Ömer Madra: Bugün F35 uçakların alımıyla ilgili konuşacağız.
Avi Haligua: Muasır medeniyetlere katılmamız üzerine...
ÖM: Ondan önce bir küçük haber var, onun mana ve ehemmiyetini soralım istedik.
AH: NTV’nin ekonomi sayfasında, “Dış açıkta tarihi zirve: Dış ticaret açığı 2006’da 51.9 milyar USD ile rakor kırdı. Yılın tamamında ihracat 85.1, ithalat 137 milyar dolar oldu” diyor.
ÖM: Buna bir iki cümle ile değinebilir miyiz?
AH: CNBS anketlerine göre de, açığın 4.1 milyar dolar olmasını bekliyormuş, 51.9 milyar dolar herhalde beklentilerin çok üstünde habere göre.
HE: O Aralık ayı, Aralık ayında daha düşük çıktı, 3 milyar dolar civarında çıktı. 51 milyar doların rekor olması şu demek, son bir kaç yıldır dış ticaret açığımız hızla sürekli büyüyor. Biz hep dış ticaret açığı veren bir ülkeyiz, yani tarihimiz boyu böyle oldu bu, ancak kriz anlarında, ya da ortalıkta Nazilerin zabitleri falan varsa olmuyor. Bu rakamın bu derece büyümesinin önemi iki noktadan kaynaklanıyor; bir tanesi Türkiye giderek daha çok ithal malı kullanan ürünleri ihraç eder hale geliyor. Otomobil yapıyorsunuz bazı parçaları dışarıdan geliyor. Eskiden incir satıyordunuz, dışarıdan pek bir şey gelmiyordu. Bu işin bir yönü, yani “burada bir katma değer yarattığınız müddetçe, Türkiye’de istihdam yarattığınız müddetçe bu uygundur, savunulabilir” denebilecek bir boyutu var. Fakat ikinci bir boyutu daha var; Türkiye’nin ara malı üreten endüstrileri dünya ile pek rekabet edemiyor galiba, çünkü bizim bu büyüyen dış ticaret açığımızın temel hareketlendirici ara malı ithalatımız. Bu ara malı ithalatımızı da ihracatla açıklamak mümkün değil, bunun üstünde. Yani biz içeride kullandığımız ürünlerin ara mallarını da dışarıdan giderek daha fazla ithal ediyoruz. Bu bizim sanayileşme stratejimizi düşünmemizi gerektiren bir nokta. Ben bu rakamdan onu okuyorum, öyle sakin sakin söyledim, ama bu çok da iyi bir durumu göstermiyor tabii, bir sorun olduğunu da gösteriyor. Üzerine gidilmesi gerektiğini gösteriyor. “Ne yapalım dünya konjonktürü böyle, ithalatımız artacak” diye idare edemeyiz ama çözümünün bugünden yarına olmayacağını da kabul etmek lazım, çünkü eğer sanayiniz böyle ise bu sanayinin belli şekilde nasıl dönüşebileceği, onun için neler yapılabileceği üzerinde düşünmek lazım. Yani bu ne emir vererek oluyor, ne de birilerinin cebine para koyarak oluyor, biraz daha akıllıca bir program gerekiyor.
ÖM: Peki şimdi F35’lere dönelim. Çok büyük bir alım yapıldığı açıklandı, bunu biraz konuşalım lütfen.
HE: Bir şeyi baştan söyleyeyim, bu konu ben uçaklara meraklı olduğum için önemli değil, iktisadi boyutu önemli, fakat ondan daha önemli olan boyutu, kamuoyunun aydınlatılması sorunu. Ben o açıdan üzerinde duracağım. 25 Ocak 2005’te Türkiye bir anlaşma imzaladı, böylelikle F35 projesinin üretimine katılma kararı aldı. Şöyle deniyor, “Türkiye, bu uçağın üretiminde gövde, elektronik donanımı, pilot göstergeleri, bilgi sistemleri yazılımlarında 10 milyar dolara kadar, onu aşmamak kaydıyla ihaleye girebilecek.” Yani bu uçağı Lockheed Martin firması yapıyor, “bazı bileşimlerini kim yapmak ister?” diye ihale sorduğu zaman, Türkiye de gelip “biz de yapalım” der ve kazanırsa o parçayı Türkiye yapacak. Bunun amacı şu, bu proje çok pahalı olduğu için döviz çıkacak Türkiye’den, bunun bir kısmını yine döviz geliri olarak kazanabileceğiz. Yani mantığı böyle oturuyor, işin özü bu. Ne olup bittiğini anlayabilmek için biraz projenin ne olduğundan bahsedeyim: 1980’lerde Amerikan silahlı kuvvetleri düşünmeye başlıyor, “2000’lerde bazı uçaklarımız eskiyecek, bunların yerine uçak yapmamız lazım, bu işi düşünmek vakit alıyor, bir de çok pahalı olmasın bu iş” deniyor. Diyorlar ki, “öyle bir uçak geliştirelim ki, ufak değişikliklerle ordunun her bölümünün işine yarasın.” 3 tip öneriliyor, bir tanesi geleneksel, pistlere inip kalkan ve bizim almayı düşündüğümüz uçak, bu hava kuvvetleri için. Bir tanesi kısa kalkıyor, dikine iniyor, bu Amerikan deniz piyadeleri kuvvetleri için. “Bir de uçak gemilerine inen bir model deniz kuvvetleri için geliştirelim” diyorlar. Amerika bu projeye önemli miktarda uçak almaya karar veriyor, epeyce değişti rakamlar, şimdikini söyleyeyim; 2443 uçak istiyor Amerikan hava kuvvetleri toplam, dışarıya üretilecek 3000 uçak.
ÖM: Bu, dünyadaki uçakların da önemlice bir bölümünü oluşturuyor gibi.
HE: Ciddi bir rakam, çok ciddi bir rakam. Tabii Çin, Rusya, vs. dışarıda bırakılırsa bu iş bittiği tarihte Batı tarafındaki uçakların önemlice kısmı bunlar oluşturmuş olacak. Projenin tahmin edilen maliyeti 245 milyar dolar. Bu 20. yüzyılın en büyük askeri projesi. Buradan bir iki tane rakam söyleyeyim, neyle meşgul olduğumuzu anlamak için; uçak başına maliyet 100 milyon dolar, uçağın ömrünü 20 yıl diye düşünmek lazım, ömür boyu kullanımının da maliyetini eklerseniz 240 milyon dolara patlıyor bu uçak. Yani uçak çok değerli bir şey, öyle bir kaç milyon dolarlık bir şeyden bahsetmiyoruz. Bu projeye başka ülkeler de girdi. Bu 2400 uçağı Amerika alıyor, biraz daha alanlar var, ama bu kadar alan yok, Birleşik Krallık, Avustralya, Kanada, Norveç, Danimarka, Hollanda, İtalya ve biz. Rakamın büyüklüğü, projenin büyüklüğü, açısından ihmal edilecek bir şey değil. Askeri tarafını bırakın, tamamen bir kamu harcaması olarak düşünün, çok büyük bir proje. Türkiye’nin bu projeyle ilgisi epeyce önce başlıyor ve 11 Temmuz 2002’de bu projenin geliştirme ve gösterim aşamasına 175 milyon dolar ile katılma kararı alıyor. 2006 yılında bu Türkiye’nin gündeminde pek yer almadı, arada haber olarak çıktı. Avrupa’dan da bir öneri geliyor, Avrupa Konsorsiyumu’nun önerdiği bir küçük uçak var EF2000, ya da “Tayfun” diye adlandırılan. Onlar da bir öneride bulunuyorlar, “bizim uçağı alırsanız” gibi. Benzer koşullarla onlar da bir öneride bulunuyor. Sonuçta Savunma Sanayi İcra Komitesi toplantısı 15 Aralık’ta yapılıyor, Türkiye, “F35 uçağından 100 tane almak uygundur” diye karar veriyor. Bu projenin maliyetini bilmek mümkün değil tabii, ama şu anda tahmin edilen 10-11 milyar dolar civarında bir maliyeti olacak bu uçak alımının. Bu da cumhuriyet tarihinin en büyük askeri alım projesi demek. Ben esas noktaya geleyim; bu kadar büyük bir rakamın söz konusu olduğu bir alımın kamuoyuyla nasıl paylaşıldığıyla ilgili. Bu uçak Türkiye’ye eğer bugünkü anlaşma çerçevesinde gelecek olursa 2014’ten önce gelemiyor. Uçak Aralık ayında ilk uçuşunu yaptı. 2014’te de Türkiye’ye gelmesi bekleniyor. Arada “Türk Hava Kuvvetleri’nin ihtiyacı ne olabilir?” diye düşündü, bir karar daha aldı Türkiye: bizim hava kuvvetlerinde kullanmakta olduğumuz F16’nın yeni tipleri Globe 50 dediklerinden 30 tane almak. O tarihe kadar Türk Hava Kuvvetleri eski F4 ve daha yeni F16’larla devam edecek, 2014’ten sonra da bu uçaklar gelecek. Türkiye bu anlaşmayı imzalamakla 30 yıl süreyle F35 uçağına ilişkin gelişmelerden yararlanabilecek. İktisadi bir noktaya dikkat çekeyim; Türkiye bu anlaşmayı imzalayınca 10 milyar dolarlık mal yapabiliyordu ya, “iyi bir şey” diyebilirsiniz, “10 milyarlık uçak alacağız, 10 milyarlık da ihaleden mal satacağız, dolayısıyla döviz dengemizi tutturabiliriz”, ama rakiplere dikkat edelim, yani bu projeye katılan herkes o ihalelere girme hakkına sahip. Türkiye’nin endüstrisi, Avustralya, Kanada, Norveç, Hollanda, İtalya ve Birleşik Krallık’la ne ölçüde rekabet edebilir? Dürüst yapılan bir ihalede, onlar niye haklarını versinler, onlar da benzer anlaşma imzalayacaklar? O zaman Türkiye’nin burada 10 milyar dolarlık bir ihale alması bana olanaksız gibi geliyor. Resmi olmayan, mülakatta söylenmiş bir laf var, deniyor ki; “biz belki 4 milyar dolarlık filan bir pay alabiliriz ihaleden.” Bunun nasıl hesaplandığını bilmiyorum, sonuçta çok kaba bir tahmin olabilir, ama nereden bakarsak bakalım önemli bir rakam olacak Türkiye’nin ödemesi gereken.
Bir şey daha var, bu anlaşmanın üretim aşamasında faaliyete geçirilebilmesi için bir giriş ücreti gerekiyor, o da 750 milyon dolarmış Türkiye için. Yani bir de baştan 750 milyon dolar veriyorsun bu üretime girebilmek için. Bunlar tabii sonuçta maliyetin içinde bir türlü hesaplanıyordur. Akla şu gelebilir, “2014 çok uzak, biz bir ay sonra ne olacağını bilemiyoruz, 2014’te dünya değişir mi?” Anlaşma ona da müsait, yani 2012 yılında kesin karar veriyor ülke, diyor ki; “100 tane almayacağım da 40 tane alacağım, ya da hiç almayacağım” vs. o hakkınız var. Herhalde onun cezai şartları da vardır, tam bilmiyorum. Bu arada Avrupalılar da devam ediyorlar, onlar da kendilerine göre bir şeyleri kendi basınına veriyorlar. “Biz bu ihaleyi kaybettik ama hâlâ bir filo satma ümidimiz var, hele seçimi AKP kazanırsa o olasılık daha da yükselir” diyor. Bunun AKP’nin bir söz vermesi ile ilgili olduğunu sanmıyorum, daha çok Avrupa’ya yakınlık meselesiyle ilgisi olduğunu sanıyorum. Bu tür haberler biraz da ortalığı karıştırmak için verilir. Ben bu uçağın maliyeti hakkında epeyce bilgi verebilirim, ama sadece bir tanesini söyleyeyim, 1996’da geliştirme maliyeti 25 milyar dolar olarak tahmin ediliyordu. 2005 Ocak’ında bu maliyeti 44.8 milyar dolara çıktığını saptanmış, %80 artmış. Bunun üzerine son derece detaylı bir rapor var, bu raporu okudum, bu rapor 2005 Mart’ında ABD Hükümet Hesap Verilebilirlik Ofisi tarafından hazırlanmış son derece detaylı bir rapor. Bu rapor, yolsuzluk vs. konularına ilişkin değil, olaya bakıyor, maliyetler neden artıyor, ne oluyor, işler nasıl gidiyor, söz verilen yapılabiliyor mu, zamanında yapılabiliyor mu, karşılıyor mu, nelerin düzeltilmesi gerekir diye bakan bir rapor. Bu raporu yazmışlar, ilgililere vermişler, senatoya da göndermişler, web sitelerine de koymuşlar, bırakın Amerikan vatandaşlarını ben de buradan açıp okuyabiliyorum.
ÖM: Olağanüstü bir maliyet artışı var, neden?
AH: Bir de, Türkiye’nin bu üretici ülkeler arasında katılmasında biraz maliyet artışının da etkisi var, çünkü baştan beri bir çekişme vardı, “Türkiye’de üretilecek, üretilmeyecek, üretilmeyecekse Avrupa’dan mı alınsın?” diye. Hatırlıyorum bunları.
HE: Maliyet artışına yol açan çok faktör sayıyor bu rapor, çok güzel yazılmış bir rapor, çünkü siz de okuyunca anlıyorsunuz, uzman olmak gerekmiyor. Burada saydıklarından bir tanesi şu; arada isteklerde değişmeler var, teknolojide değişmeler var, onların hesaba katılması gerekiyor, daha evvel hesaba katılamayan beklenmedik unsurlar çıkıyor arada, bunlar maliyet artışına yol açıyor. Bir de rapor, bazı yönetim hatalarına dikkati çekiyor. Bütün bunlardan geldiğini söylüyor maliyet artışının ve bunlardan düzeltilebilecek olanları söylüyor. Bu çok büyük bir proje. Sonunda 6 milyar dolarlık bir döviz çıkışına yol açacak, zaman içinde, onun bütün bu özelliklerinin bize de anlatılması gerekmiyor mu?
ÖM: Asıl mesele orada işte.
HE: Bence mesele bu. Kanaatimi de söyleyeyim, ben doğru tercih yapıldığını düşünüyorum, Türkiye’nin o tarihte uçağa ihtiyacı var ve F35 de, bu iş için uygun gözüküyor. Tabii F35 daha tam oluşmadığı için, bazı eksiklikleri olur mu olmazı mı, o zaman içinde öğrenilir ama onlar da öğrenir, düzeltirler. Ama şu anda çok başarılı ve ileri teknoloji gibi gözüküyor. Benim o açıdan pek kaygım yok, ama merak ettim, Milli Savunma Bakanlığı’nın sitesine girdim, Bakan gidip imzaladı bunu, ama hiçbir bir bilgi yok.
ÖM: Hiçbir gazetede, yok, hiçbir televizyonda yok.
HE: Hava Kuvvetleri sitesinde böyle bir uçağın olduğuna dair bir bilgi var, ama Türkiye ile ilgili bir şey yok, niye yok? Niye Amerika’da var da bizde yok. Bunu örnek olarak alıyorum, çünkü herhangi bir baraj, herhangi bir tünelin, örneğin Bolu Tüneli’nin maliyeti neydi, kaça çıktı, neden gecikti, ne oldu? Bir rapor var mı bizim anlayacağımız bir şekilde yazılıp, bizimle paylaşılan?
ÖM: Olmadığı gibi, bugünkü gazetelerden birinde de büyük bir skandal manşetiyle verilen, İtalyan Astaldi firmasının, “tüneli tamamlamadan açıyorsunuz, can ve mal kaybı olursa karışmayız” diye uyardığına dair bir haber var.
HE: İşin bir de tatsız tarafı var, ama iyi ve başarılı bir proje olsa aynı eleştiriyi yapacağım. Bu F35 çok karışık bir proje, ama iki günümü verince yazılanları anladım ki beni çok da ilgilendirmiyor Amerika’nın şu kadar milyar doları oraya mı buraya mı harcadığı, Türkiye’deki daha çok vakit verip yine anlardım. Her Türk vatandaşı için bu doğrudur, benim anlamadığımı başkası anlar. Bizim burada bir adım atmamız gerekiyor, illaki bir projeyle ilgili, bir kamu harcamasıyla ilgili beyanın, bunun arkasında yolsuzluk var şeklinde olması gerekmiyor, proje doğru da olabilir, yararlı da olabilir; ben şöyle düşünemez miyim, “bu proje çok doğru, yararlı, arkasında hiçbir yolsuzluk yok ama filan işe para harcansaydı daha iyi olurdu.” Bu da bir görüş değil mi?
ÖM: Çoğulcu demokrasinin temel işleyiş ilkeleri açısından da hayati bir noktaya işaret ediyorsun bence, hiçbir televizyonda, haberlerde, hiçbir gazetede haber bile olmuyor. Senin bütün bu anlattıklarını hayretle ve merakla dinliyorum ben de. 245 milyar dolar gibi muazzam, bir proje var ve Türkiye de bunun bir kısmına ortak. Burada demokrasinin işleyişine ilişkin ciddi bir pürüz, aksaklık göze çarpıyor bence. Meselenin uçaklara karşı olup olmamakla ilgisi yok.
HE: Hiç alakası yok, askeri harcama olmasıyla da ilgisi yok, kamu harcamaları konusunda kamunun aydınlatılması problemi bu.
ÖM: Buna zahmet etmiyorlar galiba?
HE: Evet.
(1 Şubat 2007 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)