"Kokainoman, eroinoman, nikotinoman, megaloman filan var ya Hacı Baba,
elli beş yaşında bir radyomanım. Yani illetimiz radyomani.
İnsanların seslerini dinliyorum. Dünyanın dört bucağından bana sesleniyorlar.
Onlarla alâkamız uzaktan, yaptıkları işler umrumda değil.
Bunları nasıl anlattıklarına meraklıyım. Şarkılarını da seviyorum doğrusu.
Hangi dilde, hangi usulde olursa olsun. Yeryüzünün bütün şarkılarını..."
Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları
Nazım Hikmet'in mektuplarında yazdığı radyo dinleme serüveni ve musikinin yoluyla kendisinde yaptığı çağrışımlardan bazıları şöyledir: Bursa Cezaevi'nde ilk tutukluluk... 12 Haziran 1933 tarihinde Piraye'ye yazılmış "Yavrum" diye, başlayan mektup: "Sanırım ki Yahya Kemal'indir, bir mısra var. 'Sen nerdesin ey sevgili? Yaz günleri nerde?' Bu mısra her nedense, geceleri kendi kendime kaldığım zamanlar, dilimin ucunda dolaşıp duruyor." Bu şiir Şekip Memduh Bey tarafından Nihavend makamında bir şarkı olarak bestelenmiştir.
Nazım Hikmet'in ilk tutuklanışı, tiyatro ve sinema sanatı ile yoğun olarak ilgilendiği bir zamana rastlamıştır. Sanatçı film senaryoları, operet ve filmlere şarkı sözleri yazmaktadır. Şehir Tiyatroları'nda oynanan Üç Saat operetinin elde ettiği büyük başarı üzerine o yıl Lüküs Hayat opereti hazırlanmıştır. Operetin dillerden düşmeyen şarkılarının güfteleri Nazım Hikmet tarafından, (muhtemelen) Bursa Cezaevi'nde yazılmıştır. İlk gösterimi 22 ocak 1933 yılında yapılan Karım Beni Aldatırsa filmi ile ilgili olarak Nazım Hikmet 5 Temmuz tarihli mektubunda Piraye'den, "Filmin plaklarından gelecek parayı takip etmesini" ister.
Mümtaz Osman
Nazım Hikmet ancak bir yıl sonra özgür olacak ve yine "Mümtaz Osman" takma adıyla film senaryoları, Deli Dolu, Saz Caz gibi operetlere şarkı sözleri yazdırmayı sürdürecektir. Nazım Hikmet ikinci kez 1938 yılında tutuklanır. 1940 Şubatında Çankırı Cezaevi'ndedir. 3 Mart'ta Piraye'ye şunları anlatır:
"Geceleri, dışarda, meydanda bir radyo hoparlörü işliyor. Müzik dinliyoruz. Dün gece, jandarma düdükleri, tren sesleri ve şehre elektrik veren ve tıpkı İstanbul'da motorlu takaların geceleri çıkardıkları muttarid motor gürültüsü gibi nefes alan ve bize denizi hatırlatan elektrik santralinin işlemesi arasında Beethoven'i dinledik. Fena çalıyorlardı, yalnız piyano iyiydi, fakat ömrümde bir kere daha Beethoven'i bu kadar iyi ve derinden anlamak fırsatını ele geçireceğimi sanmıyorum. Neler düşündüm, neler gördüm... Seni, dünyayı, hamlelerle atılan insan yığınlarını, kahramanları, şahlanmış denizi, kuş seslerini, sevmeyi, kini, ümidi, teselliyi, kederi..."
Nazım Hikmet 18 Mart 1940 tarihinde Çankırı'dan Piraye'ye yazdığı mektubunda der ki:
"Radyonu tamire ver, burda elektrikli bir eve taşınınca arkandan yollarlar. Hikmet'in gramofonu ve plakları, tahta ve samanlarla beslenmiş bir kutu içinde kırılmadan geldi. Radyo da gelir."
Radyo ve Gramofon
Anlaşılıyor ki Nazım Hikmet tutuklu olduğu Çankırı Cezaevi'nde radyo ve gramofon dinlemektedir. Birlikte filmlerde çalıştığı müzisyenlerden zaman zaman plaklar armağan almaktadır. 27 Mart 1940 tarihli mektupta şöyle yazar:
"Münir Nurettin plak gönderdi. Mesut Cemil güzel bir mektup gönderdi, plak da gönderecek, Hasan Ferid'den (Alnar) mektup geldi."
Münir Nurettin Mineli Kuş filmine ait iki eseri daha önce plaklara okumuştur. Bestesi Mesut Cemil'e, sözleri Nazım Hikmet'e ait olan şarkılar: 'Martılar Ah Eder' ve 'Kanatları Gümüş Yavru'dur.
Nazım Hikmet Çankırı Cezaevi'nde dokunaklı hüzzam bir şarkıyı diline dolar. 15 nisan 1940 tarihli mektubu şöyle başlar: "Karıcığım, bir şarkı vardır: 'Gün batar, kuşlar döner, dönmez bu yolda beklenen!' Ben hep bu şarkıyı söyler oldum."
1940 yılı Aralık ayında Bursa'ya nakledilir. Bursa mahpusluğu uzun ve hayli verimli bir süreç olarak sanatçının yaşamında önemli izler bırakacaktır. Marangozluğa başlar. Piraye'ye (belki) mektupları saklaması için ceviz ağacından tahta bir bavul yapar. Büyük destansı şiiri Memleketimden İnsan Manzaraları, Rubailer, Sabahat, Ferhad ile Şirin gibi oyunlarını Bursa cezaevinde yazar. Tosca, Cavelleria Rusticana gibi operaları Türkçe'ye çevirir. Ayrıca film senaryoları yazmayı, yabancı filmler ve kitaplar tercümeleri etmeyi sürdürür... Resim yapar, fesleğen yetiştirir... Hücresinde "Memo" adını koyduğu bir kanarya besler... Asıl işi dokumacılık olur. İstanbul'da bıraktığı Piraye'ye ve çocuklarına dokumacılıktan kazandığı parayla bakmaya çalışır. Büyük bir olasılıkla dokuma tezgâhı başında yünlüler, ipekliler dokurken bir yanda da radyo dinler... Yazdıklarından anlaşılır ki, savaş yıllarında Bursa'da yiyecek-içecek bulmak daha kolaydır. İstanbul'a bal, tereyağı, sucuk, tayyörlük kumaş yollar. Piraye için atkılar, kumaşlar dokur... Bir mektubunda şöyle yazar: "Sana harikulade bir kumaş dokudum. Maalesef beyazdı. Artık gelecek yaz giyersin."
Dünyaya Açılan Bir Kapı
Nazım Hikmet zaman zaman yazdığı mektuplarda cezaevinde birlikte yattığı arkadaşlarının yazdıklarını, günlüklerini de Piraye'ye aktarır. Bunların arasında ilginç olanlardan biri de Raşit'in notlarıdır. Yıl 1943'tür. Nazım Hikmet İkinci Dünya Savaşı'nı mahpushanede geçirmiştir ama dünyada olup bitene, savaşın gidişatına ilgisiz değildir. Olayları radyodan ve kendisine gönderilen gazetelerden takip eder. Başta Leningrad olmak üzere Sovyetlerin Nazi ordularına direnişini izlemektedir.
"(...) Gece saat on ikiydi. Yarı uykulu yarı uyanık gözlerimi açıp kaparken Nazım Hikmet'in eli, ayağımı dürttü; "Yahu Kursk düştü, Kursk." Sevinçle kendime geldim. Nazım Hikmet radyoyu ortaya almış. Son derece kısılmış sesiyle radyo fevkalade Sovyet tebliğini veriyordu. Nazım Hikmet sarı saçları kıvır kıvır, darmadağınık gözlerinin içi gülüyor ve hazret cıva gibi yerinde duramıyor. (...) Sonra Nazım Hikmet radyoyu aşağı indirdi. Beşikçi kol Alaeddin Bey'in koğuşuna gitmiş. Zaten Nazım Hikmet her gece böyle yapıyor. Sovyet fevkalade tebliğini dinleyip alınan şehirleri öğrendikten ve bir kenara notladıktan sonra Alaeddin Beylerin koğuşuna koşuyor. Orda mufassal bir harita vardır, alınan şehirleri haritada buluyor. Bu hareket belki Nazım için gayet tabii, içinde hiçbir 'nispet' yok. Fakat Alaeddin muhterem beşinci kollarımız için ana avrat sövmekle müsavi. Hatta bu yüzden Alaeddin Bey diyormuş ki: "Nazım Hikmet şimdi beni on ikide uyandırıyor ama, yarın Almanlar yaz taarruzuna başlarlarsa o zaman da ben onu uyandıracağım."
Nazım Hikmet'in uzun süren tutukluluk dönemi içinde diline dolanan, aklına takılan, radyodan, gramofondan dinlediği şarkılardan biri de, Yesari Asım Arsoy'un Hüzzam şarkısıdır. 1946 yılında karısı Piraye'ye gönderdiği tarihsiz mektubunda şunları yazmış: "Nasıl doluyum bilsen. Ve yalnız seninle doluyum. Ve sen yoksun. 'Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır.' Bu şarkıyı sen hatırlattın bana ilk önce ve şimdi deli gibi o şarkıyı dinlemek istiyorum. Kendi kendime durup dinlenmeden mırıldanıyorum. Seni sevmekle ömrüm nihayet bulacaktır."Yazan ve sunan: Cemal Ünlü