Farklı yazı

-
Aa
+
a
a
a

Aşağıda anlatılan olaylar hayal mahsulu olmayıp,  espri yapma çabası söz konusu değildir. Anlatılanlar yaşadığım herhangi bir günün hikayesidir. Yazıda bahsedilen kişiler gerçektir. Ancak kendilerinin aşırı alçakgönüllülükleri nedeni ile isimleri verilmemiştir. Bu yazı mükemmel Türk toplumuna adanmıştır.

 

Saat 9:15 gibi müşteri ziyaretlerimi yapmak üzere Kadıköy’deki işyerimden şirket araçlarından biri ile ayrıldım. İlk toplantım saat 10:00’da Merter’deydi. Kendi kendime saat 10’daki toplantı için çok erken çıktım insanları rahatsız edeceğim, 15, 20 dakika oralarda oyalanırım diye düşündüm. Her zamanki gibi çevre yolunda hızla (90 km) ilerlerken, inanılır gibi değil, Altunizade civarında yol yavaşladı. Bu kez de ne isabetli karar verdiğimi düşündüm erken çıkmakla. Ama yadırgadım da. Biraz daha ilerleyince yolun sağında bir kalabalık olduğunu gördüm. İlerisi açıktı ve hararetli bir tartışma vardı. Ben de durup camı açtım. Bir taksi sürücüsünün yabancı plakalı bir araç sürücüsüne “Burası mountain head mi, sigaranı put your car” gibi bir cümle sarfettiğini duydum. Yabancı plakalı bir araç sürücüsü sigarasının külünü camdan dışarı serpmiş. Bizim taksi sürücüsü de çok sinirlenip yolunu kesmiş. Yabancı kişi önce anlaşıldığı kadarı ile sana mı soracağım gibilerinden bir laf edince, olay biraz büyümüş ve tam o sırada olayı farkeden diğer sürücüler de durmuş olduğundan, iş uzamış ve yol  tıkanmış.

 

Her zaman için toplum olarak temizliğe verdiğimiz bu önemden mutluluk duyarak ben de kartvizitimi bıraktım ve “tanık gerekir ise beni de arayabilirsiniz” dedim. Taksi sürücüsü “yeter beyefendi, cebim tanık kartvizitleri ile doldu” dedi.

 

Neyse, yine de toplantıdan 5 dakika önce Merter’e ulaştım. Toplantımız her iş toplantım gibi yeteri kadar sürdü. Herkes hazırlıklı gelmişti. Ne istediklerini bilerek ve bir kez anlattılar. Ayrıca istekleri konusunda bir dosya da hazırlamışlardı. Ben de randevulaşma sırasında gerekli notları aldığımdan biraz daha detay bilgi verip hazırlanmak için ayrıldım. Hiç çay kahve, o ne goldü muhabbetti yapıp, aynı şirketteki kişilerin aynı şeyi birebir aynı cümlelerle uzun uzun anlatma çabasına girmemesi nedeni ile zaman kaybetmedik. Bir de dostlarımın yurtdışında anlattığı toplantıları düşündüm. Tanrım, dedim ne kadar şanslıyım.

 

Öğleden sonraki toplantım Taksim’deydi. Şirkete rahatça dönebilirdim ama doğrudan Taksim’e gidip birkaç galeri gezmek istedim. Sonra da bunun biraz hata olduğunu düşündüm. Ama şansımı denemeye karar verdim. Eğer sergi gezemezsem birkaç kitap alırım, dedim. Öğle tatilinde tahmin ettiğim gibi galerilere girmek bir sorundu. Hepsinde adeta izdiham vardı. Sadece bir sergiye biraz göz atıp, hafta sonu erkenden gelirim, diye düşündüm. Zorlukla bir kitap alıp 2. toplantıya gittim. Doğal olarak 2. toplantım da zamanında bitti ve 15:30’da şirketimde çalışmaya başlamıştım. Saat 18’de de işlerimi tamamlamış olmanın huzuru ile evime gittim.

 

Önce benim evimin yerine ağaç dikilsin

 

Akşam haberleri yine yurt ve dünya sorunları üzerine yorumlar, tartışmalar ile dopdoluydu. Aslında bu cümle hatalı oldu. Bizim sorunumuz olmadığı için hayatımızı daha da mükemmelleştirmek için atılacak adımları dinledim Türkiye ile ilgili olarak. Bu da biraz sıkıcıydı. Okullarda çevre koruma dersinin zorunlu konulması üzerine tartışanlardan muhalefet partisi yetkilisi  “Türk çocuklarının ana babaları gibi herşeyi bildiğini, böyle bir derse gereksinim olmadığını, hele de zorunlu tutmanın bize hakaret olacağını” söylüyordu. Her hafta sonu her yerde ağaç dikme kampanyalarının sorun olduğunu, ülkede ağaçsız bir metrekare yer kalmayınca, ağaç dikebilmek için evlerin yıkılmaya başlandığını, herkesin de önce benim evimin yerine ağaç dikilsin deyince de inşaat makinesi sıkıntısı doğduğunu, bundan da iktidar partisinin sorumlu olduğunu belirtip, bu halka mı ders vereceksiniz diye de ekledi.

Sesi hiç yükselmemiş, hep sayın diye konuşmuştu. Ben de hak verdim kendisine. İktidar partisi yetkilisi ise “bunun OAODB (Orta Asya ve Ortadoğu Birliği) kriteri olduğunu, üye ve aday ülkelerin yerine getirmesi gerektiğini, bizim bu birliğin kurucusu olduk diye farklı davranamayacağımızı” belirtti. Ona da hak verdim.Kuşkusuz o da aynı nezaketle cevap vermişti.

 

Akşam şampiyonlar ligi maçımızı izlemeye başladım. Aslında sonucu % 99 belli maçı izlemenin bir anlamı yoktu ama işte yine de milli duygular... Kazanacağınızdan emin olsanız da izliyorsunuz. Bizim takım yine tam kadro çıktı sahaya, hiç cezalı futbolcu yoktu. Zaten Türkiye liglerinde hiçbir takımın hiçbir futbolcusu ceza almıyordu. Bizim seyirciler sadece rakip takımı ateşlemeye çalışarak oyunu dengelemeye uğraşıyorlardı. İki futbolcumuz aralıklarla ikili mücadelede yere düşen rakipleri lehine faul verilmeyince itiraz ettiler. Aslında hiçbir şey yapmamışlardı. Rakip futbolcular düpedüz kendilerini yere atmışlardı ama hakem buna da faul vermez ise rakibin ayağına top değmeyecekti. Ancak hakem aldatmaya yönelik hareketten dolayı topu yine bize verdi ve bizim futbolculara da, centilmenliğin de bir sınırı var diyerek, sarı kart gösterdi. Her iki futbolcumuz da hiç itiraz etmediler. Tam tersine dudak hareketlerinden anladığım kadarı ile hakem otoritesine bir itirazları olmadığını ama rakibin de bir defa olsun topa vurmasını istediklerini söylediler.

 

E yeter ama. Daha yazamayacağım.