Pragmatist felsefeye geç yirminci yüzyılda canlılık kazandıran ve John Dewey'den bu yana bu düşüncenin en güçlü temsilcisi sayılan Richard Rorty, insan dayanışması üzerine kurulu bir liberal ütopya düşlüyor ve bir ideal olarak gördüğü dayanışmaya ulaşmada tahayyülün önemine vurgu yapıyordu. Rorty'ye göre dayanışma ancak başkalarının ıstıraplarına karşı duyarlı olabildiğimizde gerçekleşebilir, artabilirdi. (R.Rorty, Olumsallık, İroni ve Dayanışma, çev.M.Küçük, A.Türker, Ayrıntı Yayınları, 1995)
Onun liberal ütopyasının kahramanları ise güçlü şairler ve ütopyacı devrimcilerdir. Kimdir güçlü şair? Bu Rorty'nin Harold Bloom'dan ödünç aldığı, ama farklı bir anlam yüklediği bir terim. (Bloom her yorumun aslında bir yanlış okuma olduğunu söylemiyor mu? Rorty'nin, Bloom okuması da bu bakımdan bir istisna değil.)
'Başlı başına bir varlık'
Hatırlanacağı üzere, Harold Bloom, Etkilenme Endişesi'nde bir şairi ve onun şiirini tek başına görmekten, şiiri "başlı başına bir varlık olarak" okumaktan vazgeçmemizi öneriyordu; çünkü her şairin yoğun biçimde etkilendiği ('yanlış okuduğu') bir selefi vardır. Genç şair selefini yorumlayarak güç biriktirir, fakat beri yandan da onun etkisinden kurtulamama, özgün bir yaratıcı olamama korkusuna da kapılır. Bloom sesini bulmaya çalışan genç şairin bu duygusunu "etkilenme endişesi" olarak kavramlaştırır. Bu endişe halefi sürekli gerilim içinde tutarken, aynı zamanda onu güçlendirir. Güçlü bir şair olarak yetişmesini sağlar. Güçlenen genç şair etkilendiği selefini de canlı tutar. (H.Bloom, Etkilenme Endişesi, çev.F.B. Aydar, Metis, 2008) Rorty'nin güçlü şairi hem Nietzsche'nin üst-insan'ından (Übermensch'den ) izler taşıyor, hem de o aynı zamanda bir liberal ironist. Güçlü şair sözcük dağarının nihai olmadığının bilinciyle sözcükleri yaratıcı biçimde kullanıyor, sözcükleri şimdiye değin taşımadıkları anlamlar yüklüyor, yeni bir dille konuşuyor. Böylelikle, kendini yaratıyor, kendinin üstesinden geliyor, aşıyor. O tek bir yaşam süreci içinde pek çok kez yeniden doğabilme yeteneğini sahiptir. Dahası, onun şiiriyle temas ettiğimizde bizlerin perspektifi de değiştirebiliyor. Şeylerin göründüklerinden farklı olduğunu kavrıyor, hiçbir şeyin aslında göründüğü gibi olmadığını anlıyoruz.
Güçlü şiir bizlere verili dünyanın ötesini gösteriyor. Wallace Stevens'ın Picasso tablosundan esinlenen şiirinde dile getirdiği gibi "mavi gitarlı adam" şeyleri o zamana değin göremediğimiz radikal bir farklılıkla kavramamıza, algılamamıza yardımcı oluyor.
Güçlü şairin metaforlarla örülü dili empati uyandırma gücüne de sahiptir. Başkalarının deneyimlerini, onların acılarını, ıstıraplarını anlamamıza yardımcı olur. Acı çeken ötekilerle yakınlaşmamızı sağlar. Toplumun ahlaki ilerlemesi için gerekli olan dayanışmayı sağlar. Güçlü şiirin insanlar arasında bağ kurmada ve dayanışmaya temel oluşturmada ne denli etkili olduğunu gösterebilmek bakımından örnek vermek ve bu bağlamda Denise Levertov'un 1969 yılında ders verdiği (Berkeley) Kaliforniya Üniversitesi'ndeki deneyimlerini aktarmak istiyorum.
Vietnam Savaşı ve Berkeley
Vietnam Savaşı'nın tırmandığı o günlerde Berkeley'de de sık sık savaş aleyhtarı gösteriler düzenleniyordu. Ayrıca üniversiteye ait boş bir araziyi öğrencilerin çiçek ve ağaç dikerek parka dönüştürmek istemeleri üniversite yönetimi ile öğrenciler arasında sorun yaratmıştı. Levertov ve öğrencileri de kimi zaman polis şiddetiyle karşılaştıkları bu gösterilere katılıyorlardı. Ama hayatlarında şiir de vardı. Levertov, Life at War (Savaşta Yaşam) başlığı altında toplayacağı şiirlerinin önemli bir bölümünü o günlerde yazmıştı. Bu şiirlerinde Amerikan yönetiminin, Pentagon'un savaşla ilgili gerçekleri gizleyen, şiddetin bir parçası haline gelen diline karşı bir dil oluşturmuştu.
Bu yalın şiirler bizleri savaşın dehşetine uyandırmakla kalmaz, dayanışma sağlayacak bir kuvvet de taşırlar. Levertov o dönemde yazdığı Cahil Öğretmen başlıklı denemesinde şiirin bu gücüne vurgu yapar, şiirin öğrenciler arasında kardeşlik bağları kurduğunu, onları birbirlerine ihtimam göstermeye teşvik ettiğini, sınıfı bir komüniteye dönüştürdüğünü belirtir. Pentagon'un savaşı, ölümleri rasyonalize eden dilini, bu dille Levertov'un güçlü şiiri arasındaki karşıtlığı kavrayabilmek açısından Kenneth Burke'ün dilin toplumsal kullanımı, iletişim ve etkileşim, ikna ve retorik teknikleri konusundaki görüşlerinin yardımına ihtiyacımız var.
Hitler ve 'Kavgam'
Hitler'in şansölye seçilmesinin ardından 'Kavgam' daha çok okunur olmuş, başka dillere de çevrilmiş, bu arada ABD'de de yayımlanmıştı. Bunun tehlikeli bir gelişme olduğunu gören Burke "mide bulandırıcı, tehlikeli bir demagog" olduğunu söylediği Hitler'in kitleleri manipüle etmede başvurduğu retorik tekniklerini ele alan Hitler'in Savaşının Retoriği başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Burke, Hitler'in propaganda konuşmalarında kullandığı retorik taktiklerle (basitleştirme, tekrar vb.) Alman halkını birleştirmeye yöneldiğini; ama bunun için öncelikle ayırdığını, ayıkladığını, günah keçileri yarattığını yazıyordu. Onun basitleştirici, indirgeyici dili insanların sorgulama, eleştirme kapasitelerini köreltiyor ve onları bir yığın halinde bir araya topluyordu. Kalabalığı oluşturan herkes demagog liderle özdeşleşiyordu. Burke gelecekte Amerikalı politikacıların da Hitler tarzı retorik taktiklere başvurabilecekleri konusunda uyarıyor; bir bakıma Nixon'ın, Reagan'ın, (baba ve oğul) Bush'ların gelişini haber veriyordu. Görüldüğü üzere, demagogun retorik taktiklerine dayalı propagandası güçlü şairin dilinden bütünüyle farklıdır. Demagogun basitleştirici dili ayırarak birleştirir. Onun bu anlamda birleştiriciliği güçlü şiirin yarattığı dayanışmanın tam karşıtıdır.
Güçlü şiir Levertov'un sınıfını birbirini kollayan kardeşler topluluğuna dönüştürmüştü. Öğrenciler arasındaki dayanışma orada kalmıyor, öğrencilerden sokaktaki savaş aleyhtarı göstericilere, pasifistlere uzanıyor; bununla da yetinmiyor direnen Vietnam halkını kucaklıyordu.
Rorty açıkça şairi filozofa tercih ediyor. Bir başka anlatımla, Rorty'nin liberal ütopyası Platon'un cumhuriyetiyle neredeyse bir karşıtlık içinde. Platon felsefesi hayatı değişmez bir bütünlük, süreklilik ve düzen içinde görüyordu. Oysa güçlü şair olumsallığın bilincinde ve peşindedir, "bir perspektiften diğerine firar eder". Şiiriyle, sözüyle temas edenleri de peşinden sürekler, onları da baştan çıkarır, birer firari yapar.
Rorty, Aydınlanma'nın bilime ve felsefeye verdiği yeri şiirin (genelde sanatın) almasını istiyor. Nedeni şu: "Demokratik bir toplum nasıl mümkün olur?" ,"demokratik bir toplumun üyesi olmanın anlamı nedir?" gibi yakıcı soruları Walt Whitman pek çok filozoftan daha iyi cevaplayabilir.
Bu arada dikkatinizi çekmiş olmalı: Rorty bir bakıma, insan davranışlarına etiğin anlam verdiğini çok uzun zaman önce ileri süren ve etiğe dayalı bir hayat için şiiri savunmuş olan Shelley'i izliyor. Hatırlanacağı üzere, Shelley, 'Şiirin Savunması'nda' ayrıca şiirin imgelemden kaynaklandığını ve imgelemin işleyişine katkıda bulunduğunu, bunun da daha iyi bir dünya tahayyülü için gerekli olduğunu ileri sürmüştü.Ancak şunu da hemen eklemek gerekiyor: Rorty şiir sözcüğünü çoğu kez düzyazıyı da içerecek denli genişletiyor, bazı öykü ve roman yazarlarını da güçlü şairler arasında sayıyor. Güçlü şiir kavramının daha da genişletilebileceğini, bütün estetik form ve kategorilere yayılabileceğini düşünüyorum. Örnek olarak fotoğrafçı Walker Evans'ın 1930'lardaki büyük ekonomik bunalım döneminde yazar James Agee ile birlikte kotardığı , ama ancak 1941'de yayımlanan, Haydi Şimdi Meşhur İnsanları Övelim adlı çalışmayı hatırlatmak istiyorum. Alabama'da yoksul çiftçi, toprak kiracısı ailelerinin çok ağır koşullar altında var olma mücadelesini belgeleyen bu fotoğraflar belgesel fotoğrafçılıkta bir dönüm noktasını işaret ederler. Evans bu insanların gururunu incitmeme konusunda büyük bir titizlik göstermiştir. Onlarla özdeşleşmeyiz; fakat yaşadıkları yoksulluk deneyiminin ne kadar dışında olsak da onların ıstıraplarını anlayabilecek, denli onlara yakınlaştırır bizleri.
Yüzleriyle gördüğümüzde, onlarla göz göze geldiğimizde empati duygumuz harekete geçer.
Kamera ve vicdan
James Agee, "kamera vicdana yakındır" der. Ben piyanonun da vicdana hayli yaklaşabileceğini söyleyeceğim, kanıt olarak da besteci Frederic Rzewski'nin Winnsboro Cotton Mill Blues başlıklı eserini göstereceğim. Modern piyano literatürünün çok önemli kompozisyonlarına imza atmış (aynı zamanda elektronik doğaçlama topluluğu Musica Electronica Viva'nın da kurucusu olan) Rzewski, 1979'da yazdığı Kuzey Amerika Baladları dizisi içinde yer alan bu eserinde halk müziğinden esinlenmiş; yanı sıra, modern piyano tekniklerini kullanmış, atonaliteye yer vermişti. Rzewski'nin bu eserinde piyano ve insan sesi yer yer karşıtlık içine girer, bazen de kaynaşırlar. Piyanonun sesi kimi zaman pamuklu dokuma tezgâhlarının gürültüsünü çağrıştırır. Ama işçilerin zor çalışma koşullarına dayanabilmek için söyledikleri şarkılarla kaynaştığı da olur ; işte o zaman oluşan dramatik bileşim müziğe güçlü şiir niteliği kazandırır.
Bu yazı ilk olarak 29 Mayıs 2009 tarihinde Radikal gazetesinde yayımlanmıştır.