Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı

-
Aa
+
a
a
a

Sayın okurlar Türk toplumunun düşünce sistemi ve bu sistemin doğal sonucu olarak sorun çözme mantığı (!) bir doktora tezi konusu olabilir. Bu sistematik değişmedikçe hiçbir konuda hiçbir kalıcı kurumsal çözüm üretemeyeceğimize yürekten inanıyorum.

Biliyorsunuz son ekonomik kriz ile birlikte (aslında daha önce başlayan bir süreçtir bu) küçük bakkal / esnaf / perakendeci grubunun süper, hiper veya gross marketler karşısında giderek yok olma noktasına geldiği ve bu nedenle bu mağazaların şehir dışına – belediye hudutları dışına taşınması gerektiği konuşuldu ve bu konudaki tasarının Milliyet gazetesi ekonomi sayfasında 10 Nisan 2001 tarihinde bakanlar kurulunda imzaya açıldığı yazıldı. Yazıdaki ara başlıklardan biri de "Esnafın fendi süpermarketi yendi” şeklindeydi. Son olarak da 13 Şubat 2002 tarihli Hürriyet gazetesinde “Bir market 20 bakkal batırıyor” başlığı altında yeni yasa tasarısının tanıtıldığı yazıldı.

Sayın okurlar, bu sorun bakkal / market ilişkisine indirgenebilecek kadar basit midir? Sorun bakkalların kapanması mıdır? Yoksa bakkalların kapanması başka bir sorunun sonucumudur? O zaman çözmemiz gereken sorun tam olarak nedir?

Türkiye koşullarında böyle bir yasanın anlamı olabilir mi veya esnaf marketi yendi mi ve yenmeli mi?

1) Şu anda bile bu büyük mağaza zincirleri birkaç farklı unvan altında faaliyet gösteriyor. Örnek: DİA- Champion-Carrefour, Gima-Endi, Migros-Şok vb. Bunların bazıları ayrıca hukuken de farklı tüzel kişilikler. Yasa tasarısına göre 5000 metrekareden büyük marketler yerleşim merkezi dışına çıkacakmış. 400 metrekare üzerinde satış alanına sahip mağazaların kurulması izne tabi olacakmış. Bu durumda eğer büyük gruplar aynı yere iki adet 395 metrekarelik yan yana iki farklı tüzel kişilikte mağaza açarsa, bunu nasıl ve hangi hukuki gerekçe ile engelleyeceksiniz? Yineliyorum; gerçekten iki ayrı tüzel kişilik ve 395 metrekare yan yana açılır ise ne olacak?

2) Başta İstanbul olmak üzere Bursa, Antalya, Ankara gibi yerlerde neresi yerleşim merkezi dışı. Eğer yerleşim merkezi anlayışımız sokak içinde olmamak ise bu inanılmaz soyut bir ifade. Çünkü zaten Metro, Carrefour gibi mağazaların bir bölümü zaten bu konumda. Yani sokağımızın içinde değil düpedüz şehirlerarası otoyol üzerinde. O zaman hiç yerlerinden oynamayacaklar demektir. Ama diğer yanda da bizim yerleşim mantığımız gereği burası insanların evlerinden yürüyerek bile gidecekleri mesafede. Bu durumda anayol, otoyol, belediye hududu, yerleşim merkezi anlayışı ne? Üstelikte İstanbul’da neresi fiilen şehir içi neresi şehir dışı. İstanbul-İzmit, İstanbul-Silivri (Tekirdağ bile neredeyse) fiilen birleşti. İstanbul’un dışına atsanız İzmit’in içine düşer.

3) Diyelim ki bu soruların hepsine bir cevap bulundu ve bu mağazalar, neresi ise o şehir dışı, oraya atıldı. Ancak bu zincirlerin bir bölümü şu anda bile ücretsiz araç çalıştırıyorlar (İstanbul-İzmit arasında bile servis var bildiğim kadarıyla). Bu araçların sayısını artırarak ulaşım kolaylığını giderek yükseltirlerse bu bakkallar nasıl olup da tüketiciyi kendilerine gelmeye ikna edecekler.

4) Burada gözden kaçırılan en temel ve bu yasanın çıkmadan işe yaramasını engelleyen en önemli husus Türkiye’nin üretim / tüketim yapısı ve bu yapıya bağlı ticaret hayatı. Bu yapı değişmeden hangi yasa çıkarsa çıksın hedeflenen sonuç alınamaz. Bu marketlerin sahipleri ya üretici (hem de birkaç dalda) ya finansçı, ya da ikisi birden. Örnek: A grubu. Su, maden suyu, çikolata, margarin, sıvı yağ, yoğurt, diğer sütlü ürünler üreticisi ve ürettiricisi, üç ayrı büyük market grubu ve bir bankanın sahibi. Harici dağıtım ağı kullanmıyor. Kendi pazarlama ve dağıtım ağı var. Bu dağıtım ağı ağırlıklı olarak A grubunun ürettiği kamyonlara yine A grubunun ürettiği lastikleri takarak çalışıyor. Bakkal A grubunun ürünlerini satmak zorunda. Şimdi bu grupların yeni yasadan sonra fiyat politikalarını bakkalların fiilen bugünden beter bir durumda satış yapacakları (belki hiç yapamayacakları) durumda ayarlamalarına ne engel var? Bana göre hiç. Öylesine fiyat farkları oluşacak ki biz yine ücretsiz servislere binip o yerlere gideceğiz. Çünkü ne yazık ki tüketici de kendini düşünmek zorunda. Bu gruplara bakın, üretebiliyorlar, kendilerini ve bizi çeşitli yöntemlerle finanse edebiliyorlar, ulaşımı sağlıyorlar, daha taze ve daha ucuz satıyorlar, ayrıca internet üzerinden nerede olursanız olun veya onlar nerede olurlarsa olsunlar evlere servis yapıyorlar. Ve biz yeri değiştirip, metrekareyi ayarlayıp, izne bağlayıp sorunu çözeceğiz. Bir defa sorun diye baktığımız şey yanlış. Çünkü bakkalın sorunu, tüketicinin sorunu değil. Tüketici ucuz fiyat, vadeli ödeme, bol çeşit ve tazelik istiyor.

5) Ayrıca bu gruplar her ne kadar yaptıkları alımı çok büyük tavizlerle gerçekleştiriyorlarsa da, kabul etmek gerekir ki tek adrese çok büyük miktarlarda mal çekerek, aslında grup dışı üreticiye de ulaşım, depolama ve stok eritme konusunda büyük destek oluyorlar. Bu marketler kalksın ve yapı değişmeye başlasın, bu kez fason üretim yapan inanılmaz bir kitleye darbe vurulmaya başlanır. Sayın okurlar, aldığınız ürün üzerindeki daha küçük yazıları okursanız, çoğunun hayatta hiç duymadığınız bir firma tarafından üretildiğini görürsünüz. Oysa siz o ürünü güvendiğiniz A firması için alıyorsunuz. Bir bakkal en fazla bir çırak çalıştırır. Oysa o adını hiç duymadığınız firma onlarca insana dolaylı veya dolaysız istihdam olanağı sağlar ve zincirleme gelir etkisi yaratır. Bu nedenle asıl üretici firmalarında bu büyük marketlerin ödemelerinden ne kadar şikayetçi oldukları da ayrı bir tartışma konusudur.

Sonuçta bir sorun var ama sorun büyük marketlerin şehir içine girmesi değil, doğal olarak bu sorunun çözümü de çıkması istenen yasa değil.

Sayın okurlar bana göre sorunun temel yapısı aşağıdaki şekildedir:

1) Türkiye’ deki olgu herhangi bir firmanın bir alanda tekel kurması değil. Türkiye’deki olgu, bir ailenin-grubun neredeyse her alanda tekel veya en büyük güçlerden biri haline gelmesi. Yineliyorum bir aile / grup gıda üreticisidir (birkaç alanda), gıda ithalatçısıdır (birkaç alanda), finansçıdır (bankası, leasing firması vardır), otomotiv sektöründedir (binek otosundan, kamyona, otobüse hepsini üretir / ithal eder), kimya sektöründedir, lastik sektöründedir vs. vs. Bu yüzden kendini finanse eder, üretir, ürettiğini kendi mağazasına, kendine ait kamyonlara, kendine ait lastiği takarak taşır. Bu açıklama daha uzatılabilir. Bu nedenle yer değişiklik yasa tasarıları ile sorun dediğiniz şeyin kaynağı olan yapıyı değiştiremezsiniz.

2) Ayrıca eğer serbest ekonomi içerisinde yaşıyorsak Sn. Ege Cansen’in çok sevdiğim deyişi ile garibanizm edebiyatını bırakmak zorundayız. Bir yatırımcı eğer tamamen yasal yollardan büyük market açacak ise istediği yerde açar. Bu olgu küçük yatırımcıya zararı dokunur diye engellenemez. Süpermarkete yer yok diye de yasa çıkamaz. Yasa özel amaçlı olamaz. Bu marketlerin, otopark, trafik sorunu yarattığı, yeşil alan katliamı yaptığı veya yapacağı iddiası varsa –ki son örneği İbrahimağa olmak üzere, kesinlikle doğrudur-, o zaman çıkarılacak yasalar başkadır ve geneldir. Kısaca her türlü yapılaşmanın konut, işyeri vb. bu sorunlara yol açmayacak şekilde gerçekleştirilmesine ilişkin bir yasa veya yasalar bütünlüğü çıkarılır bu sorun kökten önlenir.

3) Yok büyük küçüğü ezer, engellensin diye bir mantık varsa, o zaman bu her alana yayılmak zorundadır. Örnek: Futbol veya basketbolda zengin kulüplerin transfer veya diğer yatırımları yapmaları yasaklanarak sadece bu takımların şampiyonluk adayı olmaları engellenebilir. Ne ilgisi var, denmesin, mantık birebir aynı. Eğer serbest ekonomide yaşıyorsak, ticaret koşulları içerisinde mücadele etmek zorundayız. Bana göre düpedüz şirretlik yaparak özde hiçbir fayda sağlamayacak yasaları çıkarttırmak, bu konunun tartışmaları ile zaman yitirmek siyasilerin deyimi ile abesle iştigaldir. (Ve unutmayalım bir konuda nasıl düşünüyorsak her konuda aynı olmalıyız. Yani yasalar ile bakkal korumaya kalkarsak, bir yasa ile de devlet arazisini gecekonducuya hediye etmekten şikayetçi olamayız.)

4) Eğer esnafımız bu mantığı kabul eder, kendileri de herhangi bir şekilde büyür ve rakiplerinden daha önemli bir cazibe merkezi haline gelirler ise bu kez geçtikleri rakiplerinin de kendilerini yasa zoru ile engellemesini de kabul etmiş olurlar. Bu ayrımı görememeleri esnafımızın kısa vadeli bireysel maddi çıkarlara yönelik düşünce sistemlerinin sonucudur.

5) Ancak serbest ekonomide yaşıyoruz diye, belirli bir ekonomik gücün her alanda egemen olmasını kabul etmemiz, bu mantaliteye teslim olmamız mı gerekiyor? Bu sorunun cevabı da hayır. Ama önlemenin yolu aslında belirli bir zümreyi tatmin etmeye yönelik yasalar değil ve bu yapıyı eğer değiştirmek istiyorsak, bu da sanıldığı kadar kısa ve kolay değil.

6) Yapılması gereken Türkiye’de ekonomi ve ahlak kuralları içerisinde yeni müteşebbislerin (iş, bilim, teknoloji, sanat, spor, çevre, siyaset vb. her konuda) oluşmasını ve gerçek serbest rekabeti sağlamaktır. Bunu yapabilmek içinde yasal düzenlemelerden öte olağanüstü bir toplumsal kaliteye gereksinimimiz vardır. İşte o da Türkiye’de mevcut mudur, mevcut olması olasılığı var mıdır, bu sorunun yanıtını içinizden kendinize verin.