Mayıs ayının başında Ankara’dayken bir rastlantı eseri, Nedim Gürsel’in Bahçelievler’deki bir kitapçıda imza ve sohbet günü olduğunu öğrenip, baskın yapmıştım.
O gün Nedim ile, sohbet toplantısı daha çok ikimiz arasındaki, artık gelenekselleşen söyleşilerden birisine dönüşmüştü. Ancak okurların yoğun ve anlamlı katkısını da anmadan geçemeyeceğim. Öyle dinamik bir okur – dinleyici kitlesi vardı ki...
Yedi yıllık aradan sonra, Türkiye’de, herşeyin ters gittiği bir dönemde, özellikle genç okurların ilgileri, bilgileri ve farkındalıkları beni çok etkilemiş, mutlu etmişti. Öyle ki, sonrasında bu söyleşiyi kayda almadığımız ve olumlu-olumsuz fakat çok bilinçli eleştiri ve görüşleri, değinmeleri yazıp yayımlayamadığımız için yerinmiştik.
Sonra “ber mutad” Nice’e geri döndüm. Fakat, ne yalan söyleyeyim, Türkiye’deki olumlu havadan iyice etkilenmiş ve düşünmeye başlamıştım. Tam o aralarda, Doğan Yayıncılık’tan pırıl pırıl paketlenmiş Nedim Gürsel’in üç kitabı geldi postadan. Bu da Türkiye’deki yayın evlerinin davranışlarının da farklılaşmaya başladığının somut göstergelerindendi. Örneğin 25 yıldır falan katkıda bulunmayı sürdürdüğüm Gösteri Dergisi’ni, gerek Doğan Hızlan’a gerekse Hami Çağdaş’a yalvarmalarıma rağmen, düzenli olarak göndermezler. Ardından Işık Menderes’in Radikal’deki yazılarını toparladığı kitabının yayımlanmasını Paris’te kutladık. Ne güzel gidiyordu herşey! Ve benim Türkiye ile ilgili, son on yılda oluşmuş “ön yargılarım” darma duman olmaya başlamıştı ki, ilk haber çıktı geldi... | Salzburg 1938 |
Bedri Baykam’ın ve karısı çok sevgili dostum Sibel Baykam’ın Türkiye’ye armağan etmekte oldukları, plastik sanatlar ve genel anlamıyla sanat dünyası açısından çok önemli olduğuna inandığım SKALA DERGİSİ, finansörünün “yeter artık” demesi yüzünden kapanmıştı. Bedri, yine iyi niyeti ile “yayına ara verdik” diyordu ama, ben o filmi çoktan görmüştüm. Başımdan geçen Kostantıniyye Haberleri Gazetesi macerası ile SKALA’nın macerası yer yer örtüşmüyorlar mıydı?... İçim sıkıldı...
Ardından beynimdeki tüm olumlu düşüncelerin içine napalm bombası gibi düşen felaket haberi ile sarsıldım.
Erje Ayden’in iki kitabı için Türkiye Cumhuriyeti Mahkemeleri ölüm fermanı imzalamışlar, idamına karar vermişlerdi. Kitaplar şimdi yakılarak yok edilmeyi bekliyorlar... Bedri Baykam da yayımcı kişiliği ile ağır para cezasına çarptırılmış. (Bkz. Bari alenen yakalım, ibret olsun)
Bu haberi, Nice Şehrinde yazılarımı yazmakta olduğum eski binanın sıcak odasında terleyerek okuduğumda, kocaman bir OHHH çektim. Hayli bencil bir oh olmasına karşın, on yıldır üzülerek, kahrolarak üretmekte olduğum “ön yargılarımın” doğrulandığını, sağlandığını okumuştum...
Bedri Baykam'a çağrı
Türkiye’de olup, o havayı soluyup, o ortamda üreterek bu korkunç insanlık suçuna ortak olmadığım için mutluyum şimdi. Çünkü, orada yaşıyor olsaydım eğer, o zaman kocaman gazetelerin bu ölüm fermanına manşetten karşı çıkmamalarının ayıbını paylaşmış olacaktım. Aydınların Taksim, Kızılay ve Konak meydanlarında sessiz yürüyüşlerle bu korkunç kararı kınamayışlarını utançla izleyecektim...
Şimdi de biraz çekiniyorum tabii, yani haber AFP ya da AP ajanslarından geçer de, buradaki her gün yüz yüze olduğumuz muhabirler benim de Türk olduğumu anımsarlarsa ben ne yanıt verebilirim diye kara kara düşünüyorum...
T.C. Mahkemeleri’nin, Avrupa Birliği’ne girmeyi deneyen Türkiye’de insanların idamına karar veremezken, kitapların ve giderek de düşüncenin, sanatın katline karar vermeleri karşısında sevgili dostum, yoldaşım, düşünce arkadaşım Bedri Baykam’ın içine düştüğü karmaşayı, ruh halini anlamamak elde değil..
Sevgili Bedri,
Topla tası tarağı, al çoluğu çocuğu, anneni de al, bize mantı yapar fena mı? Gelin, buraya gelin, bizim ev ardına kadar açık, paylaşacak çorbamız da var, evde kitaptan yürünmez halde ama zarar yok, Erje’nin kitaplarından kaçırabildiğin kadarını kaçtır, rüşvet ver gerekirse, Türkiye alışık bu ayıplara nasılsa, boş ver, idamdan kitap kaçırmanın ayıbı olmaz. Gelin, burada size pasaport bile verirler, korurlar sizi, burada düşünce, sanat ve insan hep en önde geliyor, korunuyor, orası gibi değil yani!...
Sonra bak, benim www.ayral.com diye bir internet sitem var, burada düşünceyi ve sanatı sevenler koruyorlar o siteyi, para pul almadan yayımını sürdürüyorlar, gönder o kitapları hemen orada yayımlayalım, TC kanunlarının dokunamayacağı bir yerde site çünkü, kimseye elini sürdürtmeyiz, okurlar da ulaşırlar okurlar kitapları..
Başka elimden ne gelirse söyle, eğer kitaplar için, onların yakılmaması için ellerimizi kesecekler ise ona da razı değil miyiz biz?
Kaç gel, oralar adam olmaz, bak bunca yıldır uğraştık, kimimiz öldük kimimiz nutuk söyledik...