Kulaklarda hoş bir seda: Savaşa hayır!

-
Aa
+
a
a
a

Bakıyorum dükkanlar, iş yerleri, cafe’ler, sokak duvarları birer 'Savaşa hayır!' afişi edinmişler, hani neredeyse Diyar-ı İstanbul bir bayram havasını solurcasına afiş ve pankartlarla süslenecek. Yakında 'savaşa hayır' logolu hediyelik eşyalar, oyuncaklar, promosyonlar, hatta 'savaşa hayır' hatlı cep telefonları da çıkarsa piyasaya hiç şaşırmasın kimse! Artık çocuklar okullarda şiirler okumaya başlar, uyanık bestecilerimiz ve her daim popüler ses sanatçılarımız da kolları sıvar... Gittiğim berber dükkanının camında da gördüm dün; ama bu kez İngilizce yazılmış: No War. Traş olurken ağzını arıyorum genç berberin. "Aman abi, olmasın tabii savaş, işlerimizin nice olur yoksa hali!" diyor.

İşlerimiz, huzurumuz, düzenimiz, geleceğe ilişkin projelerimiz, biz; kısacası, sorun biziz. Birbirinden bilgiççe açıklamalarla mangalda kül bırakmayan entelektüellerimizden manevra ustası politikacılarımıza, hangi 'sivil'i nasıl 'temsil' ettikleri bilinmez sözde sivil toplum örgütlerine, aslında biz merkezli bir egonun nidası 'savaşa hayır'.

Öyle ya, savaş ve hayır gibi iki sözcüğümüz var, çekilsin çekilebildiği yere! Sanat ve evet ya da insanlık ve adalet ya da öteki benzerleri de olabilirdi, herkesin kendi söz yazarlığına soyunabileceği, notaları istediği yerlere yerleştirebileceği parçalara kaynak olacak sözcükler... Zülfüyare dokunmayan, asıl hedefi aramak gibi bir niyeti olmayan sloganların nasıl kişisel rahatlama ve genel geçer bir modanın parçası olmaya hizmet ettiğine yeni tanık olmuyoruz.

Rahatlatmaktan öte...

Şimdi şöyle bir bakalım: Dile getirilen savaş bir politik-askeri gücün, bu güce dayanarak ve zor kullanarak yabancı bir toprak parçasını tahakküm altına alması değil mi? Öyleyse bu sözcüğün ifade ettiği gerçek kavram emperyalizmden başka bir şey olamaz. Ne var ki, bu sözcük de tıpkı öteki zülfüyar peşindeki sözcükler gibi aşındırma ve çarpıtılma süreçlerinden geçtiği için, bu yazıda bile okuduğunda irkilecek ya da dudak bükecek kişilerin olabileceğini pekala tahmin edebiliyorum. Ancak artık önyargılar, saplantılarla uğraşacak zaman değil. 'Savaşa hayır' yerine 'emperyalizme hayır' demek, üzerinde birleşecek zemini netleştirir, somutlaştırır, dahası ve bence en önemlisi, ilkeleştirir. Bu anlamda kendi halklarına karşı aynı tutumu benimseyen Saddam’ı da içine alır, bizi biri ya da ötekini seçmek gibi, aslında aynı mentalitenin zıt uçları gibi görünen kutuplar arasında taraf tutma yanlışından alıkoyar. Ayrıca kökeni Roma'ya giden (imperium) bu sözcüğün, dolayısıyla 2000 yıllık bir geriliğin hala sürdürülmesinin ardındaki dinamikleri sorgulatır.

Sorgulatmalıdır da. Zira, bugün diyelim savaşın olmayacağı ilan edilse, bizi rahatlatmasından öte ne değişmiş olacaktır ki? Bush ve Saddam’ları üreten sistem ortadan kalkacak mıdır? O halde dünya vatandaşlığında ısrar eden bireylerin, şimdiki sıcak durumu fırsat bilerek onları böylesi bir platformda birleştirecek ortak ilkeleri bir an evvel saptamasının zamanı gelmiş sayılmaz mı? Bu ilkelerin en başında yepyeni bir demokrasi anlayışı gelmelidir örneğin, onlar adına hareket edenler olmaksızın sıradan insanların ekonomiden politikaya her alanda doğrudan söz sahibi olacağı, baş aşağı durmaktan kurtarılmış, alternatif bir demokrasi.

  Geçtiğimiz pazar günü, Ankara (AP)

Kendi sıradan insanını dikkate almayan Bush’ların, kendi sıradan insanını dikkate almayan Saddam’lara karşı, aynı şekilde sıradan insanlarını dikkate almak gibi bir derdi olmayan ülkelerin seyirlik bakışları altında yürüttüğü sömürü senaryoları ancak o zaman tarih olabilir. Ne var ki sistem ortalama insanı zaten ideolojik aygıtı olan medyası, mahkum ettiği yaşam kavgası ve sözde temsili demokrasisiyle 'sıradan'laştırmıştır ve asıl kavga da sistemin bu sistemli piyonlaştırma politikasına karşı verilmelidir. Tıpkı Seattle, Prag ve Genova'da verildiği gibi.

Şimdi tam da bu noktada, ne ilgisi var demek, 'savaşa hayır' kampanyalarıyla, insani eylemlerin en başında gelen kendi kendini yönetme ve kendi geleceği için karar verme idealleri arasında, bu idealler için neoliberalizme ve sermayenin küreselleşmesine karşı mücadele verenler arasında bağ kuramamak 'sıradan'laşmış piyonların bir zaafı olabilir ancak.

'Benim Adıma Karar Verme' diye bağırmayı düşünür müydük acaba?