Haftanın Kitapları: 28.11.2011

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

der. Hilmi Tezgör

“Korkuyu Beklerken” Gelenler:

Oğuz Atay Öyküleri Üzerine Yazılar

İletişim Yayınları, 2011, 271 s.

Hilmi Tezgör, giriş yazısında, Oğuz Atay’ın artık o aradığı okurlarını bulduğunu belirtmiş. Bilindiği gibi Oğuz Atay ancak ölümünden sonra hak ettiği ilgiyi görmüş yazarlardan ve hatta ender görülen bir ilgiyle karşılanıyor artık. Dolayısıyla kitaplarıyla ilgili çok sayıda yazıya, değerlendirmeye, akademik incelemelere rastlamak mümkün. Yine de Hilmi Tezgör’ün dikkat çektiği gibi, bu yazılarla ilgili kaynakça incelendiğinde Atay’ın romancılığının üzerinde daha çok durulduğu, öykücülüğü üzerine ise daha az yazıldığı fark edilecektir. İşte bu kitabın ortaya çıkışında bu “dengesizlik” önemli bir rol oynamış. Tezgör, öncelikle bir sempozyum çağrısında bulunmuş ve Oğuz Atay’ın tek öykü kitabı olan Korkuyu Beklerken’le ilgili bildiri talebini ilgili yerlere iletmiş. Hatırlanacaktır, söz konusu sempozyum 5 Ekim 2010 tarihinde Yeditepe Üniversitesinde gerçekleşti. Elimizdeki kitap da “Oğuz Atay’ın Sekiz Öyküsü İçin Sempozyum” isimli bu buluşmada sunulan bildirilerden bir seçki... Ancak yalnızca bildiriler yer almıyor “Korkuyu Beklerken” Gelenler kitabında, ayrıca daha önce çeşitli dergilerde yayımlanmış ama kitaplaşmamış altı yazı daha dahil edilmiş.

Esra Yalazan

Kelimeler ve Kader

Timaş Yayınları, 2011, 288 s.

Esra Yalazan’ı Taraf gazetesinden takip edenlere yabancı gelmeyecektir bu kitaptaki bazı denemeler, ama şunu özellikle söyleyelim; kitabın büyük bir bölümü ilk defa yayımlanan yazılardan oluşuyor… Her bir denemesinde Esra Yalazan, elbette eserlerinden hareketle bir yazar, bir şair, bir yönetmen ya da bir ressamdan söz etmiş; kendi hayatından bir olay ya da durumla birleştirerek… Örneğin Dino Buzzati ve onun ünlü romanı Tatar Çölü’yle ilgili şu cümleler yer alıyor Esra Yalazan’ın değinisinde: “Buzzati’nin romanını okurken, ‘karamsar’ hikâyeleri incelikle yazabilenlerin, hatırlayamadığımız rüyaları iyimserlikle anlattığını düşünüyordum bize. Bu acayip his, elle tutulamayan bir nesneyi tarif etmeye benziyor biraz. Şimdi ben size, bu roman, askerlik eğitimini tamamladıktan sonra hayallerindeki savaşçı kahramana dönüşmek için yola çıkan ama sonunda kimsenin gitmek istemediği bir kalede ömrünü tüketmeyi tercih eden askerin sıradan, tekdüze hayatını anlatıyor desem, büyük bir ihtimalle ruhunuz daralacak. Hikâyenin yalnız kahramanını pek merak etmeyeceksiniz. Yazar, okuru tam da bu anlamda şaşırtmak, sarsmak hatta taammüden rahatsız etmek için yazmış bu ‘huzursuz’ kitabı.”

Inez Baranay

Kaplanla Yan Yana

çev. Zeynep Çiftçi Kanburoğlu

Everest Yayınları, 2011, 376 s.

Kaplanla Yan Yana’nın en dikkat çekici özelliği, ilk olarak 1944 yılında yayımlanmış olan Somerset Maugham’ın The Razor’s Edge romanının bir yeniden yazımı olması; hatta bir “paralel kitap” olarak nitelendirebiliriz... Maugham’ın bu romanı birçok defa, Türkçede farklı yayınevlerince Şeytanın Kurbanları ismiyle yayınlanmış ama açıkçası bu romanı sahaflarda dahi bulmak oldukça güç. Kaplanla Yan Yana’nın belki böyle bir etkisi de olabilir, Maugham’ın kitaplarının yeniden hatırlanması doğrultusunda… Bir paralel kitap olarak Kaplanla Yan Yana’da Inez Baranay, Maugham’ın karakterlerini bire bir kendi romanına eklemiş ama coğrafya ve zaman dilimini değiştirerek yapmış bunu. Genel bir çerçeve çizmek istenirse, bu roman Doğu kültürünün Batı’da benimsenmesini konu ediyor, denebilir. (Bu arada Inez Baranay, geçtiğimiz günlerde sona eren TÜYAP Kitap Fuarı'nın misafir yazarlarından biriydi; Ayşe Kulin’le birlikte bir söyleşi gerçekleştirdiler.)

Robert Walser

Gezinti

çev. Cemal Ener

Can Yayınları, 2011, 211 s.

Robert Walser, 25 Aralık 1956’da, yaptığı bir yürüyüş sırasında geçirdiği kalp krizi sonucunda hayatını kaybetmişti. Uzun yürüyüşler yapmayı sevdiği bilinen Walser’in Gezinti’deki öyküleri, tam da “giderek uzayan yürüyüşleriyle doğru orantılı olarak kısalan metinler” yazdığı döneminin ürünleridir; bu ifadeyi kitabın çevirmeni Cemal Ener, “Robert Walser’in Hayalet Adımları” başlıklı yazısında kullanmıştı... (Virgül, Aralık 2007, sayı 113) Walser’in yürüyüşlerini, elimizdeki kitabının ismini, öldükten hemen sonra çekilen resmini ve mezar taşında “Yürüyorum biraz uzağa ve eve sonra, ne ses ne söz, kalıyorum kenarda” yazıyor olmasını bir arada düşünüp bir şeyler söylemek güç; özellikle de Gezinti kitabındaki “Dünyanın Sonu” hikâyesini okuyunca... Hiç kimsesi ve hiçbir şeyi olmayan bir çocuğun dünyanın sonunu bulmak üzere yaptığı uzun mu uzun yürüyüşün anlatıldığı hikâyeyi...

Etgar Keret

Buzdolabının Üstündeki Kız

çev. Avi Pardo

Siren Yayınları, 2011, 156 s.

Etgar Keret, geçtiğimiz yıl yaklaşık bu zamanlarda, İstanbul Kitap Fuarı'yla eşzamanlı olarak düzenlenen İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali kapsamında İstanbul’a gelen isimler arasındaydı. Bu ziyareti sırasında verdiği röportajlarla adından bir hayli söz ettirmişti. Tam da bu ziyaret sırasında Siren Yayınları Etgar Keret’in –Bilekkesenler (Wristcutters) filminin uyarlandığı “Kneller’in Mutlu Kampı” isimli öyküsünü de içeren– Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü kitabını yayımlamıştı. Geçtiğimiz günlerde de Buzdolabının Üstündeki Kız isimli hikâye kitabı çıktı. Özellikle fantezi ile gerçeklik arasında gidip gelen hikâyeleriyle tanınan yazarın Türkçedeki yeni hikâyeleri de bunun bir göstergesi. Sevdiği kadın için duvarların içinden geçmeye hazır bir genç, hiçten yapılmış bir adamı seven genç bir kadın, rüyalarını öğüten canavarla kapışan bir adam, şapkasının içinden tavşan çıkarmak isterken kopmuş bir tavşan kafası çeken bir sihirbaz, makineli tüfek ile bahçesindeki meyve ağacına dadanan çocukları kovalayan bir babaanne; Keret’in hikâye kahramanlarından yalnızca birkaçı...

Wendy Brown

Yükselen Duvarlar

Zayıflayan Egemenlik

çev. Emine Ayhan

Metis Yayınları, 2011, 162 s.

İnternetin dünya çapında gün geçtikçe yaygınlaşmasıyla birlikte artık sınırların kalktığından söz ediliyor, ama bir yandan da şu sorular önümüzde dimdik duruyor: “Berlin Duvarı'nın sevinç gösterileri içinde yıkılışından sadece yirmi yıl sonra, neden birçok devlet sınırlarına duvar çekme yarışına girdi? Her şeyin küreselleşmesinden büyük bir hoşnutlukla söz edilen bir dönemde, nasıl oluyor da dünyanın dört bir yanında kilometrelerce uzunlukta duvarlar yükseliyor? Ulus devletlerin aşınan egemenlikleri ile bu duvarların örülmesi arasında nasıl bir ilişki var? Kaçak göçmenlere ve kaçak ticarete karşı devletlerine sınırlara set çekme çağrısında bulunan yurttaşları harekete geçiren düşünceler, daha doğrusu duygu ve arzular neler? Mantıkları bakımından Çin Seddi'nden pek de farklı olmayan bu sınır bariyerleri amaçlarına ulaşabilir mi, nereye kadar?” Wendy Brown işte bu sorulara cevap arıyor kitabında. Bunu yaparken de farklı uzmanlık alanlarına el atarak sosyal bilimlerin sınırlarını bir hayli zorluyor…

André Gorz

Maddesiz:

Bilgi, Değer ve Sermaye

çev. Işık Ergüden

Ayrıntı Yayınları, 2011, 111 s.

“Birçok üretim tarzının bir arada bulunduğu bir evreden geçiyoruz. Maddi sabit sermayenin büyük kütlelerini değerlendirmeye odaklanmış modern kapitalizm yerini maddesiz denen, (...) postmodern bir sermayeye giderek artan bir hızla bırakmaktadır.” Gorz’un, genel hatlarıyla, sermayenin önemli oranda maddilikten çıkarak sanal âlemin içinde dönüşüyor ve dolaşıyor olduğu gerçeğinden hareketle, sermayeyi ve bilimi yeniden ele aldığı kitabı bu cümlelerle açılıyor. Arka kapaktaki ifadeleri aktarmaya devam edersek; ele avuca sığmaz güçleriyle paranın nasıl yeni biçimlerde her yere yayıldığını, yeni ittifaklara girdiğini, insanı nasıl kendi süreçlerine esir kıldığını irdeliyor Maddesiz’de. Ancak Maddesiz, çizilen bu karanlık tabloya rağmen bir “umut mesajı” olarak nitelendiriliyor; çünkü Gorz, bu karanlık tablonun çerçevesinden kurtulma imkânlarını da gösteriyor.

Michael Freeman

Fotoğrafçının Gözü

çev. Deniz Güzelgülgen

Remzi Kitabevi, 2011, büyük boy, 192 s.

Son zamanlarda farklı yayınevlerinden çok sayıda fotoğraf kitabı yayımlanmaya başladı; bunun en önemli sebebi, artık birçok kişinin fotoğrafla ilgilenmeyi birincil hobi haline getirmiş olması. Birçok şirket, artık özel fotoğraf turları düzenlemeye başladı, hatta özel günlerde özel fotoğraf çekimlerinin yapılması bir sektör haline geldi. Bu durum iki taraflı değerlendirilebilir; bir yanda eline fotoğraf makinesini alan herkes kendini fotoğrafçı zannettiği türünde eleştiriler yöneltilirken, bir yandan da fotoğrafla gerçekten ilgilenmek isteyen, bunu uzun süreli bir hobi ve hatta yarı profesyonel bir uğraş olarak sürdürmek isteyenlere de hiç olmadığı kadar imkân sunulmuş oluyor. Elbette bu kaynak kitaplar açısından da geçerli; Michael Freeman’ın çalışmasını da bunun son örneği olarak nitelendirebiliriz.

Fotoğrafçının Gözü, daha başarılı dijital fotoğraflar elde etmek isteyenler için kompozisyon ve tasarım yöntemlerini ele alıyor. Bir fotoğraf kitabının olması gerektiği gibi özel bir tasarımla yayımlanmış; büyük boy, renkli ve bol görsel malzeme kullanılmış. Kitabın dijital fotoğraflara yönelik olduğunun altı özellikle çizilmeli, zaten işin popülerliği de o yöne kaymış durumda. Dijital fotoğrafları işlemek belki çok kolay, kısa sürede üzerinde birçok değişiklik yapmak mümkün ama elbette bunların da bir yöntemi var; işte Freeman’ın Fotoğrafçının Gözü isimli kitabı bu aşamada devreye giriyor...

Bülent Taş

Protest Yayın  Yitikülke Yayınları,2011, 176 s.

Bülent Taş, güncel hayata dair iğnelemelerle, ironik çağrışımlarla bezeli “duvar yazıları” geleneğini başarıyla sürdüren bir sanatçı olarak nitelendiriliyor. Kelime oyunlarına sıklıkla başvurduğu Protest Yayın kitabında, duvar yazılarının olmazsa olmaz bir diğer özelliğini de, yani iğnelemeyi de, gayet dengeli bir şekilde kullanmış. Görsel anlatımın, punto vurgularının da ön planda olduğu bir kitabı burada görsel bir örnek vermeden tanıtmak pek kolay değil ama şu rahatlıkla söylenebilir; görünmeyeni göstermeye çalışıyor Bülent Taş.