"Bütün meydana sanki gizli bir güç yayıyordu. Soluğu hızlanmış, ayakları yere sımsıkı basıyor, çenesi havada, gözleri ışıl ışıl, yüzünde belirgin bir acı ifadesi. O orada, hafifçe öne eğilmiş, başını geriye atmış, siyah saçları sırtına, koyu sarı giysisine dökülüyor. Kollarını iki yanına gererek açmış, ellerini germiş, sanki bir şeyi alır ya da dansa devam edebilmesi için gereken görünmez bir enerjiyi içine emer gibi... Bir an için sanki hiç kımıldamayacakmış, sanki kımıldamaya hiç gerek duymayacakmış gibi geliyor. Üzerimize saldığı büyü öylesine güçlü."
Gitar çalan yaşlı adamPicasso (1903) İngiltere’deki evinin penceresinden Doğu Anglia’nın bitmez tükenmez gri çayırlarına bakarken işte böyle tutkulu bir İspanya’nın hayalini kuruyordu Jason Webster (*). Sonraki yıllarda yaşam onu İspanya yerine önce İtalya’ya attı, sonra Mısır’a... "Araya başka şeyler girdi; İtalya’da yaşama şansı; yıkıcı bir ilişkinin başlangıcı; üniversitede Arapça eğitimi; Mısır’da fasulye yiyip, ve ısrarcı papirüs satıcılarını atlatmaya çalışarak geçirilen bir yıl. Cahil kafamla beni Akdeniz’e çeken bir şeyler olduğunu sanmıştım. Yanılmışım. Aradığım sıcaklığı, açıklığı hiçbir zaman bulamadım. İtalyanlar nasıl göründükleriyle, Mısırlılarsa hep bir sonraki yemekleri ile fazlasıyla meşguldü... Ama İspanya her zaman varlığını korudu." Floransa’daki kız arkadaşı ile dört yıl boyunca telefonla yaşanmış aşkını okul bitmek üzere iken gerçeğe dönüştürmek, ve belki de evlenmek hayali ile kendini İtalya’ya atan Jason tam da son sınavından önce
terkedilince sudan çıkmış balık gibi şaşkın kalakalmış... Artık ne sevgili, ne İtalya, ne üniversite, ne Ortadoğu... Sığınabileceği hiçbir şey yok...
Bir gün karşılaştığı sarhoş bir sokak şarkıcısı ona "Diploma ne boka yarar ki?" diye sorar. "Ne yenilir, ne içilir... Ben hiç değilse sokakta müziğimi yapar paramı kazanırım" der.
Kokusunu alabildiğim İspanya
"Tam da üstüne basmıştı. (Oxford’daki) dört yıllık eğitimin sonunda bütün öğrendiğim devenin Arapça’daki dört ayrı söylenişi ile mastürbasyonun Arapça karşılığı idi." Bir becerim olsun istiyordum, ellerimle birşeyler yapmak istiyordum... Dokuz yaşında iken saksafona heveslenmiştim ama, bu kez bambaşka bir şey istiyordum. Flamenko gitar öğrenmeliydim ve bunu müziğin ruhunu ve kokusunu alabildiğim İspanya’da yapmalıydım."
Jason "Aşksız ama macera arzusu ile dolu" bir şekilde ilk gençliğinden beri onu çağıran tutku dolu İspanya’ya gitmeye karar vermiştir ama bu öyle pek de kolay olmayacaktır.
"Ürkütücü bir şeydi - sınırları önceden çizilmiş bir yaşamı, geniş bir arkadaş çevresini, çok iyi tanıdığınız bir çevrenin rahatlığını, herşeyi bırakıp gitmek. Üniversite yaşamı kolaydı, koruyucuydu. O pek saygın, herşeyi bildiğini düşünen profesörlerin okul avlusunda çocuklaşıp hoplaya zıplaya, şarkılar söyleyerek yürümeleri de işte bu yüzdendi. Çünkü burada topu topu kütüphaneye kadar yürüyerek dünyanın dört bir yanındaki egzotik yerleri görür, kafanızdaki bütün maceraları yaşayabilir, bir yandan da bisikletlerine atlayıp atkılarınızı uçurarak kentin sokaklarını turlayabilir, kışın ateşin karşısında elinizde bir bardak bira, sıcak bir pub’ın sarıcı sıcaklığına sığınabilirdiniz.. Kafamda kuşkular oluşmaya başlamıştı"
"Araştırmaya yönelmeyi düşünmez misin" dedi hocam bir gün sokakta karşılaştığımızda: "Ne yaparsan yap, sakın bir yerlere kaybolma. Akademisyen olmayı mutlaka düşünmelisin. Seni üniversitede ders verirken görebiliyorum"
"Gittim bir gitar satın aldım, sonra da biletimi. Ertesi gün uçaktaydım."
Ama Jason yanlış kent seçmişti. Kendini bütün Akdeniz aşığı İngilizler gibi yarı İngilizleşmis turistik merkez Alicante’de bulduğunda bunun henüz farkında değildi ama aylar geçip hâlâ Flamenko ile tanışamayınca hatasının farkına varacaktı. Onu Sherlock Holmes’un yardımcısı Watson’ın adı ile çağırmakta ısrarlı dostu Pedro’dan dolayı geldiği Alicante bir süre sonra ona sıkıcı gelmeye başlayacaktı. Öyle ya, buraya Flamenko’yu aramak için gelmişti ama burada karşılaştığı Flamenko onun kafasındaki tutkulu Flamenko’dan çok ama çok farklıydı.
Gerald Hawson’un 1965’te yazdığı "Flamencos of Cadiz Bay" (Cadiz Körfezi Flamenkoları) kitabının izinden yürüyen Jason, Flamenko ve Çingene kültürüne yine bir batılının gözünden bakıyor ancak bu kez biraz farklı bir yaklaşımla. Onun için önceleri portakal bahçeleri, sıcak, güneş, renk ve tutku anlamına gelen İspanya gerçekten öyle miydi? Turist gözü ile bir kartpostalı çağrıştıran İspanya’nın derinliklerinde, yani kartpostalın arka yüzünde yaşananlar da ön yüzündekilerle aynı mıydı?
İşte Jason Duende’de bu sorunun yanıtını arıyordu.
Alicante’de İspanya macerasını finanse edecek dil okulunun sahibi, İngilizleri pek seven ama kendi Çingenelerinden nefret eden Vicente’nin Çingene karısı, Flamenko dansçısı Lula ile yasak aşk yaşama gafletinde bulunur Jason. Gündüzleri Vicente’yle saygınlığı yaşarken, geceleri Lula’nın Flamenko çevresine karışır. Juan’dan Flamenko usulü gitar dersleri almaya başlar. Ancak Lula ile ilişkisi onun Alicante’den ayrılması anlamına gelecektir. Hem Flamenko’yu kaynağında aramak, hem de "El Killer" (Katil) olarak bilinen avcı Vicente’nin gazabından kaçmak için Madrit’e gider.
Duende’ye ulaştın mı?
Parmakları kanayıncaya kadar gitar çalmak. Jason için Flamenkonun üç yüzü vardır artık. Taşradaki yıllar öncesinden kalmış bozuk bir Flamenko imajı, entelektüellerin gözü ile Flamenko ve para kazanmak için yapılan ter kokulu Flamenko...Burada gerçek çingenelerle karşılaşır. Çingenelerden oluşan Carlos ve arkadaşlarının Flamenko grubuna karışır. Burada Flamenko özgürlük demektir. Carlos’un beşinci kattaki dairesinde evin içinde dolanan, oraya buraya işeyen eşek demektir. Beş parasız olduğu için, daha iyi bir yerin parasını ödeyecek halde olmamak demektir. Elektrik saatini bozarak elektrik tasarrufu sağladığı yaşlı ev sahibinin hamiyetine sığınmak ama bunun karşılığında hamam böceklerine ve Carlota’nın yaşlı kedisinin sidik kokusuna tahammül etmek demektir. Carlos’un grubuna uyum sağlayabilmek için kokain çekmek, tur sırasında grubun eşcinsel üyesi ile aynı odayı paylaşmak zorunda kalmak, grup üyelerinden Jesus’un hızlı araba merakını tatmin için hırsızlık yaptığı sırada erketeye yatmak demektir... ve herşeye rağmen Flamenko demektir. Üç kuruşa Japon turistlere Flamenko gösterisi yapan Madrid’in arka sokaklarındaki barlarda çalmak demek olsa bile.
Jason’ın kafası daha da fazla karışmıştır. Flamenkonun ne olduğunu bile anlayamamışken Duende’yi (**) nasıl yakalayacaktır? İspanya’ya ilk adım attığında izlediği Flamenko dansçısının dansının ardından Pedro’nun sanki "Boşaldın mı?" diye sorarcasına sorduğu "Duende’ye ulaştın mı?" sorusunun yanıtını hâlâ bulamamıştır. Üstelik beş parasız, uyuşturucudan beyni bulanmış, tek dostu olmaksızın, İngiltere’deki yakınlarından kopmuş, bu serseri yaşam onu günden güne sefalete sürükleyip tüketmektedir.
Sürünerek kaçar Madrid’ten... Bu kez Lorca’nın yurdu, Granada’dadır. Amaçsız, aç bilaç dolanırken Grace’le tanışır. Kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği belirsiz bu yaşlı İngiliz kadın Jason’a kol kanat gererek onu yuvarlanmakta olduğu uçurumdan çıkarır. Kendi içine bakma olanağını sunarak mutsuzluğuna, yalnızlığına başka bir pencereden bakmasını sağlar. Grace bir anlamda Jason’ın kurtuluşu olur.
Kimbilir, belki de Duende’nin müzikle, Flamenko ile hiçbir ilgisi yoktur. Belki de Duende insanın kendisi ile buluşma noktasıdır. Granada’da Salud’a (***) aşık olması da belki Jason’ın kendi Duende’sidir.
(*) Jason Webster 1970’te San Fransisco’da doğdu. İngiltere ve Almanya’da yaşadı. Birkaç yıl İtalya ve Mısır’da yaşadıktan sonra İspanya’ya gitti. Burada Flamenko gitar çalmayı öğrendi. Şimdi Oxford ve Valencia’da yaşıyor. Webster’in ilk kitabı olan Duende 2003 Ocak ayında Doubleday Yayınevi tarafından yayımlandı.
(**) Duende müzikteki dar anlamında Flamenko dansçısı ile onun müziğini çalan gitaristi (ya da izleyicileri) arasındaki ilişkiyi anlatan bir terminoloji. Sözcük anlamı ile tin, ruh anlamına gelen Duende dans sırasında yakalanan ruh bütünlüğünün giderek yükselmesi ve finalde en tepeye çıkmasıdır.
(***) Salud İspanyolca’da sağlık anlamına gelir.