Ekonomi Notları – 98
Ömer Madra: Bugün biraz farklı ve basında çok fazla yer almamış bir toplantıdan da bahsedelim. Kopenhag Konsensüsü adını taşıyan ve dünyadaki çok çeşitli sorunlara çözüm üretmek için toplanan bir grup insanın toplantısından bahsedebiliriz. Bu, küresel ısınmaya kadar varan her türlü konuyu ele alan bir toplantıydı, geçen hafta bitti galiba. Economist dergisinin de aralarında bulunduğu bir grup tarafından yapılmış bir toplantıydı. Küresel ısınmanın varlığını reddeder gibi bir tavrı olduğunu da kestiriyorum, ama çok da fazla bilgiye sahip olmadığım için onu geçelim, ama galiba bu toplantının finans dünyasındaki sorunlara çözüm getirecek yönleri üzerinde bir şeyler söyleyeceksin değil mi?
Hasan Ersel: Evet. Bunu da iki sebeple seçtim, bir tanesi benim ilgi alanım, ikincisi de o kadar ön plana çıkmış bir konu değil. Kopenhag Konsensüsü sitesinde tebliğler var. Ana tebliğ yazarının iktisatçı olması nedeniyle ilgilendim. Konu kabaca şöyle, Türkiye başta olmak üzere birçok ülke için geçmiş dönemde, 1980’lerden itibaren mali piyasaların serbestleştirildiği bir ortama geçmenin büyümeye katkısı olacağı, ülkeyi geliştireceği savından hareket edilerek reform programları uygulandı.
Buradaki esas görüş şu; mali sistem dinamik hale gelince tasarruflar kullanıma yönlenir, böylelikle ekonomide büyüme daha sağlıklı ve hızlı olur. Bunun böyle olup olmadığı konusunda epeyce çalışma var. Oldu mu olmadı mı, böyle bir etki yaratıyor mu, nasıl oluyor vs. bir tarafa bırakalım. Arada bir başka sorun var, o da mali istikrarsızlık. Bu olay başladıktan bir müddet sonra şunu gördük; kurlarda ani yükselmeler, faizlerde keskin hareketler, çok sayıda kişi ya da kurumun yükümlülüklerini yerine getirememesi. 1990’larda gelişmekte olan ülkeler mali istikrarsızlık içindeydi. İki iktisatçı bir çalışma yapmış, diyor ki: “Son 25 yılda olup bitenlere baktığımızda, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızı istikrarsızlık yüzünden olabileceğinin ¼’ü kadar altında olmuş. Yani 10 büyüyecekken 7.5 büyümüşler. Bu ciddi bir durum, büyümenin ¼’ünü kaybediyorsunuz. Tabii akla şu gelebilir: “Bunlar becerememiştir.” Ama öyle değil, bir iki ülke beceremedi deseniz olabilir, yanlış yapmışlardır. Güneydoğu Asya krizi oldu, Rusya krizi oldu, Türkiye krizi oldu, Arjantin, Brezilya krizi oldu, yani hemen hemen hepsinin başına geldi. Bu neden oldu, nasıl oldu? Bu konuda ana tebliği yazan Barry Eichengreen, Kaliforniya’da Berkley Üniversitesi’nde profesör, mali sistemin küreselleşmesi üzerine ciddi çalışmaları olan önemli bir bilim adamı. Bir kaç nokta saptamış: Birincisi, mali krizlerin maliyeti oldukça yüksek, ortalamada GSYIH’nın %9’una geliyor. Krizin süresi, vs. göz önüne alındığında yılda ortalama %1 daha az büyüyor bu ülkeler. %3-4 büyürken %1 önemli bir rakam.
Mali krizin nedenleri ne? 1) Makro iktisadi politikalar sürdürülemiyor, aşırı kamu açıkları var, enflasyon var. 2) Mali sistemler kırılgan
Aslında bütün mali sistemler kırılgandır, çünkü vade dönüştürmesi yapıyor, yani görece kısa vadeli mevduat topluyor bankalar, talep edenler de daha uzun vadeli talep ediyor, bir terslik olduğu zaman, mevduat sahibi parasını çektiği zaman banka ödeyemiyor ve krize giriyor.
Bir başka sorun da şu; bizim gibi ülkelerde para dönüştürmesi, döviz dönüştürmesi yapılıyor, bir kısım işler dövizle yapılıyor, bir kısım işler TL ile yapılıyor, insanlar tasarruflarını dövizde tutuyor, “paramı isterim” dediği zaman dövizi istiyor. Burada sorun oluyor, dolayısıyla mali sistemler kırılgan ve bizim gibi ülkelerdeki mali sistemler daha da kırılgan. Bir de kurumsal zayıflık sorununa değiniyor. Bankaların çalıştıkları kurumlardaki ortamda gariplikler var, gözetim ve düzenleme iyi yapılamıyor, siyasi kriterler işin içine giriyor, bankaların kendi iç denetim sistemlerinde sorunlar var. Saydığım şu üç konunun hepsi bir ülke için sorun. Ama bir de dördüncüsü var, diyor ki “Uluslararası mali sistemin işleyişinde de sorunlar var”. Sermaye hareketlerinin aniden yön değiştirmesi, yani sözgelimi bir gün Türkiye’ye gelmiş olan para yarın Arjantin’de daha çok kazanç var denince çıkıp gidiyor. Türkiye ile hiç ilgisi yok gitmesinin, Arjantin’de işler iyi gitti diye gidiyor. Bu durumda Türkiye’ye bir şok oluyor, Türkiye’nin bir kabahati yok bu işte.
Diğer taraftan kur oynamaları oluyor, Euro ile Dolar arasında da oldu, tabii ülke parası ile, anapara arasında oluyor, bu da dış borcun maliyetini arttırıyor. Bu ülkelerin hemen hemen hepsinin dış borcu var, bunun maliyeti artıyor. Kur ülkenin parası aleyhine değiştiği zaman içerideki yük artıyor. Bu da ülkenin kontrol edebileceği bir şey değil, çünkü kurlar piyasalarda değişiyor. Eichengreen “Peki ne yapacağız?” diye soruyor. Bazı çalışmalar yapmış, onun sayısal kısmına girmeyeceğim ama “iç mali piyasaları yeniden düzenleyelim” diyor. Yani bankalar için minimum sermaye gerekleri tanımlayalım, daha yüksek düzeyde olsunlar, daha çok sermayeleri olsun ki şok yemesinler, kredi riskine karşı kuralları sertleştirelim. Bunların hepsi Türkiye’de tartışılan konular, yalnız bunun bir maliyeti var, mali sistemi daraltır, ekonominin de büyüme hızını düşürür, çünkü eskiden 5 kredi verebilen bir bankaya diyorsunuz ki “sen bu sermayende 5 değil 3 vereceksin” dediğiniz zaman haklı da olsanız sonucu budur. Yani sonuç kötüdür demiyorum ama sonuç budur. Tabii kısa, belki de orta vadeden bahsediyorum. O zaman bununla ne kazanmış oluyoruz? Bankacılık krizi olasılığını düşürmüş oluyoruz, bu doğru ama döviz kredi karşısında bir etkisi yok alınan kararın, böyle bir etki yaratmıyor. Eichengreen bazı varsayımlar altında bir çalışma yapıyor ve diyor ki “Bunun bu ülkeler üzerindeki net etkisi ne olur? Ekonomide mali sistem daralacak, büyüme hızı düşecek, buna karşılık bankacılık krizi olmayacak.” Tahmin edebileceğiniz gibi çeşitli varsayımlar altında yapılmış bir çalışma ve bulduğu sonuç olumsuz. Yani bu yapıldığı zaman ekonomi bu işten pek bir şey kazanmıyor, daha doğrusu kaybı daha fazla. İkinci olarak akla gelen, sık sık söylenen şey, sermaye kontrollerinin konulması, ülkeye sermaye girişlerinin kontrol altına alınması. Bu döviz krizini engellemeye yönelik bir çalışma, ama aynı şekilde derinleşme ve büyümeyi olumsuz yönde etkileme gibi bir maliyeti var. Yine bir hesap yapıyor ve bunun da net etkisinin olumsuz olduğunu buluyor, yani sermaye kontrollerini koyduğunuz zaman ülkenin bu işten kazancı net olarak o varsayımlar altında olumsuz. Üçüncü nokta ortak para birimine geçmek. Bunu özetleyeyim, AB’nin Euro’ya geçmesi, bunun gibi bir düzenleme yapılması. Bu düzenlemenin olumlu etkisi olabileceğini söylüyor, döviz krizini engelliyor, bunun net etkisi olumlu olabilir. Fakat şimdi herkes böyle bir şey kuramayacağı için “bir başka yol bulalım” diyor. Önerisi bu dördüncü nokta, diyor ki “Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar araya girsinler, gelişmekte olan ülkeler kendi paraları cinsinden uluslararası piyasalardan borçlansınlar, dolayısıyla dövizden gelen şoku yemesinler.” Bunun pozitif bir etki yaratacağını söylüyor ve “bunu bir düşünelim” diyor.
ÖM: Bu varsayımda Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi kuruluşların böyle bir girişimde bulunma ihtimali ne kadar? Bu akla yakın mı değil mi?
HE: Daha oraya gitmeden yazarın sunduğu tebliğin iki tane de eleştirmeni var, “pek işe yaramaz” diye eleştirileri var.
ÖM: Bir kere varsayımda problem var diyorlar.
HE: Gayet tabii. Şimdi buna onlar da “saçmadır” demiyorlar ama hakikaten sorunlu bir alan, Dünya Bankası böyle bir şeye başladığı zaman, mali piyasalardan eski saygınlık düzeyinde, eski ucuzlukta para toplayabilecek mi? Yoksa Dünya Bankası birilerine verecek, kur riski onun üzerinde kalacak. “Dünya Bankası’na eskiden verdiğimiz faizden vermeyelim” denecek mi bilmiyoruz. Bu şekilde sorunlar var, fakat bir şey açık, burada uluslararası mali sistemin işleyiş biçiminden doğan zararlar hep bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin üzerinden geliyor, aşağı yukarı hep ya da yıkıcı olarak hep... Çok az gelişmiş ülkelerde bir şey olmuyor, çünkü onlar uluslararası mali sistemin bir parçası değiller ama bu da özenilecek bir durum değil tabii. Çok gelişmiş ülkeler de idare edebiliyorlar bu tür şokları, karşılayabiliyorlar. Amerika’da da bir şeyler ters gidiyor ama orası pek sarsılmıyor, Almanya sarsılmıyor, fakat bizim gibi ülkelerde sorun çıkıyor. O zaman burada vurgulanan nokta bana da önemli geliyor, -yani önerisi yürür yürümez orası başka- düşünmek gereken şey, bizim gibi bir ülke bu şokların bir kısmı ile kendi başına işin içinden çıkamaz, diğer şartları ve kendi içi durumunu düzeltse bile.
Burada bir uluslararası işbirliğine ihtiyaç var. Bunun başka bir örneği, Güneydoğu Asya krizi sonrasında, Japonya’nın önderliğinde bölgede dayanışma ve bir ülkenin merkez bankasının öbür tarafa destek vermesinin tartışılmaya başlaması. Ama sonuçta pek bir yere gitmedi galiba. AB, sonuçta böyle bir şeydir. Bu noktanın üzerinde çok ciddi olarak durmak lazım, çünkü bizden daha zayıf, daha az deneyimli ülkeler de bu uluslararası mali sisteme katılacaklar. Yeni kriz dalgaları olabilir. Tabii ki haydi haydi Türkiye, Arjantin ve Brezilya yeniden krize girebilirler bir şey ters giderse, ya da bir şeyi ters yaparlarsa. Kendileri hata ettilerse bulsunlar cezasını diyelim ama...
ÖM: Yine onların hiçbir kabahatleri yok.
HE: Bir de birisi hata yaptığında fatura bir başkasına da çıkacak, daha önce de gördük bunu, bir yerde bir terslik oldu hepsinden birden sermaye kaçtı. Bütün bunları dengeleyecek uluslararası bir işbirliğine ihtiyaç var. Yani küreselleşmenin diğer boyutlarını bırakalım, sadece en başarılı boyut denilen mali boyutuna baktığımızda bile küreselleşmenin biçiminin değişmesi gerekiyor. Ben Eichengreen’in tebliğini belki böyle okumak istediğinden öyle okudum.
ÖM: Yani böyle hazır formüllerle, mevcut durumu, yapıyı, küreselleşmenin bugünkü halini korumayı da içeren formüllerle pek bir yere varılamayacağı gibi bir sonuca varabiliriz herhalde?
HE: Sanırım.
(17 Haziran 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır)