Patates: Toprak Elması

-
Aa
+
a
a
a

Kopuk Bağlar'da Fatma Genç ve Hasan Ateş, kıtlık yiyeceği olan toprak elması patatesi ve patatesin Cumhuriyet tarihindeki yerini konuşuyorlar.

""
Patates: Toprak Elması
 

Patates: Toprak Elması

podcast servisi: iTunes / RSS

Hasan Ateş: Kopuk Bağlar’dan merhabalar. Kopuk Bağlar, 15 günde bir Cuma akşamları 19:30’da Apaçık Radyo’da Açık Dergi yayın akışı içerisinde sizlerle. Ben Hasan Ateş.

Fatma Genç: Ben Fatma Genç.

H.A.: Bugün sevgili Fatma ile işçi sınıfının en temel gıdalarından, yoksulluğun katığı diyebileceğimiz nesnelerden, ürünlerden, metalardan birisi olan patatesi konuşacağız. Kopuk Bağlar’da ürünler, nesneler, metaların sosyal tarihini önemsiyor ve konuşmayı seviyoruz. Bir ürün; nesne, mal tarihsel süreç içerisinde nasıl dönüşüyor, sosyal ilişkileri nasıl dönüştürüyor ya da sosyal ilişkileri dönüştürürken sosyal ilişkiler onları nasıl değiştiriyor soruları üzerinden konuşuyoruz. Bugün de bu ürün; mal, metalardan birisi olan, insanlık tarihinin en önemli gıdalarından, nesnelerinden, ürünlerinden biri olan patatesi konuşacağız. Patates nasıl bir üründür ve tarihsel olarak nasıl bir seyir izlemiştir?

F.G.: Merhaba. Patates; ekmek, pirinç gibi gıdalarla birlikte temel gıda maddeleri arasında sayılan ürünlerden birisi. Kıtlık yiyeceği olarak da adlandırılıyor. Toprak elması anlamına gelen karşılıkları da var. Bu bölümde, patatesin hem dünya tarihine, hem de Cumhuriyet tarihine kısaca göz atacağız. Ayrıca edebiyat ve müzikteki yerine de değineceğiz.

Arkeolojik olarak patates, günümüzden binlerce yıl önce Peru-Bolivya vadileri boyunca sürgünlerinden çoğaltılan yumrularıyla dünyaya ses vermiş, İlhan Berk’in ifadesiyle, ‘Yeraltının en çalışkan çocuğu’. Anavatanı Güney Amerika olan ve uzun yıllar ‘yabani bitkiler’ kategorisinde anılan patates, zaman içinde önce Peru’da, ardından da tüm kıtada yaygınlaşmaya başlıyor. Yabani bir bitki olarak görülürken, bir süre sonra tüketilebilir hale gelmesinin sebebi ise mısırların olgunlaşma sürecini tamamlayamadığı topraklarda patatesinin mısırın yerini tutabilecek bir bitki olarak görülmesi.

Patates, patlıcangiller familyasına ait bir bitki olarak tanımlanıyor. Tek yıllık kültür bitkisi olan patatesin evcilleştirilmesiyle birlikte ilk kez botanik literatüründe tanımlanması 1591 tarihinde oluyor. Latince ismi ‘Solanum tuberosum’ olan patates bitkisinin günümüzde 200 civarında türü ve 4 binden fazla çeşidi olduğu biliniyor. 1597 yılında İngiliz şifacı John Gerard’ın Bitkilerin Tarihi kitabında ve İtalyan şifacı Pietri Andrea Mattioli’nin Şifalı Bitkiler kitabında ilk kez İngilizce olarak ‘potato’ adı kullanılıyor. Potato, And dilindeki ‘batata’, İspanyolca ‘patata’dan İngilizce’ye uyarlanıyor. Almanca’daki ‘kartoffel’ ve Fransızca’daki ‘pomme de terre’ ise ‘toprak elması’ anlamına geliyor.

 

Patates ile ilgili en eski tarih, Alman yemek kitabında karşımıza çıkıyor. Bohemya ve Macaristan’da çalıştıktan sonra saray aşçılığı yapan Marx Rumpolt’un 1582 tarihli Ein New Kochbuch kitabından bir tarif: “Toprak elmaları. Soyun ve küçük parçalara ayırın. Suda iyice kaynakttıktan sonra bir kumaşın üstüne iyice bastırın. Küçük parçalar halinde domuz pastırmasıyla kızartın. Altına biraz süt ekleyerek lezzetlendirin.” Bu bilgileri de Apaçık Radyo programlarından birisi olan Botanitopya’da sevgili Benan Kapucu’nun patates ile ilgili yaptığı programdan öğrendiğimizi de aktarmış ve kendisini de anmış olalım.

Patatesin tarihi sadece bir yemek tarihi değil; toplumsal tarihle iç içe geçmiş durumda ve oldukça da uzun bir hikâyesi var. Friedrich Engels patatesin tarihsel bağlamda devrimci rolünü demirle eş tutarak anlatıyor ve, ‘Tarihte demirin icadına eşdeğer bir olgu’ olduğunu söylüyor. Benzer şekilde Umberto Eco da,Patates, insanlığın Orta Çağ’dan kurtuluşunu sağlayan en önemli buluşlardan’ birisi olduğunu dile getiriyor. Adının geçtiği her yerde devrim, kıtlık, isyan, savaş ve ihtilallerle birlikte anılan patatesin tarihe yön veren büyük hikâyesindeki dikkate değer nokta, coğrafi keşiflerle başlayan tarihsel süreci, onu tahıllardan sonra dünyadaki en önemli ürün haline getirmesidir. Uzun süren kıtlık, yokluk ve açlık dönemlerinde, insanların, tokluk hissi veren ve hayat enerjisi sağlayan bu “mucizevi karbonhidrat” kaynağına dört elle sarılmaları, ölümün mümkün olan tek alternatifini tercih etmeleriyle ilgilidir.

Patates, bugün buğday, mısır, pirinç ve şeker kamışından sonra dünya çapında en önemli ürünlerden birisi ancak 18. yüzyılda patates, bazıları için korkutucu, diğerleri için şaşırtıcı bir yenilikti. Kristof Kolomb’un başlattığı küresel ekolojik çalkantının bir parçasıydı. Patates, Avrupalıların çok eski zamanlardan beri yedikleri, bir gıda maddesi olmaktan çok uzak, yaklaşık bin yıllar öncesinde And Dağları’nın İnka öncesi insanları tarafından evcilleştirilmiş Güney Amerika’nın yerlisi olan bir bitkidir. 16. yüzyılın sonlarında İspanyol fethinin diğer ganimetleri arasında Avrupa’ya getirilmiş ve daha sonra düzensiz bir şekilde yayılmış, Avrupa’nın kırsal kesimleri ve çalışanları için temel gıda maddesi olarak tam anlamıyla yerleşmesi ancak 19. yüzyılı bulmuştur.

18. yüzyılın sonlarından bu yana belirli tarımsal, bilimsel ve politik uygulamalar sonucunda patates, monokültür rejimine tabi tutularak bir ‘patates modernitesi’ mantığı yürürlüğe konulmuştur. Patates, kapitalizmin gelişiminde ve modern devlet oluşumunda başrol oynayan ürünlerden birisi olmuştur. Patates modernitesi, 18. yüzyılın sonlarından beri patates tarımına, bilimine ve politikalarına hakim olan tek kültür uygulamalarıyla yürürlüğe konan bir modernite biçimi. İnsanların doğayı aşması ve ona hükmetmesi varsayımıyla bu düşünce biçimi Batı’nın patatesi ulusal ve daha sonra da küresel kalkınmanın bir aracı olarak araçsallaştırmasına yol açmıştır.

Patatesin And Dağları’ndaki beşiği ile Avrupa’da tek ürünlü bir temel gıda maddesi haline gelmesi arasındaki yolculuğunu takip ederek, patatesin hikâyesini Anna L. Tsing’in çalışmalarından ilhamla, çok türlü veya insanüstü dünya yaratma öyküsü olarak okuyoruz. Her organizmanın, çevresini aktif olarak yaşanabilir yerlere dönüştürerek, diğerleri ile işbirliği içinde dünyalar yarattığını anlıyoruz. Patatesin Avrupa kıtasına erken modern dönemde tanıtılmasından günümüzde küreselleşmiş bir ekonomiye yerleşmesine kadar, bu çok türlü karşılaşmalar, tarımsal, sosyoekonomik, kültürel ve bilimsel değişiminin itici gücünü oluşturuyor. Bu nedenle patatesin ve modern dünyanın oluşumundaki rolünün alternatif bir tarihini anlatmamıza izin veriyor.

Patatesin yolculuğu, sınırlı sayıda patates çeşidinin And Dağları’ndan Avrupa köylü tarlalarına yolunu bulduğu 16. yüzyılda başladı. Bu ilk aşamadan sonra patates, 19. yüzyıl sanayileşmesi bağlamında, tek kültürlü bir rejim altında, ana küresel temel gıda maddesi haline geldi. Patates ile birlikte yolculuk eden Phytophthora infestans’ın (patates küfü mantarı) patates ile birlikte seyahat edebileceği yeni ve yoğunlaştırılmış bir transatlantik değişim aşamasıyla birlikte geldi. Atlantik’i geçtikten sonra, Avrupa tarlalarında hızla çoğalan patates küfü mantarı, 1840’larda kıtlığa neden oldu. Bu travmatik olayla birlikte patates hastalığı bilimsel araştırmanın tüm dikkatini çekti ve tarımsal politik ekonomide yeni fırsatlar yarattı. Aynı derecede önemli olarak, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın patatesi benimsemesi modern tarımsal endüstriyel tarımın şablonunu oluşturdu.

 

Patates, yayılışıyla sadece Atlantik'in ötesine taşınmakla kalmadı, aynı zamanda dünyanın ilk yoğun gübresini, Peru guanosunu da getirdi ve patatesler başka bir ithalatın, Colorado patates böceğinin saldırısına uğradığında, panikleyen çiftçiler bir tür arsenik denebilecek ilk yapay pestisite yöneldi. Her zamankinden daha güçlü arsenik karışımları üretme rekabeti, modern pestisit endüstrisini başlattı. 1940'larda ve 1950'lerde, geliştirilmiş ürünler, yüksek yoğunluklu gübreler ve kimyasal pestisitler, Illinois'den Endonezya'ya kadar çiftlikleri dönüştüren tarımsal üretkenliğin patlaması olan Yeşil Devrim'i yarattı ve her geçen gün daha da yoğunlaşan gıda tedariki hakkında siyasi bir tartışmayı başlattı. Günümüzde biyoteknolojik kontrol ve kalkınma hedeflerinin iç içe geçmiş ve küreselleşmiş arayışına rağmen patates hastalığı, Avrupa ile And Dağları arasında güvencesizliğin transatlantik bağlantısını şekillendirmeye devam ediyor.

Patates ile ilgili en eski veriler dünya üzerindeki varlığının çok eski zamanlara dayandığını gösterse de mutfaklara girmesi çok daha yakın bir zamanda olan patatesi dünya tarihini etkileyen bir bitki yapan bu özellikleri değil; tüm dünya tarihini etkilemesi asıl olarak Avrupa serüveniyle başlıyor. 1500’lü yıllarda Güney Amerika’daki And Dağları bölgesine gelen İspanyol gemiciler burada tanıştıkları patatesin lezzetini beğenince bir miktar alıyorlar ve Avrupa’ya götürüyorlar. İlk kez Avrupa’ya gelen patatesler, İspanya’nın güneyinde hemen ekiliyor ve yetiştiriciliğine başlanıyor. Ardından hediye etmek ve tanıtmak gibi farklı sebeplerle İspanyollar tarafından İtalya ve Portekiz'e de götürülüyor. Ancak İspanyollar patates ile tanıştıklarında ‘altından daha değerli’ bir ürün ile karşı karşıya olduklarının farkında değillerdi. Patates, ucuz ve protein bakımından zengin bir besin maddesi olarak Avrupa kıtasına yayılırken, nüfus artışını tetikleyecek ve ucuz bir mal olarak emekçilerin hızla yeni kapitalist birikim rejiminin yedek işsizler ordusu saflarına katılmalarına öncülük edecekti.

Patates Avrupa’ya sadece İspanya üzerinden değil; İngiltere’den de yayılıyor. Britanya’ya ilk getirenler arasında iki kişinin adı geçiyor: İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth himayesinde yolculuklara çıkan korsan ve kaşif Sir Francis Drake ve 1580’lerde Sir Walter Leigh’in firmasıyla Amerika’ya seyahat eden astronom ve matematikçi Thomas Harriot.

Avrupalılar, bu bitkiyle 1537’de tanışsa da aslında patatesin hakimiyetini ilan etmesi kolay olmuyor. Başta patatese kuşku ile yaklaşıyorlar, yeraltından çıkan bir meyve olduğu için ‘zehirli’ olduğunu düşünüyorlar, şeytan yiyeceği’ olarak adlandırıyorlar ve bu nedenlerle ne ekiyorlar, ne de yiyorlar. Ancak sanayi devrimi hız kazandıkça patatese verilen onay da hızla artıyor. 1949’da yayımlanan Redcliffe N. Salaman’ın The History and Social Influence of the Potato kitabında patates için, ‘Patates iki yönlü bir rol oynayabilir ve genellikle de oynamaktadır: Besleyici bir gıda ve karma bir toplumda daha zayıf bir grubun sömürülmesi için hazır bir silah’ diye yazacaktır.

Patatesin dünya tarihini etkilediği Kuzey Avrupa’nın gelişinin kıtlığa son verdiği ifade ediliyor. Tarihçi William H. McNeill’in 1999’da yazdığı ‘Patates Dünya Tarihini Nasıl Değiştirdi?’ başlıklı makalesinde kıtlık sorunuyla yüz yüze olan Kuzey Avrupa’yı yok olmaktan kurtardığı, şehirleşmeye ve zenginleşmeye olanak sağladığını söylüyor. McNeill, patatesin imparatorluğa yol açtığını iddia ederek şunları söylüyor, “Hızla büyüyen nüfusları besleyerek, bir avuç Avrupa ulusunun 1750 ile 1950 arasında dünyanın çoğu üzerinde hakimiyet kurmasına izin verdi.” Bu yorum, iktisat tarihçileri tarafından patatesin Malthus sınırlarını aşmak için önemli bir rol oynadığını düşündürecek kadar önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Avrupa ülkelerinin Amerika’dan gelen patates ile kıtlığa bir çözüm olarak ortaya çıkması, tahıllardan bile dört kat fazla karbonhidrat içermesi ve bu sayede aç olan insanları doyurmanın kolaylaşması, dolayısıyla nüfus artışını sağlaması ve aynı zamanda devletlerin sanayileşme süreçlerini hızlandıran bir rol oynaması.

Sanayi üretiminin katlanarak büyümesi için giderek yoğunlaşan ve iyi beslenen bir işçi sınıfına gereksinimi ile patates, hızla Kuzey İngiltere’nin kömür madenlerinde çalışan işçilerin bahçelerine kadar ulaşacak ve ucuz işgücünün besin kaynağı haline gelir. Dolayısıyla patates aslında dünya tarihini değiştiren önemli bir ürün olarak karşımızda.

Uygarlığı kurtaran bir bitki olarak anılan patates, tarihin en büyük facialarından birinin de sebebi olur: İrlanda’daki büyük açlık. Bu trajedi, tarihte çok büyük bir olay olarak anılır. 17. yüzyılda patates İrlanda’ya getirildiğinde, ülkenin esas ürünü olur ve İrlanda patates tarlasına dönüşür. Dayanıklı, besleyici ve kalorisi yoğun bir bitki olan patates, İrlanda nüfusunun beslenmesinde önemli bir rol oynuyordu. O yıllarda İngiliz toprağı olan İrlanda’da İngiliz soyluları mülk sahibi oldukları arazileri yerli halka kiraya veriyor, paralarını ve ürünlerini alıyorlardı. 1844 yılında Amerika’dan Dublin’e gelen bir gemi, yükü olan patates tohumlukları ile Phytophthora infestans mantarını da getirince üretim, kolay yayılan mantar hastalığı nedeniyle üçte bir oranında düşüyor. 1846 yılında patates mantarı zehirlenmesinden 10 binlerce insan ölüyor ve patates üretimi %90 oranında azalıyor. 1845-1849 yılları arasında patlak veren Büyük Açlık felaketinde bir milyon insanın öldüğü, iki buçuk milyonun insanın da göç ettiği belirtiliyor.

Hem ucuz besin kaynağı hem de İrlanda’da büyük kitlelerin önemli bir geçim kaynağı olan patatesin kıtlığı, İrlanda’daki emeğe de yıkıcı bir darbe indiriyor. İrlanda ücretli işgücü anlamında büyük kayıp veriyor ve aynı zamanda da kıtlık nedeniyle göç eden kitleler de kapitalizme yeni bir ucuz göçmen emeği havuzu oluşturuyor.

İrlanda’daki büyük kıtlıktan bahsetmişken, kıtlık sırasında depolara girip mısır çalmaya çalışırken tutuklanıp, gemilerle Avustralya’ya sürülen insanların hikâyesini anlatan İrlandalı folk şarkıcısı Paddy Reilly’nin 1979 yılında yazdığı “Fields of Athenry”i dinliyoruz.

H.A.: Kopuk Bağlar’da nesnelerin uzun tarihini konuşmaya devam ediyoruz. Patatesin Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi nasıl seyrediyor?



F.G.: Buna geçmeden önce, İrlanda’da yaşanan bu trajediye Osmanlı tarafından da o zaman para ve tahıl yardımı yapılıyor. Bu yardıma karşılık İrlanda Drogheda futbol kulübünün ambleminde Osmanlı-Türk simgesi olan ay yıldız işlemesine yer veriliyor. Ayrıca da İrlandalılar Kıtlık ve Açlık Müzesi’nde bu yardıma da geniş bir yer ayırıyorlar.

16. yüzyılın sonlarına doğru sömürgeci İspanyol gemiciler, Güney Amerika bölgesinde bulunan And Dağları’ndan aldıkları patates bitkisini kendi ülkelerinde bulunan botanik bahçelerine getirmiş, daha sonra patates; İngiltere, İrlanda, İskoçya ve diğer Avrupa ülkeleri ve nihayetinde diğer dünya ülkelerine yayılmıştır. Osmanlıya gelişi ise 19. yüzyılı buluyor.



Patatesin ilk kez 1876 tarihinde Adapazarı bölgesinde yetiştirilmesi ve buradan Anadolu’ya yayılmasında Hüdavendigar Valisi Ahmet Vefik Paşa etkili oluyor ancak toprak kokan bir ürün olması nedeniyle çok ilgi görmüyor. Buna rağmen 15 yıl boyunca öşürden muaf tutularak ziraatının yaygınlaştırılması yönünde çeşitli teşvikler yapılıyor. Bölgeler bazında ilk olarak Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, sonra da Batı Trakya’da kültür altına alınıyor. Cumhuriyet ile birlikte teşvik ediliyor, patates ziraatına önem veriliyor ancak bir yandan da patateslerin hastalık taşıması riskine karşılık tedbir olarak liman ve gümrük kapılarında sağlık kontrolüne tabi tutuluyor.

II. Dünya Savaşı’na kadar çok ciddi bir üretim artışı yok ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra patates üretimi 179 bin tonun üzerine çıkıyor. Patates yetiştirilen bölgelerde hayvancılık, ispirto ve nişasta sanayinde gelişmeler yaşanıyor yani patatesin sadece temel gıda maddesi olarak değil ,sanayide de önemli bir girdi olarak kullanıldığını görüyoruz. 1943 yılından sonra Türkiye’de patates üretiminin çoğu 16 ilden elde ediliyor ve birçok bölgede çeşitli isimler altında patates üretimi yapılıyor. Cumhuriyet ile birlikte halkın ve ordunun beslenmesi için önemli sanayi bitkilerinden biri olarak kabul ediliyor.

Patatesin edebiyatta da ele alınışları var. Onları da anmak isterim.

F.G.: Patatesin sosyal tarihine bakarken, Vincent van Gogh’un ünlü resimlerinden birisi olan ‘Patates Yiyenler’ resminden bahsetmek isterim. Vincent van Gogh, Hollanda’da Nyuen kasabasındaki izlenimlerini resmettiği 1885 tarihli tablosuna ‘beş para etmez’ dedikleri için kardeşi Theo’ya gönderdiği mektupta şöyle der; “Asıl candan belirtmek istediğim fikir şudur: Lambanın altında patateslerini tabağa el uzatarak yiyen bu insanlar, aynı ellerle toprağı da işlemişler. Resmimin, çiftçinin elleriyle çalışmasını ve bu kadar namusluca kazandığı besini yükseltmek istedim. Biz uygar insanların yaşayışından bambaşka bir yaşayışı canlandırmasını istedim. Onun için herkesin bu resmi güzel ya da başarılı bulmasını istemek aklımdan bile geçmiyor.”

Patates ve onu üretenler ilişkisini belirli bir zaman aralığından bakarak emek-yokluk-yoksulluk parantezinden kasvetli bir zarafetle ele alan Vincent van Gogh’un bu tablosu, bu anlamda kıymetli bir bütünlük sunuyor. Bir lambanın loş ışığı altında, kahve ve patatesten ibaret bir sofranın etrafına toplanmış aile fertlerini gösteren tabloda resmedilen insanların emeklerinin en acımasız karşılığı olarak yiyecekleri sadece patatestir.

En çok vurgulamak istediğim İlhan Berk’in patates şiiri. Bizim programımıza da çok uyan İlhan Berk’in patates şiiri şöyledir;

Patatesi sevmem. Oysa bütün dünyada patates yenir, her yerde yetişir, sınır tanımaz; uluslararası bir ailedendir. Bir sınıf adamı değildir, sınıfsızdır, toplumcudur. Böylece bütün halkçı özellikleri taşır. Bu da az bir şey değildir. Patatesi sevmem ama bayılırım biçimine. Gerçi ressamlar onu tablolarına sokmamışlardır; üzüm, armut, elma gibi bir yeri yoktur onların gözünde ama biçimini düşünüyorum da yakındır diyorum günümüzün resminde boy göstermesi. Oval, yuvarlaktır. Ovallik, yuvarlaklıksa çağdaş resmin vazgeçilmez biçimlerindendir. Yalınlığı en kısa yoldan anlatır. Yalnız biçimi mi? Ya rengi? Toprağın en diri rengi ondadır; toprakla böylesine haşır-neşir başka hangi bitki vardır? Yeraltlarının en çalışkan çocuğudur. Bir yalvaç sessizliğiyle görür işini. Yeraltlarından: yeryüzü! yeryüzü! diye bağırır ama bir başkaldırma değildir bu. Yalvaçcadır. Dayanıklıdır sonra, bir elma gibi çürüyüp dağılmaz. Durduğu gibi de kalmaz, değişir, dallanır, budaklanır. Daha ne ister ressamlar? Bir de soğanda vardır bu özellik (o da resme pek girmemiştir). İki kardeştirler hem. Patatesi sevmemem bir nesne olarak yaşamını bir başına sürdürememesindendir belki de. Türlü kılıklara girer ama hep aracıdır. Daha çok yemek kalabalıklığına katılmakla yetinir. Bir sürü duygusudur sanki bu yeryüzündeki yeri. Salt bir şeyi paylaşmaktır işi; kendini yitirerek, yok ederek, silerek. Anlayacağınız bir kişiliği yoktur patatesin. Patatesi sevmem.

Sonra bir ek yapar bu şiirine. Şöyle der:

(Ek, 1988) Sevgili patates, bu eki seni çok karaladığım, çok kötülediğim için düşüyorum. Bu 1988 yılının Eylül ayının öğle sonunda -yıllar yıllar sonra- senden özür diliyorum. Biliyorsun, kişiliğini koruyamadığın, uluorta her şeye karıştığın için seni sevmediğimi söyledim. Ben ki bu yeryüzünün nice sıradan nimetlerine övgüler düzdüm de bunu senden, yalnız senden esirgedim. Senin kendini hiçe saymana, ona sahip çıkmamana, dağıtmana, harcatmana öfkelendim, kızdım. Ama işte neden sonra, senin asıl büyüklüğünün bu sıradanlıkta, bu paylaşmada bu yitişte olduğunu anladım. Böylece de adıl kişiliğinin bunda yattığını gördüm. Bunun için bu kendini beğenmiş, bir ona sarılmış kulunu bağışla. Elinden tut onun; tut ki bu dünyaya bir anlam vermenin bu sıradanlıkta, bu yitişte olduğunu anlasın. Hoşçakal.

Patatesin, bu politik sebzenin, Bertolt Brecht’in şiirine konu olduğunu da söylemek isterim. Açlıkla ilgili bir simgeye dönüşen patates, tarihsel düzlemde politik bir anlam da kazanmıştır. Yoksullara patates, açlık politiktir! Brecht de kürsüde halkına söylev çekmek için hazırlanan Adolf Hitler’in karşısına dikilmiş cesur bir patatesi konuşturur ve “Bir Büyük Karamsar Üzerine Düş” adlı şiirinde patates kıtlığı süresinde sert politik iklimin ayrıntılarına odaklanmamızı ister bizden.

Bir Büyük Karamsar Üzerine Düş

(Patates kıtlığı sırasında)

Bir düş gördüm

opera binası karşısında Badanacı

tam patlatacakken o büyük söylevini,

birden patates belirdi, kocaman,

orta boy bir tepeden iri,

ve bekleşen kalabalığın karşısına çıkıp

başladı o da söylev vermeye.

Ben, dedi alçak sesle,

sizi uyarmaya geldim.

Biliyorum, patatesten başka bir şey değilim,

küçümen, önemsiz bir kişi,

pek öyle yüzüne bakılmaz cinsinden,

tarih kitapları anmaz adımı,

tepedekilere hele hiçbir etkim yok.

Büyük şeyler olunca söz konusu,

yani şan, şeref, namus falan filan,

gerekir benim kenarda kalmam.

Çünkü asalete uygun düşmezmiş

beni şan ve şerefle bir tutmak.

Ama gene de yaptım ben bana düşeni.

Yardım ettim insanların bu gözyaşı vadisinde

yaşamlarını sürdürmelerine.

Şimdi, benimle şuradaki adam arasında

bir seçim yapma vakti geldi.

Haydi, ya o ya ben!

Onu seçerseniz yitirirsiniz beni.

Ama ille de ben gereksem size,

onu burdan göndermelisiniz.

Onun için, bana kalırsa,

daha fazla vakit kaybetmeyin dinleyerek onu,

çünkü az sonra yaka paça o atacak beni burdan.

Ona karşı ayaklanırsanız öleceğinizi söylese bile

unutmayın şunu sakın:

bensiz de ölürsünüz çocuklarınızla birlikte

İşte patates böyle konuştu

Ve badanacı böğürürken operada,

ve hoparlörler ilettikçe bu böğürtüleri halka,

o yavaş yavaş,

sanki ne dediğini görmek istermiş gibi,

tüm halkın görebileceği tuhaf bir gösteriye başladı,

Badanacının ağzından çıkan her sözcükle

içine çekile çekile,

küçücük oldu,

biçimsiz, bumburuşuk.

H.A.: Çok teşekkür ederim çok kısa bir zamanda bu kadar uzun bir konuyu anlattığın ve patatesin hakkını teslim ettiğin için ve ayrıca İlhan Berk de ettiği için ve biz de tekrarladığımız için de. Teknik masada sevgili Dila Yılmaz var, yardımları için teşekkür ediyoruz. Bu güzel program için teşekkürler sevgili Fatma, ağzına sağlık. Görüşmek üzere, hoşça kalın lütfen.

F.G.: Görüşmek üzere, hoşça kalın.