Yaşama fiyat biçmek

-
Aa
+
a
a
a

Çetin bir pazarlık daha başladı. Modern tüccarların birkaç gündür gündemlerindeki mevzu insan emeğine biçecekleri fiyat. Ancak bir sorun var, tüccarlar fiyatta anlaşamıyor. Patronun fiyatıyla işçinin, işçinin fiyatıyla devletin fiyatları uyuşmuyor. Şimdiye dek emeklerini en asgari fiyata satanlar da dört gözle pazarlığın sonucunu bekliyor. Sonrası, asgariye indirilmiş insani değerlerle çalışma yaşamı.

Yaşamın tek ve değişmez gerçeği onlar için çalışmak, üretmek ve kıt kanaat tüketmek. Devrimcilikleri insan emeğini daha makul bir fiyata pazarlamakla ölçülen sendikal bürokrasi de -simsarlar misali- pür heyecan patronlardan koparacağı paraya dikmiş gözünü. Patronlar ise pür telaş paralarını kaptırmama mücadelesinde. İkisi de üzerinde pazarlığa girdikleri 'şeyin' insan ve emeği olduğunu çoktan unutmuş durumda. Hatırlatanı yok hiçbirinin.

 

Asgari Yaşam

 

Asgari ücret kelimeleri ve gerçeği toplumsal bütün dikkate alındığında içinde apaçık ve kocaman bir ironi barındırıyor. Paraya endeksli bir yaşamda asgari ücretlilere her yönüyle -sağlıktan eğitime, ulaşımdan kültüre kadar- en asgari hayat olanakları tanınıyor. Bunun gizli saklı bir tarafı da yok. Herkes, bir anlamda büyük çoğunluğun asgari yaşam olanakları içinde olmasını çok önceden kabullenmiş, içselleştirmiştir. Kayıtlı 3 milyon -bir o kadar da kayıtsız- asgari ücretli işçi bir bakıma yaşamın kirli sularına terk ediliyor. Onlara, “siz asgari yaşama mahkumsunuz” deniyor.

Söz konusu ilişkinin esas öznesi işçi ise hayatının sonuna kadar ürettiği ürüne gerçek bir kayıtsızlıkla -kim hayatı boyunca otomobil parçası veya çorap veya kürek üretirse yabancılaşmadan kurtaramaz kendini- bir kısırdöngünün içine hapsoluyor.

 

Herkese ücretin biçildiği bir dünyadayız. Bu dünyada ücrete bağlanmamış, bağlanmaya çalışmayan var mıdır? Ücretin oranı ölçüsünde yaşam hakkının olduğu, toplumsal yapıdakı farklılık zenginliğinin ilkokuldaki sınıf sayısını andırdığı, insanların zevklerinin bile benzeştirildiği/gruplara ayrıldığı bir sistem: A gelir sınıfındakiler piyano çalıp klasik müzik dinler; D gelir sınıfındakiler arabesk parçalar eşliğinde vücutlarını doğrar. Veya en büyük meziyetleri kendilerini biraz daha sersemletecek pop starlar seçmek olur.

 

Unutmayalım, bu dönem, ücretin hayata değil, hayatın ücrete uyarlandığı bir dönem. Unutmayalım, ücret, modern zaman insanının boynuna geçirilmiş ipten başka bir şey olmadı, olamaz da. Evet, bir çetin pazarlık daha bitmek üzere. Tüccarlar, emeğimizi kaça satın alacaklarına karar verip, bir dahaki senenin hesaplarını yapmaya koyulacak. Bu arada biz de -makinenin dişlisi olarak- çarkı döndürmeye devam edeceğiz. Emeğimiz çoktandır müzayedeye çıkarılmış antikalar misali. “Satıyorum, saattım...”