyarbakır Aileleri deyin! Rüyası Bölünenler, öyle veya böyle bu coğrafyanın hikâyesidir.
Bu davada beni en çok üzen ve ilk duyduğumdan beri anlamaya çalıştığım, büyük şubat depreminin ikinci gününün gecesinde Rüyası Bölünenler romanımı CİMER’ e şikâyet eden insanın ruh dünyasıdır. O gün binlerce insan Hatay’da, Maraş’ta, Antep’te, Malatya’da enkaz altındaydı. Ülke olarak, insan olarak çaresizlik içindeydik. Utanarak evimizde, ekran başında bekliyorduk. İnsan sıcak bir yerde olduğundan, yaşadığından utanıyordu. Oysa bütün bu korkunç olaylar yaşanırken 7 Şubat gecesi birisi hiç üşenmeyip ‘terör propagandası yapıyor’ diyerek Rüyası Bölünenler romanımla ve benimle ilgili CİMER’e ihbarda bulunabiliyordu. Yani ben o günlerde evde oturmaktan, yemek yemekten, konuşmaktan bile utanırken, vatansever olduğunu düşünen biri romanımı ve beni CİMER' e şikâyet edebiliyordu. Davanın sonucunu değil benim romanımı ülkenin bulunduğu o atmosferde ihbar edebilen o vatansever insanın ruh halini merak ediyorum.
Vatansever vatandaşın bu ihbarı üzerine 7. Sulh Ceza Hakimliği, ne benim ne de yayınevimin savunmasını almadan 2014 yılında yayınlanan kitabıma toplatma ve yasaklama kararı verdi.
Mahkeme, Rüyası Bölünenler’e toplatma kararı çıkararak roman kahramanlarını tutuklayıp onları hapse mi atacak? Dünyanın bütün polisleri birleşse de tek bir roman kahramanını tutuklayıp hapse atamaz. Onlar artık birer ölümsüz olarak hayatın içindeler. Sınırları ve dilleri aşalı çok oldu.
Şimdi geldiğimiz nokta daha da dramatik. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, bu ihbardan yola çıkarak ilk baskısı 10 yıl önce çıkmış kitabımla ilgili ikinci bir soruşturma başlattı. Çünkü mahkemeye göre kitabın toplatılması, yasaklanması yeterli bir ceza değildi yazarın da cezalandırılması gerekiyordu. Şu an bu mahkeme salonunda bulunmamızın nedeni bu vatansever vatandaşın o geceki ihbarıdır.
Roman bir kurgudur. Kurguladığım evrenin mahkemeye gerçek gelmesi benim edebiyatımın gücünü, mahkemenin de edebiyata yaklaşımını gösterir. Kurgulanmış bir yapıtın evrenine açılan dava soyuttur. Onu bugünün mahkemelerinde yargılayıp yasaklayıp toplatmak ise politiktir. Karakterler ve onların sözleri üzerinden sanatçıyı yargılamak ise sanata hakarettir.
Bir roman kahramanının söylediklerinden, yaptıklarından dolayı yazarını yargılarsak, o zaman Raskolnikov’ dan dolayı Dostoyevski'yi katil olarak yargılamamız lazım!
Yargılandığım romanım modern bir Yusuf ve kardeşlerinin hikayesidir. Babasının sevgisine aç olan bir çocuğun hikayesidir. Hayali bir karakterin kardeşini arama hikayesidir. İddianamede geçen bölümler bu hayali kahramanın gözünden anlatımdır. Kitap içerisindeki tüm olay ve şahıslar benim hayal ürünümdür. Bu olayları yazılı ve görsel basından edindiğim bilgilerle kurguladım. Kurgulanmış karakterlerin gözünden yapılan anlatımların suç teşkil etmeyeceğini düşünüyorum. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum.
Sayın Mahkemenin 2014 yılında yani 10 yıl önce yayınlanan Rüyası Bölünenler romanımı Anayasa ve AİHM de düzenlediği üzere düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmesini ve BERAATİME karar verilmesini talep ediyorum.
Yavuz EKİNCİ