Özel Tüketim ve 2002 Büyümesi

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Türkiye'de 2002 yılında büyümenin nereden kaynaklanabileceği konusunda halen pek açıklık olmadığı söylenebilir. Hükümetin yaptığı açıklamalar ve IMF'ye verilen Niyet Mektubu ışığında görünen böyle bir büyümeyi sağlayabilecek talep genişlemesinin kamu harcamalarında olamayacağı anlaşılmaktadır. İçinde bulunduğumuz koşullarda Türkiye'de büyümenin dış taleple gerçekleştirilmesini beklemek gerçekçi görünmemektedir. Özel yatırımların ise ancak ekonomi canlandıktan sonra ve ciddi bir gecikmeyle tepki göstereceğini gerek iktisat kuramından gerekse Türkiye'nin daha önceki deneyimlerinden kolaylıkla çıkarmak olanaklıdır. Bu durumda ekonomide büyümeyi başlatabilecek unsur olarak geriye sadece özel tüketim harcamaları kalmaktadır.

1. Özel tüketimin artması için bir neden var mı?

Milli gelirin en büyük bileşeni olduğu için özel tüketimdeki bir artışın büyümeye yol açması normaldir. Ancak özel tüketim kendi kendine artmaz. Artmasının olanaklı olup olmadığı ve eğer olanaklıysa bunun nasıl sağlanacağının açık bir biçimde gösterilmesi gerekir.

Bu notta üzerinde durulan fikir özel tüketimin ekonominin bugünkü gelir düzeyinin anıştırdığı miktardan düşük olduğudur. Bu görüş şöyle özetlenebilir:

Özel tüketim sadece cari gelirin değil, gelecekte elde edilmesi beklenen gelirlerin de fonksiyonudur. Teknik deyimiyle tüketim düzeyini belirleyen cari gelir değil sürekli gelirdir (permanent income). 2001 krizi Türkiye'de sadece cari geliri değil, sürekli geliri de düşürmüştür. İnsanlar ileride işsiz kalmaları olasılığının yükseldiğini görerek daha sonraki dönem gelirlerinin daha az olacağı sonucuna varmışlardır. Bunun sonucunda da özel tüketim harcamaları, büyük bir olasılıkla, cari gelirden daha yüksek bir oranda düşmüştür. 2001 yılı sonuna doğru ise ekonomi daha düşük bir gelir düzeyinde dengeye oturma işaretleri göstermeye başlamış, yani daralmanın şiddeti düşmüştür. Bunun anlamı, çalışmaya devam edenlerin gelecek dönemlerde işsiz kalma olasılıklarının azalmış olmasıdır. Bu ise sözkonusu kişilerin sürekli gelirlerinde bir miktar artış olması anlamına gelir. Ancak tüketim harcamaları bu düzelmeye tepki göstermemiştir. Her ne kadar bu konuda veri eksikliği varsa da, Yapı ve Kredi Bankası'nın müşterileri ile yapılan temaslardan ve yine Yapı ve Kredi Bankası'nın Kredi Kartı ciro rakamlarından tüketimin (fiyat düzeyindeki değişmeler göz önüne alındıktan sonra) kriz öncesine göre % 25-30 dolayında daha düşük seyrettiği izlenimini edindim. Bu görünümün diğer bankalardaki bilgilere ters düşmediğini sanıyorum.

Bu durum tüketici davranışlarını açıklayan fonksiyonel ilişkide bir değişiklik olduğunu düşündürtmektedir. Başka bir deyişle kriz sonrasında tüketiciler kriz öncesindeki tüketim fonksiyonuna göre değil bir başka tüketim fonksiyonuna göre hareket etmektedir.

2. Belirsizlik ve tüketim üzerindeki etkisi

2001 yılındaki gibi büyük bir kriz sonrasında piyasaların alt üst olması, göreli fiyatların değişmesi ve diğer karar alıcıların davranışlarının belli olmamasının herkesi daha ihtiyatlı olmaya itmesi beklenir. Tüketici davranışları açısından ise bu zorunlu maddeler dışındaki tüketim harcamalarının kısılması anlamına gelmektedir. Dayanıklı ve yarı-dayanıklı tüketim mallarına olan talebin şiddetle düşmesi, hatta bazı sağlık harcamalarının ertelenmesine varan tüketici davranışı değişiklikleri bu görüşü doğrulamaktadır.

Bu durumda özel tüketimi artırabilmenin yolu, kişileri eski tüketim alışkanlıklarına yaklaştırmak böylece eski tüketim fonksiyonuna uygun bir biçimde harcama yapmalarını sağlamaktır.

Bu konuyu biraz teknik bir biçimde şöyle ifade etmek olanaklıdır:

Ct    = t Dönemindeki Özel Tüketim HarcamasıYt    = t Dönemindeki Milli Gelir t= t Dönemindeki Sürekli Gelir

Bu durumda aşağıdaki genel tüketim fonksiyonunu düşünelim:

(1)

Burada

a = Kriz öncesi marjinal tüketim eğilimib = Tüketimi özendiren koşulların olmadığı koşullarda tüketim eğiliminde ortaya çıkan düşüş (sözgelimi ihtiyat saikiyle tasarrufun artması); b <0

D= Kuka DeğişkenTüketimi özendirecek koşullar yoksa D=1Tüketimi özendirecek koşullar varsa  D=0

Dikkat edilirse bu durumda tüketimi özendirecek koşullar sağlandığında tüketiciler, D=0 olduğu için, aşağıdaki fonksiyona göre tüketimlerini yapacaklardır.

(2)

Tüketimi özendirecek koşullar sağlanamıyorsa, (1) geçerli olacaktır. b <0 olduğu anımsandığında bu durumda tüketim düzeyi daha düşük olacaktır.

Şimdi bir örnek yoluyla bunun büyüme üzerindeki etkisini görelim:

Kolaylık sağlamak üzere milli gelirin tüketim dışındaki bileşenlerinin toplam değerinin sabit olduğunu varsayalım

Ft = It+Gt+Xt-Mt=

Burada

It= t Dönemindeki Yatırım HarcamalarıGt= t Dönemindeki Kamu HarcamalarıXt= t Dönemindeki DışsatımMt= t Dönemindeki Dışalım

Bu durumda milli geliri belirleyen model aşağıdaki iki denklemle ifade edilebilir. Denklemlerden ilki milli gelir eşitliğini, ikincisi ise tüketim fonksiyonunu göstermektedir.

Yt= Ct+  (3a) (3b)

Şimdi bu büyüklüklere sayısal değerler vererek tüketimin iki farklı tüketim fonksiyonuna göre yapılmasının büyüme üzerindeki sonuçlarını görelim

Ct-1 = 70 = 110-1= 100=26a = 0.7b = 0.3

Bu durumda eğer tüketiciler yeni tüketim fonksiyonuna uygun olarak hareket ederlerse (yani D=1 ise) t dönemindeki tüketim düzeyi

Ct= 70+ (0.7-0.3) X (110-100) = 74

olacaktır. Bu durumda da (3b)'den cari milli gelir düzeyini

Yt = 74 +26 =100

olarak elde ederiz.

Buna karşılık eğer tüketiciler eski tüketim fonksiyonlarına uygun hareket etmeye dönerlerse, (yani D=0 ise) cari tüketim harcaması düzeyi

Ct= 70+ 0.7 X (110-100) = 77

olacak, buna karşılık gelen cari milli gelir ise

Yt = 77+26 =103

olacaktır.

Görüldüğü üzere, tüketicilerin eski tüketim alışkanlıklarına dönmeleri durumunda milli gelir düzeyinde artış sağlanabilmektedir.

Sonuç

Tüketim harcamalarının düşük kalmasına yol açan temel nedenin tüketici davranışlarındaki değişiklik olduğu görüşü benimsendiğinde Türkiye ekonomisinin tekrar büyümeye geçmesi için bu davranıın etkilenmesi gerektiği açıktır.

Burada iki nokta önem kazanmaktadır:

1) İçinde bulunulan koşullarda iktisat politikasını yürütenlerin ekonomide istikrarı bozucu gelişmelere izin vermemek dışında tüketimi artırmak için yapabilecekleri pek birşey yoktur. Para politikasını bu amaçla kullanmak enflasyonist bekleyişleri hemen güçlendirecek ve uygulanmakta olan programa olan güveni sarsacaktır.

2) Bu durumda tüketicilerin eski tüketim davranışlarına dönebilmeleri için özendirilmeleri gerekmektedir. Bu bağlamda da şirketler ve bankacılık kesimlerinin davranışları önem kazanmaktadır.

Şirketlerin, çok kısa dönemli kâr hedeflerini gözden geçirip biraz daha uzun dönemli (bir sene gibi) bir bakış açısıyla tüketicilere uygun gelebilecek koşulları yaratmaları ve satışları özendirmeleri gerekmektedir. Bu bağlamda fiyat ayarlamalarında ihtiyatlı olmak, taksitli satış ve benzeri kampanyaları olabildiğince yılın başlarına çekmek yararlı olabilir. Bankaların böyle bir davranışa destek vermeleri beklenebilir. Herşeyden önce bireysel bankacılık alanında iddialı olan hemen hemen tüm bankalar tüketiciye kolaylık sağlayan yeni programlarını yürürlüğe koyma yolundadırlar. Öte yandan bankacılık kesiminin 2002 yılında tabi olacağı kurallar, bu bankaları şirketler kesimine kredi açmakta çok daha ihtiyatlı olmaya yöneltmektedir. Başka bir deyişle bankacılık sisteminin kısa dönemde bireysel bankacılık faaliyetlerine ağırlık vermesi bir tercih değil, zorunluluktur. Bu durumda önemli olan nokta bankaların bu eğilimi ile şirketlerin iş hacimlerini büyütme isteklerinin uyumlanmasını sağlamaktır.

Büyümenin bu yolla başlatılması durumunda belli bir gecikmeyle önce stok sonra da sabit sermaye yatırımlarının canlanması beklenebilir. Bu gecikme süresinde de bankacılık kesimi yeni kurallara uyumu sağlamak ve şirketler kesimindeki müşterilerini yeniden tanımak yolunda ilerlemiş olacağı için yılın ikinci yarısının ortalarından itibaren şirketler kesimine açılan kredilerde de canlanma olması beklenebilir.