Kopuk Bağlar'da Fatma Genç ve Hasan Ateş, konukları Berna Güler ve Hakan Koçak ile ayağımızın şeklini alarak bedenin özelliğini taşıyan, farklı şekilleri ile estetik ve toplumsal bir simgeye dönüşen ayakkabıyı; mekân ve nesne ilişkisi üzerinden ayakkabının Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini konuşuyorlar.
Hasan Ateş: Kopuk Bağlar’dan merhabalar. 15 günde bir beraberiz. Bugün çok değerli bir nesneyi, ürünü, metayı; ayakkabıyı konuşacağız. Konuklarımız Berna Güler ve Hakan Koçak hocalarımız. Hoş geldiniz.
Berna Güler: Hoş bulduk.
Hakan Koçak: Hoş bulduk.
H.A.: Fatma, dilersen girizgâh ve ilk soru için sözü sana vereyim.
Fatma Genç: Öncelikle Berna Hocam ve Hakan Hocam hoş geldiniz. Teknik masada sevgili Dila Yılmaz var, yardımları için teşekkür ediyoruz. Sözü hocalarımıza vermeden önce kısa bir girizgâh yapmak istiyorum.
Ayakkabının Türk Dil Kurumu’ndaki tanımı şöyle: ‘Genellikle sokakta giyilen ve altı kösele, lastik vb. dayanıklı maddelerden yapılan giyecek; başmak, pabuç.’ Farklı tür ayakkabılar olarak çeşitli adlandırmaları da var: Kundura, iskarpin, postal, çizme, bot, çarık, kara lastik, nalın, takunya, sandal, yemeni, terlik…
Gündelik hayatımızın vazgeçilmezi haline dönüşen ve ayağımızın şeklini alarak bedenin özelliklerini taşıyan ayakkabı, insan-doğa ilişkisinin yansıması olduğu kadar bir arzu nesnesi olarak da farklı şekilleriyle estetik, toplumsal bir simge ve sınıfsal bir ürün. Kısaca ‘ayak elbisesi’ diyebiliriz kendisine.
Ayakkabının hatırlattığı bir çok şey de var: Lüks ayakkabıların uzandığı merdiven altı atölyeler, parlak ayakkabı vitrinleri, ayakkabılarda yer alan numaralarda gizlenen işçiler, bir delik ayakkabı ve ayakkabı kutuları…
Bir çift ayakkabının üretiminde emek de oldukça yoğun. O kadar çok insan eli dokunur ki ayakkabıya, makine ağırlıklı bir üretimde bile yüzlerce insan eli değmek zorundadır ayağımıza gelmesine kadar. Hoş ve safa gelsin ayağımıza kadar zahmet ettikleri için ayakkabılarımız. Aynı zamanda malzeme olarak plastik, deri gibi çeşitli nesnelerle de konuşur.
Bu konuda Hakan Hocamızın '100 Sene 100 Nesne' ansiklopedik çalışmasındaki ayakkabı yazısını hatırlatmak isterim. Hakan Hocanın ifadesiyle, ‘Ayağımızın kabı insan uygarlığının kabıdır. Ayağımızın şeklini alarak bedenin öznelliğini taşırken; türü, kalitesi, biçimi ve diğer nitelikleriyle sosyal, sınıfsal konumumuzu anlatan özgün bir nesnedir. Bebek patiğiyle başlayan işlevsel ve sembolik macerası, ölünce evin kapısına konan ayakkabılarla son bulur’.
Bugün, ‘Bir çift ayakkabının yolculuğu kapitalizm hakkında ne ortaya koyuyor?’ sorusundan hareketle ayakkabıyı; ayakkabı üretimi ile ilgili işyerlerinin ortak mekânı Gedikpaşa ve önemli bir sanayi havzasında yer alan Beykoz Kundura Fabrikası odağında mekan ve nesne ilişkilerini konuşacağız.
Sözü vermeden önce, iki önemli şeyi de hatırlatmak isterim; birincisi, 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremlerin yıldönümü. Aradan iki sene geçti ancak hala birçok sorun devam ediyor. ‘Unutmadık, unutmayacağız!’ diye biz de buradan tekrarlamak isteriz. İkincisi ise 7 Şubat. Yüzlerce barış akademisyenin KHK ile işlerinden edilmesinin 8. yıldönümünü anmak isterim. Eğitim Sen’in ve Barış Akademisyenlerinin paylaştığı çarpıcı veriler var: 385 akademisyenden sadece 117'si mahkeme kararıyla iade edildi ancak bunların da kesin olmadığı dile getiriliyor. Süreç göründüğünden daha uzun ve uzun süredir de bekleyen iadeler var. Bu zorlu süreci de hatırlatmış olalım.
O zaman ilk soru ile başlamış olayım: Ayakkabı nasıl bir meta?
B.G.: Çok teşekkürler. Apaçık Radyo’da yeni yayın döneminde sizlerle olmak çok keyifli, yeni umutlara vesile olmasını diliyorum. Kopuk Bağlar ekibinden sevgili Fatma ve Hasan’a teşekkür etmek istiyorum. Bu dönemde, özellikle İsmail Gezgin ile nesnelerin arkeolojisini konuştukları söyleşi beni çok etkiledi ki ayakkabı da arkeolojik bir malzeme ve ayakkabıyı insanlık tarihi içerisinden görmeye çalıştım ben de.
Hakan Hocamız da yanımda, heyecanlıyım çünkü Hakan Hocamız ayakkabı ile ilgili yazısında o kadar güzel ortaya koymuş ki her şeyi, benim referanslarımdan bir tanesi de Hakan Hocama ait olacak. Diğer referans kaynağım ise Önder Küçükerman’ın Beykoz Kundura Fabrikası üzerine yapmış olduğu çalışmadır. Son olarak da benim doktora tezim, Fason Ekonomisi: Gedikpaşa'da Ayakkabı Üretimi.
Hepimizin bildiği gibi, insanın oluş süreci ayağa başrolün verilişiyle başlıyor. Ayaklar gitme eylemini yerine getiren bir hareketi ifade ediyor ve hareketlilik ve hızı içeren insanın eylem faaliyetini daha iyi bir şekilde yerine getirmesinde ayağın korunması için yapılan ayakkabı biricik nesne oluverir.
Ayak, her iki alemin nötr bölgesidir yani ayakkabı ne yaşama, ne de tam olarak ölüme bağlanamaz. El, bildiğiniz üzere konuşmayla ve kalbe yakın oluşuyla canlılığı ifade ederken, ayak ise yerle ve toprakla olan teması nedeniyle pis olanla ve ölümle ilişkilendirilir. Bu anlamda ayak ve onun kültürel parçası olan ayakkabı, bedenin bütününü ima eden bir parça olmasının ötesinde imgesel bir odak oluşturur. Sevgili Fatma’nın da ifade ettiği gibi, ayakkabı sembolik olarak çok önemli. Elbiseyle bir bütünü içeren parçası olan ayakkabı, aynı zamanda Nazi kamplarında insanlar yok edilirken, onların ayakkabıları muazzam bir dağ haline gelmesi sebebiyle savaşın ve ölümün acı simgesi olmuştur. Ayakkabının simgesel özelliği ile insanı derinden etkileyişi çeşitli araştırmalara ve sanata da vesile olan bir nesnedir. Bununla birlikte ayakkabı toplumsal fenomenlerin de sembolü olur. Mesela kadın cinayetlerinde dikkat çekmek için ayakkabıların sergilenmesi.
Hrant Dink’in ölümü ve hafızalarda yer etmiş olan onun delik ayakkabısı mesela… O delik ayakkabı bir statü olarak onun sınıfsal konumlanışını ortaya çıkarırken, aynı zamanda Dink’in gazetecilik mesleğine adanmışlığı, toplumun faydasına odaklanılmış bir ömrü de simgeliyor.
Aynı zamanda ayakkabı, ölümle olan ilişkisinde, ölen kişinin evinin dışında ama ucu tamamen sokağa ve dışarıya dönük olarak bırakılması, bedenin yok oluşunu ruhun öte dünyaya uğurlanışını simgeler. Diğer yandan bu coğrafyada geçerli olmak üzere evin içerisinde ayakkabı ile dolaşılmaması istenir. Bu durum geleneksellikle ifade edilir ancak ayakkabı ile evde dolaşılmaması hijyenle de ilgilidir; evin temiz, sokağın ise mikrop barındıran yer olarak düşünülmesidir - Pandemi döneminde bunu çok iyi gördük. Modern dünyanın kentli insanı da ayakkabılarını evin dışında, kapının önünde bıraktılar. Tüm bunlarla birlikte ayakkabı simgesel ve sembolik değer yüklü bir nesne olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu coğrafyada ayakkabının bir nesne ve mal olarak üretimine baktığımızda, Osmanlı genişledikçe deri işlemeciliğinde uzmanlaşmış, deri işleyen sanatlarda iş hacmi ve ürün kalitesi bakımından büyük gelişme göstermiştir. Çizme, matara, ayakkabı, koşum takımları ve terlik gibi önemli ürünler uzun zaman Avrupa’ya ihraç edilmiştir. Terlik de bu coğrafyaya ait nesnedir ve Batı dünyası da terlikle Osmanlı vesilesiyle tanışır.
19. yüzyılda ise İstanbul’da deri işlemeciliğinde çalışanların yoğunlaştığı mekân, adını deri işleme atölyesinden alan Saraçhane önemli bir üretim merkezi olur. Dönemin ayakkabı üretim merkezi olan Saraçhane’de üretim bilgisi usta, kalfa ve çırak ilişkisi ile aktarılırken, toplumsal statü açısından ayakkabıcılık önemli meslek erbabı olunmayı beraberinde getirir. Öyle ki şair Bâki, deri işlemeciliğine çıraklıktan başlayarak öğrenen, ayakkabıcı meslek erbabı olarak bilinir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında dikiş makinelerinin gelmesi ile Osmanlı’da 1893’te Beykoz Ayakkabı Fabrikası açılır. Beykoz’da oluşan bu emek ve üretim havzasını Hakan Hocamız bize ayrıntılı olarak anlatacak.
İstanbul, çok büyük yangıları yaşar ve üretim yerlerinin zaman içinde değişim gösterir. Bunlardan biri de ayakkabı ile üretim yerlerinin Gedikpaşa semti olarak bilinen bölgede toplaşmaya başlamasıdır. Cumhuriyet ile birlikte Sümerbank’a bağlı Beykoz Kundura Fabrikası’nda üretim yapılırken, Gedikpaşa’da ayakkabı üretimi devam etmiştir. 1995 yılında yapmış olduğum çalışmada, ayakkabı ile ilgili işyerlerinin büyük çoğunluğunu Gedikpaşa semtinde yer aldığını tespit ederken, formel istatiski çalışmalarda böylesi bir yoğunluğun sayılara yansımamış olduğunu görmek hayli şaşırtıcı olmuştur. Gerçekçi bilgiye sahip olmak için bölgede işyeri sayımı yaptım ve mahallenin tüm dokusunu ortaya çıkartma fırsatını buldum. Yarı yapılandırılmış görüşme kılavuzları ile birlikte işyerleri ve çalışanların enformel niteliklerini ortaya çıkartırken, aynı zamanda firmaların kapitalistleşmeye doğru evrimleşme noktalarının izini sürdüm.
Gedikpaşa, manifaktürden fabrika üretimine geçişin sergilendiği bir alandır. Aynı zamanda ayakkabı üretiminde kullanılan malzemenin değişimi, derinin yüksek maliyeti yerine lastik, kauçuk, suni deri gibi farklı malzemelerin kullanımıyla daha ucuzlarken, her kesimin kullanabildiği çeşitlenmiş ayakkabı tüketimi ile ilgili işyerleri genişlemeye devam eder.
Üretim sürecine detaylı olarak baktığınızda, Marx’ın çok güzel açıkladığı meta fetişizmine ulaşıyorsunuz. Ayağın da fetişizm ile simgelendiğini de biliyoruz. Yine Marx, ‘Kapitalizm koşullarında üretilmiş her nesnenin toplumsal bir hiyeroglif’ olduğunu da belirtir. İşte ayakkabı da böyle sembolik nesnedir. Örneğin, kapitalistleşme öncesinde de Osmanlı’da dinsel ve etnik anlamda bakıldığında Müslümanların sarı, Ermenilerin kırmızı, Rumların siyah, Musevilerin mavi ayakkabı giymesi ve bu giydikleri ayakkabılar üzerinden tanımlanması da o nesnenin üretim ilişkilerinin eşitsizliğin gizlenmesini beraberinde getirir. Günümüzde de modern dünya ve kapitalist gelişmenin hızını yakalamak adına bedenin uyum içinde olmasını sağlayan yardımcı nesnelerinden biri olan ayakkabıların modaya uygunluğu beklenirken, aynı zamanda çeşitlenen faaliyetlerin ve bedensel değişimlere uyumun gerekliliği ile birlikte spor, fantezi, yazlık, kışlık, ortapedik, çocuk, ergen, yetişkin, yaşlılar için ayakkabıların yelpazesi giderek genişlemektedir.
Diğer yandan malların bir gizem, anlam ve kullanım ile hiçbir ilgisi olmayan bir dizi çağrışıma sahip olması, insanların ilgi ve dikkati nesnelerin üretildiği toplumsal koşullar yerine nesnelerin bizzat kendisine yöneltilebilirdi. Oysa ki üretim alanının içerisine girdiğimizde eşitsiz ilişkilerin nasıl şekillendiği net bir şekilde görmek mümkün olabilmektedir.
Sonuç itibariyle ayakkabıcılığın geçmişin meslek erbabı olma hali değişim göstermiş; ayakkabı ustası işveren, kalfası ücretli işçi ve çırağı da düz işçi olurken, üretimin eşitsiz ilişkilerinin belirleyici ve ayırt edici aktörleri toptancılar ve perakendeciler olmuştur. Belgesel sinema yönetmeni Fatih Pınar’ın 2010 yılında Gedikpaşa’da ayakkabı üretimi ile ilgili yapmış olduğu belgesel çalışmasında da yaşanan değişim çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır. Bütün bu süreç içerisinde ayakkabı üretiminde emek yoğun bir sektördür ve Türkiye’de ‘kalkınma’ hedefinin emek yoğun sektörlerin genişletilmesine odaklanılması, eşitsiz ilişkilerin de derinleşmesine ve kalıcı olmasına olanak sağlamaktadır. Bu nedenle emek ve üretim havzaları oldukça önemlidir. Beykoz Kundura Fabrikası da önemli bir havza olduğunu belirterek söyleyişimi bitireyim.
F.G.: Ağzınıza sağlık. Tam da bıraktığınız yerden Hakan Hocamıza sormak isteriz; önemli bir sanayi havzası olan Beykoz semti içerisindeki Beykoz Kundura Fabrikası, emek tarihi açısından da önemli bir yere işaret ediyor. Kunduranın hafızasını Beykoz Kundura Fabrikası üzerinden konuşalım isteriz.
H.K.: Teşekkürler. Apaçık olarak yola devam eden radyomuza nice yıllar dileyerek ve Kopuk Bağlar ekibine de daveti için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Berna Hoca çok güzel anlattı. Ayakkabıcılık, zanaat emeğinin temsil edildiği bir üretim ve Gedikpaşa - Saraçhane bölgesi de çok uzun yüzyıllara yayılan bir üretim alanı. Bunun yanına belki ayakkabının imal edildiği, hammaddesi olan derinin üretildiği Kazlıçeşme’yi de koyabiliriz. O da aşağı yukarı 1990’lara kadar süren ve 500 yılı bulan bir tarihe sahip. Beykoz ise bu alanlara göre genç.
Beykoz’un kökeni 1800’lerin başlarına uzanıyor. Ortaya çıkış nedeni de Osmanlı'daki modernleşme sürecinin temel motivasyonu olan yeni ordu. Yeni ordu, yeniçerilerin ortadan kaldırılması ve Nizami Cedid'in kurulması, Avrupalı anlamda bir ordu teşkilatının oluşmasıyla iç içe bir şey yani seri halde ve çok sayıda asker ayakkabısı üretimine ihtiyaç var. Beykoz da başlangıçta küçük bir tabakhane, deri işletmesi tesisi iken 1870’lerden 1900’ların başına kadar çeşitli makineleşme evrimleri geçirerek, 1960’lara varıldığında tümüyle seri imalat yapan, band sistemi ile çalışan ve hacim olarak büyük bir fabrikaya dönüşüyor.
Beykoz Kundura Fabrikası, 200 yıllık öyküsü içerisinde birçok kez modenizasyon geçirmiş bir fabrika. 1915 ve 1917 yılları arasında yani I. Dünya Savaşı sırasında çok büyük bir kapasite ile işletiliyor, yoğun bir işgücü kullanılıyor - keza, II. Dünya Savaşı’nda da öyle. Yani savaş dönemlerinde, askeri işgücü yoğunlaştığında fabrikadaki üretim de artıyor.
1920’lerle birlikte, Cumhuriyet sonrasında fabrikada büyük bir değişim yaşanıyor; fabrikanın sivilleşmesi söz konusu. Ancak yine büyük ölçüde orduya, polise yani güvenlik güçlerine imalat yapılıyor. 1930’lar ve 1940’lar ile birlikte devletçi ekonomi modeli içerisinde Beykoz Kundura’nın başka bir fonksiyonu daha oluyor: Ucuz ayakkabı üretmek. Yani halk tipi ayakkabı denen ayakkabının üretilmesi ekleniyor. Burada da özellikle kamuda çalışan işçilere, memurlara yılda bir ya da iki kez dağıtılan ayakkabılarının üretildiği bir yer olarak işlev görüyor.
Beykoz Kundura’nın bu anlamıyla 200 yıla yayılan bir üretimi olduğunu söyleyebiliriz. Bu da şu demek; burada üç-dört kuşak yani kuşaklar boyu çalışan geleneksel bir işçi sınıfı var. Özellikle 1940'lı yıllarda, Yerli Mallar Pazarı ve sonrasında kendisinin mağazalarıyla da yaygın bir şekilde bir perakende satış ağına sahip oluyor.
İhap Hulusi gibi grafikerlerin çizdiği hoş tasarımlı reklamlar ve ilanlarla da Beykoz ayakkabısı imajı tam da o zamanlarda oluşturuluyor: Hem ucuz, hem de sağlam ayakkabı. Çünkü ayakkabı da sağlamlık önemli yani ‘bir kez para verip uzun yıllar onu giyebilmek’ esprisi bu dönemde öne çıkıyor. Keza askeriyeye yaptığınızda da yine sağlam olması öne çıkıyor. Beykoz bu anlamda bir ekol yaratıyor.
Beykoz'da aynı zamanda çok ciddi bir uzmanlık birikimi de oluşuyor. 1910'ların sonu, 1920'lerde ve 1930'larda özellikle Freiberg Ekolü denen, Almanya'daki Freiberg bölgesindeki dericilik enstitüsünden yetişen çeşitli uzmanlar geliyor. Bu ekol, önce Beykoz Kundura’yı, sonra da bir bütün olarak Türkiye’de fabrikasyon, modern anlamda ayakkabıcılığı sürükleyen bir ekol haline geliyor. Bu anlamıyla Beykoz Kundura Fabrikası, bir fabrika olmanın ötesinde fiilen bir enstitüye dönüşen kunduracılığın merkezi oluyor.
1980’lere gelindiğinde ise Beykoz Kundura Fabrikası’nın bağlı bulunduğu Sümerbank, dönemin özelleştirme rüzgarları içerisinde, uzun bir özelleştirme sürecinin sonunda tasfiye ve kapatılmaya doğru giden bir süreç yaşıyor. 2000’li yılların başlarında da bütün o dönemde yaşanan sendikal dirence ve işçilerin karşı koyuşlarına rağmen fabrika kapatılıyor.
Günümüzde ise Beykoz Kundura Fabrikası kültürel bir alan konumunda. Burada çeşitli etkinlikler gerçekleştiriliyor. İyi olan şu ki İstanbul’da bir endüstriyel mirasın korunması konusundaki zaafları düşünürsek, Beykoz Kundura Fabrikası’nda küçük bir ayakkabıcılık müzesinin varlığı, fabrikanın makinelerinin ve günlük yaşamının yansıtıldığı bir hale dönüşmesi önemli bir adım. Aynı zamanda farbika ile ilgili çeşitli yayınların ve kitapların toplandığı bir araştırma merkezi olması da oldukça önemli. Şu an Beykoz Kundura'nın büyük debdebeli günlerinden ve o havzadan bize kalan dönemin emekçilerinin belleğinde yer alanlar ve o alandaki bu saydığım şeyler.
F.G.: Süremizin sonuna geldik. Böylesine bir nesneyi konuşmak çok uzun zaman istiyor. Çok teşekkür ederiz. Çok kıymetli iki hocamızdan ayakkabıyı ve ayakkabının üretildiği yerleri dinledik. Berna Hocamızın Bağlam Yayınları’ndan çıkan Fason Ekonomisi: Gedikpaşa’da Ayakkabı Üretimi kitabını ve Hakan Hocamızın da ‘100 Sene 100 Nesne’ ansiklopedik çalışmasındaki Ayakkabıyazısını ilgilisi için hatırlatmış olalım. Beykoz Kundura Fabrikası’nın yakında çıkacak olan kitabını da merakla beklediğimizi söylemiş olalım. Görüşmek üzere, hoşça kalın.
H.A.: Teşekkür ederiz, hoşça kalın.
Kaynakça:
- Fason Ekonomisi: Gedikpaşa’da Ayakkabı Üretimi, Berna Güler-Müftüoğlu, Bağlam Yayınları, 2005
- 2000’de Günümüze Küçük ve Orta Boy Firma Temelli Üretim Örgütlenmesinde Dönüşüm: Bir Örnek Ayakkabı Üretim, İçinde İktisadi ve İdari Bilimlerde Uluslararası Akademik Çalışmalar, (45-629), Berna Güler, edit: G. İşseveroğlu ve S. Batal, Serüven Yayınları, 2024
- Geleneksel Türk Dericilik Sanayii ve Beykoz Fabrikası, Önder Küçükerman, Sümerbank Ankara: Genel Müdürlüğü Yayını, 1988
- Beykoz Kundura, Hafıza, https://beykozkundura.com/hafiza/arsivarastirma/
- Ayakkabı, Hakan Koçak, https://100sene100nesne.com/ayakkabi/
- İranlı sinemacı Yashli Alizadeh’in Babam İçin Tüm Mevsimler Aynıymış adlı kısa metraj filmi
- Gedikpaşa Ayakkabı Esnafı, Fatih Pınar, 2010