'Aptallık Uygarlığımızın Temelidir'

-
Aa
+
a
a
a

Aptallıklar, saçmalıklar, ve sürekli yinelenen bir dizi hatalar. Medeniyeti erdem, iyilik ve doğruluk üzerine kurduğunu iddia eden insanoğluna kendi bağrından bir meydan okuma. Asırların ''kandırılmışlığını'' fark eden bir akademisyen, insanlığın ezberini gıdıklıyor. Meğerse aptallığımız aslında uygarlığımızın kökeniymiş. Ve bunu fark edecek kadar zeki değilmişiz. Düşünsenize tekerliği keşfedene kadar insanoğlunun yaşadıkları veya ateşi işlevli kullanana kadar başına gelenleri.

Batı mitolojisinden, masallara, zafer taklarından, bahçe düzenlemesine, barok tavan işlemelerinden, çizgi filmlere, aptallığın seyri- tarihi van Boxsel'in kaleminde, ''ilahi'' Epimetheus'un kutsamasıyla ansiklopedi oluyor. Modern dünyanın yapıtları meğerse aptallığımızın kanıtları olarak geçmişimizde duruyormuş. Ayrıntı Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılan Aptallık Ansiklopedisi’nin yazarı Matthijs van Boxsel'le kafamızı neye istinaden bu kadar karıştırdığını konuştuk.

Klasik bir soru olacak ama, tezinizi ''aptallık'' üzerine yapmaya ne zaman karar verdiniz? Kabul edersiniz ki pek alışageldik bir konu değil...

Epimetheus, Pandora'nın Doğuşu

Bir şaşkınlıkla başladı. Öğrenciyken, Avusturyalı yazar Robert Musil'in The Man Without Qualities (Niteliksiz İnsan) adlı kitabını okuyunca, bütün çalışmamı değiştirme kararı aldım. Önce dersler vermeye başladım. Daha hiçbir eserim yayımlanmamıştı. Bütün dersleri ağzına kadar dolu sınıflarda yaptım. Herkes konunun başlığından fazlaca etkilenmişti. Söyleyeceklerimi merak ediyorlardı. Ama başta hayli çekingenlerdi ve korkuları vardı. Mesela ilk sıra hep boş kalıyordu. Herhalde, kendilerine saldıracak, üstlerine bir şeyler atacak bir komedyen zannetmişlerdi beni...

Kitabınızda da belirtiyorsunuz. ''Aptallık uygarlığımızın temelidir'' diye...

Kesinlikle! Aptallık evrensel bir insan kapasitesidir. Etrafınızda gördüğünüz tüm insan eseri yapılar, giyim tarzları, gündelik hayatın organizasyonu bir yönüyle aptallıklarımızın ürünü. Yani, insanın özünde bulunan kendiliğinden tahripkâr kapasitenin stratejilerinin sonucu...

Tüm bu olanlar, gerçekten aptallığın ürünü mü, yoksa üst üste binen çeşitli tecrübelerin sonucu mu?

Kendinize zarar verdikten sonra, tecrübe edinirsiniz. Yani tam bir mutluluk ve masumiyet ortamında; bir nevi çocukluk halinde yaşarken, bir duvara yumruk atarsınız, ve eliniz acır. İşte, o noktada ''Acaba neyi yanlış yaptım?'' diye düşünürsünüz. Aptallığımız varoluşumuza nasıl tepki vereceğimizin halidir. Kendinize zarar verirsiniz ve düşünsel tepki peşinden gelir.

Geliştirmeye çalıştığınız düşünce biçimi sanki modernizmden ve onun ürünü aydınlanmış birey aklından kopuşu tanımlıyor gibi.

Antik Yunan'ın ''aklı''nı temel aldığımı söyleyebiliriz. Modernizm'le post-modernizm arasındaki en doğru tartışma retorik üzerine olan tartışmadır. Ve tüm bu retoriğin öncesinde de ''oyun'' kavramı vardır. Oyun benim asli argümanım. Huizinga'nın Homo Ludens’i, en sevdiğim kitaplardan biridir.

Size eski Amerika'da yaşayan iki kabileye dair bir örnek vereyim; bunlardan biri diğerine hediye veriyor, hediyeyi alan kabile buna karşılık daha büyük bir hediye vermek zorunda hissediyor kendini, ve ilk hediyeyi veren bu sefer daha büyük bir karşılıkla geri dönüyor. Ve nihayetinde iki kabilenin tüm sermayesi tükeniyor. Bu muhteşem. İşte kültürün ezcümle aptallığı. Ve bu bir mit değil, gerçek bir olay. Öte taraftan, yaşadığımız modern dünyanın tüketim şekli de bununla bağlantılı. Sürekli yeni bir şeyler almaya meyilliyiz. Mesela bir tane cep telefonumuz var, ama bir yıl sonra daha güzelini istiyoruz. Niye? Bir şeye karşı hevesimiz var, o tatmin edildiğinde, başka bir heves keşfediyoruz. Aslında, yeni bir telefona, televizyona ihtiyacımız olmadığını farkına varırsak, kapitalizm işleyemeyecek. Yani, tanrıya şükür ki aptallık var, bu yüzden kapitalizm işlemeye devam ediyor. Ve bir şekliyle, alternatifsiz olan kapitalizmin yürümesi açısından, çok önemli bir işlev üstleniyor, aptallık.

Alternatifsiz mi? Yapmayın, peki ya insanlığın daha adil bir dünyaya dair ütopyaları?

Ütopyalar... Üzerinde çalıştığım kitabım Aptallığın Topoğrafyası, eski moda ütopyalar üzerine. Şehirlerden örnekler veriyorum. Kapitalist ütopyaların, kentler üzerinden, küçük tatminlerine yer veriyorum..

Kapitalizme ütopya mı diyorsunuz?

Evet, ütopya. Gerçekleşmiş bir ütopya. Eğer şimdi sınırlar mevcut değilse, bunun için küresel kapitalizme teşekkür etmek durumundayız.

Hâlâ Ulus-Devlet politikalarının geleneksel değerleri üzerinden politikalar üretiliyor ama...

Doğru. Bu ütopya 11 Eylül'de zarar gördü. Şimdi yeni yeni sınırlarımız oldu. Ama benim bahsetmek istediğim başka bir şey: Kapitalist ütopyanın çok küçük zevklerinden bahsetmek istiyorum. İşte ne bileyim ''haydi capuccino içelim'', ''daha iyi bir saat alalım'' gibi anlık zevkler...

Ama bu dedikleriniz, sadece küçük bir azınlığın anlık keyifleri...Ya, yoksullar..

Hayır, hayır. İşte bu büyük yanlış anlama. Aslen çok fakirleştikçe daha fazla alırsın. Bu bir paradoks. Mesela, Los Angeles ayaklanmasında, insanlar evleri yaktılar, ama zenginlerin değil kendilerinin, komşularının evlerini yaktılar. Kendi bölgelerindeki dükkânları yağmaladılar, başka yerlerdekini değil. Çünkü, nefret ettikleri; kendi hayat biçimleriydi. Yani bu bir devrim değil, umutsuzluktu.

Ama bu dediğinizden farklı örneklerde var. Mesela şu anda röportajı yaptığımız cadde (İstiklal caddesi - Beyoğlu) bahsettiğinizden farklı örneklere tanıklık etti...

Bu cadde büyüleyici bir cadde. Bir çeşit müttefikler caddesi gibi. Ve bu müttefikler kentin bir çok farklı yüzünü de gösteriyor. Kentlerin ütopyaları var, kapitalist ütopya var... Peki ya gerçek ütopya ne? Gerçek ütopya bir mekân değil, bir ''an''. Mesele şu anda, Avrupa ve Amerika'da yükselen ''flash mob'' (şipşak kalabalık) hareketi: İnsanlara sms'le veya e-maille birbirlerine şu saatte -dakik olmak önemli- şurada toplanıyoruz, ve oraya geldiğinizde ''ne yapacağınız size bildirilecek'' yollu bir mesaj yolluyorlar. Siz de oraya belirtilen saatte gidince, hiç tanımadığınız yüzlerce insanla beraber, yere yatmaktan, ses çıkarmaya kadar anlamsız gelebilecek bir çok eylem yapıyorsunuz. Ve polisin geldiği haberini alınca, çekip gidiyorsunuz. Bu kadar. İşte, ütopyacı ''an''. Modern estetiğinin güzelliğinin ''an''ı. Ütopyanın estetiği...

Kapitalizme karşı yani..

Sıkıntıya, tekdüzeliğe karşı.. Farklı bir şey istiyorlar. Bu bir alternatif. Uygarlık değişmiyor, değişen ''an''ın, insanların şeyleri varolduğundan farklı algılamaları ve değerlendirmesi. İşte bu ''an''ın ütopyası, oyunun ve oynamanın ütopyası. Ve ben kitabımı bu yöntemden hareketle yazmak istiyorum.

Şimdi de “Boxseliyan” diyeceğimiz bir kavramla devam edelim: “Epimetik” Bu kavramı Prometeus'un ikiz kardeşi Epimetheus'tan aldığınızı belirtiyorsunuz. Kitabınızda çokça gönderme yaptığınız bu mitolojik karakteri ve mitololojiyi sıklıkla kullanmanızın nedeni neydi?

''İleri görüşlü'' Prometheus yerine ''sonradan aklı başına gelen'' diye bilinen Epimetheus benim kahramanım, hatta tanrım. Biz hep, atamız ve kahramanımız olarak, bize ateşi ve aklı veren Prometheus'u alıyorduk. Yani, uygarlığımızın temeli olan ateşi bize veren tanrı-insan. Hayır, bizim gerçek tanrımız orada bir yerde değil, içimizde yaşıyordu; ve o da aptallığın tanrısı Epimetheus. Yani, niteliğimizi geliştirmemiz konusunda sürekli bizi zorlayan tanrı. Ve, tüm kötülüklerin dünyaya yayılmasına neden olan o meşhur Pandora'nın kutusunu da açan, Pandora'nın kocası... Epimetheus meraklıydı ve sonuçlarını düşünmüyordu. Atomlarla oynadığı zaman, bombanın patlayıp patlamayacağını, kaç insanın öleceğini merak eden insanoğlu gibi.

Kitabınız da kullandığınız örnekler, mitoloji, medeniyet tasviri ve kavramsallaştırmaları hep Batı kültürünün ürünü gibi. Sanki, medeniyetin bu asli vasfı, yani ''aptallık'', yine sadece batıya aitmiş gibi duruyor. Peki ''doğu'' bu kavramın ne tarafıyla ilintili? Veya her yüksek irtifalı kavram gibi, aptallık da sadece Batıya haiz bir şey mi?

Haklısınız, Aptallık Ansiklopedisi ''batı merkezli'' bir kitaptı. Ama, şu an üzerine çalıştığım bir kitabım var: Aptallığın Teolojisi. İncil'deki , Tevrat'taki , Kuran'daki, Budizm'deki vb. dinlerdeki aptallıkla ilgili kavramları inceliyorum. Her din kitabında, aptallıktan bahsediliyor. Mesela İncil'de şahane bir tanımlama var. Tanrı'nın kendisi, bizzat aptal olduğunu söylüyor. Hıristiyanlık İncil'de aptallık olarak anlatılıyor.

Tanrı kendisi için aptal mı diyor?

Eğer en büyük olduğunuzu biliyorsanız. Kendinizi rahatlıkla her şekilde tanımlayabilirsiniz. Kaybedecek bir şeyiniz yoktur ki. Ancak zayıf karakterli insanlar, hata yaptıklarını kabul edemezler.

Kitapta ''Hiç kimse kendi aptallığını anlayacak kadar zeki değildir'', diyorsunuz. Peki, o zaman Bush'u tekrar gezegenin başına getiren, Daily Mirror'un ''nasıl bu kadar şapşal olabiliyorlar'' dediği 59 milyon Amerikalı ne oluyor şimdi?

Kaçırmışım, hakikaten güzel bir manşetmiş. Benim teorime göre, herkes aptaldır. Benim zeki diye tanımladığım insan: aptallığını kavrayan insandır. Hepimizin içinde bir sürü kötülük var, ama uygarlık bunlarla baş edebilme gücüdür. Ve uygar insan, zeki insan kendi aptallığını kavrayabilen insandır. Hollanda'daki cinayetlerin makdülü Pim Fortuyn ve Teo Van Gogh çok popüler iki kişilikti. Bunun nedeni de ''Biz, sizin düşündüklerinizi söylüyoruz'' demeleriydi, ki bu gerçek ve tehlikeli bir şey. İnsanların içinde olan ırkçı, anti-semitik ve yabancı düşmanı gibi korkunç fikirler vardır. Ve tanrıya şükür insanlar ağızlarını kapalı tutacak kadar kontrollüdür. Tüm bu dehşetengiz düşünceleri dillendirmek hiç bir şekilde akılcı değildir. Çünkü insan, zaten içinde, bir sürü tahrik edici düşünceye karşı mücadele veren, düşünceleri de barındıran bir varlık. Ve biri çıkıyor, sadece meselenin bir tarafını ''en dehşetli düşünceyi'' adresleyerek, ''ben sizin düşündüklerinizi söyleyeceğim'' diyor. Bir tarafta köktendinci terörist, diğer tarafta köktenci kavram teröristi.

Demek ki aptallık yeri geldiği zaman tehlikeli olabiliyor...

Aptallık aşırı eylemler ortaya çıktığı zaman biter. Yani, böyle yıkıcı, aşırı eylemlerin sonuçları aptallığın alanına girmez. Örneğin, intihar-bombacıları: Belki sonunda cennet olduğuna inandıkları bir eylem sonucunda kendilerini yok ediyorlar. Aptallık, kendini geliştiren insanın itici eylemidir, kendini yok etmek için yapılan bir eylem değildir. Şu cinayete geri dönelim: Bir tarafta köktendinci bir genç; diğer tarafta ailesi zengin, iyi eğitim almış, ama sürekli insanları incitme dürtüsüyle davranan Teo Van Gogh. Ailesi ve arkadaşları da dahil olmak üzere herkesi incitti, mutsuz etti . Bir çok arkadaşını tanıyorum, Teo'yu da tanıyordum. Korkunç bir adamdı. Elbette, ölümü hak etmedi. Zaten mevzuumuz bu değil. İşte size tipik, bir idiot. Keza o kendisini de idiot olarak tanımlıyordu.

O zaman aptallık tanımınızı Bush'tan kurtarıyorsunuz.

Geri zekâlılık, aptallığın aşırı hali. Aptallık sürekli bir cehaletle yürür. Yaptığınız işin sonuçlarını bilmezsiniz. Fanteziler, illüzyonlar, ritüeller ve tüm bilinçsiz eylemlerin bir kombinasyonudur, aptallığın mefhumu. Bush her şeyden önce kara cahil. Bir kere kendini düşünmek zorunda hissetmiyor, etrafında bir sürü insan var, ve bu insanlar onun yerine düşünüyor. Düşüncelerinde son derece katı ve dogmatik, hiç bir şekilde değişmiyor. O, yeniden doğmuş bir Hıristiyan olarak, geleneksel Hıristiyanlardan daha tehlikeli.

Son soru. En son hangi olayla, kendi aptallığınızı kutladınız?

1990'da, aptallığın büyük teorisini yazmaya karar vermiştim. Ve gireceğim konuları madde madde, bir kâğıda yazdım. İnanılmazdı, her şeyi anlatabilirdim. Ve her maddeyi denemelerimle geliştirdim. Sonunda, ilk yazdığım kâğıda döndüm ve tekrar okudum. Ne oldu biliyor musunuz? Yazdıklarımdan hiç bir şey anlamadım. Yani, beni önemli noktaya getiren zekâm, bana karşı dönmüştü. İşte bu aptallıktı. Üzülmüştüm. Ve tekrardan destek alarak, yeniden yazmaya başladım. Tüm teorilerimi, yazdıklarımı unutarak, kitabımı yayımladım. Dizlerimin üstüne düşmüş gibiydim. Dizlerinizin üstüne düşüyorsanız, iyi bir şekilde düşeceksiniz ki ayağa kalktığınızda, bu tecrübenin önemini daha iyi anlarsınız. Ve bu, aptallık adına hayatımın en değerli anıydı.

Aptallık Ansiklopedisi, Matthijs Van Boxsel, Ayrıntı Yayınları, 2004, Çeviren: Gül Özlen

(19 Kasım 2004 tarihinde Birgün gazetesinde yayımlanmıştır.)