23 Kasım 2011Taraf Gazetesi
Geçmişindeki acı olaylarla ilişkisini esas itibariyle unutma, daha doğrusu bastırma üzerine kurmuş bir toplumda yaşıyoruz. Unutturmayı, hatta belli konularda hatırlama yasağını “bir idare tekniği” olarak kullanan bir devlet yapısına sahibiz. Siyasal tarihimiz “üst üste yığılmış nisyan katmanları”yla dolu. Çok daha eskileri didiklemeye gerek yok; Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolu, özellikle de 1915’i başlangıç noktası olarak alırsak, bu “nisyan katmanları”ndan büyük bir bina inşa edebiliriz. Nedenleri sorgulanmamış, sonuçları yok sayılmış, sorumluları açıkça ifşa edilmemiş, mağdurları kamusal tanımaya konu olmamış, yasları tutulmamış olaylardan ve dönemlerden oluşan koca bir gökdelen belki de!
Bu acılar gökdeleninin önemli dairelerinden biri Dersim’dir. 1937/38’de Dersim’de yaşananların ayrıntıları hep gizlendi. Kemalist rejim, o dönemin sadece “bozgunculara karşı şanlı bir zafer” olarak hatırlanmasını istedi, bundan fazlasının konuşulmasını engelledi.
Bundan tam iki yıl önce, bu politika, tam da bu rejimin en militan savunucularından birinin eliyle büyük darbe yedi. CHP’nin o zamanki genel başkan yardımcılarından Onur Öymen, TBMM’de Kürt sorunu tartışılırken, devletin Dersim’de korkunç bir kıyım yaptığını adeta itiraf etmiş; bununla da kalmayıp, o vahşete yol açan devlet politikasını açıkça savunmuştu.
O günden bugüne Dersim kıyımıyla yüzleşmek ve hesaplaşmak adına epeyce şey yapıldı. Anı ve inceleme kitapları yayımlandı, filmler çekildi, konferanslar düzenlendi vs. Ancak bir şey hep eksik kaldı: Devlet adına açık bir kamusal tanıma ve resmî özür!
Gerçi başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP’nin önemli isimleri, Dersim’deki vahşeti kınama ve mağdurların acılarını tanıma anlamına gelen sözler söylediler. Ama bunları yaparken, olayı sürekli CHP’nin sorunu ve sorumluluğu çerçevesine hapsetmeye çalıştılar.
Aradan iki yıl geçti. Dersim yine gündemin merkezinde! Vesile de, yine bir CHP milletvekilinin, Hüseyin Aygün’ün sözleri! Lakin Öymen’in zihniyetinin ve tutumunun tam karşısında yer alıyor bu seferki sözler. Yine hararetli bir tartışma!
Bu tartışmanın bir kutbunu, Öymen’in müritleri işgal ediyor. Onların asıl derdi, dönemin politikalarının sorgulanmasını ve sorumluların adının konmasını önlemek!
Diğer kutup ise, tartışmayı yine CHP’nin sorumluluğuyla sınırlı tutmak isteyenlerden oluşuyor.
Her iki tutum da belli siyasal avantaj hesaplarına dayanıyor. Bir açıdan bu durumu normal saymak lazım! Zira geçmişle ilgili tartışmalar, esasen bugünün politikalarına dair mücadelelerin bir parçasıdır. Ancak geçmişteki hakikat ve acıyı, bugünkü siyasal hesapların aracı olarak kullanmanın da bir sınırı olmalı! Salt araçsal bir yaklaşım, hesaplaşma kültürünün daha gelişim aşamasındayken boğulmasına yol açabilir. Şayet gerçekten bir hesaplaşma niyeti varsa, araçsal anlayıştan kaçınmak gerekir.
Dersim kıyımının ve o dönemin politikalarının sorgulanmasına karşı koyanların tutumu, aslında kendi içinde tutarlıdır. Onların hesaplaşma gibi bir derdi yoktur.
Geçmişle hesaplaşmanın evrensel özünü; büyük acılara sebep olmuş otoriter, baskıcı ve kıyıcı yönetim zihniyetinin meşruluğunu sorgulamaya ve iptal etmeye yönelik siyasal, hukuksal ve moral çabalar oluşturur. Amaç; o yıkımların ve acıların bir “daha asla yaşanmayacağı” bir siyasal yapı ve birlikte yaşama kültürü yaratmaktır.
Bu amaca ulaşmak o kadar kolay değildir tabii. Hesaplaşma konusunda samimiysek, bunun çok katmanlı bir süreç olduğunu da bilmek durumundayız. Bu süreç; hukuksal, siyasal, moral, kültürel, bilimsel, pedagojik ve estetik gibi çeşitli boyutlardan oluşur. Tek boyuta indirgenen bir hesaplaşma, evrensel özünden ve amacından kolayca uzaklaşabilir.
Dersim’le ilgili güncel tartışmada, hesaplaşmadan yana tavır koyanların bir kısmı, meseleyi tek boyuta indirgeme eğilimindeler. Saikleri ne olursa olsun, onlar için belirleyici sorun, sorumluların adını koymaktır.
Elbette bu soru çok önemlidir. Ancak bu önemin anlam ifade edebilmesi için, Dersim kırımını mümkün kılan zihniyetin ve yapıların da aynı anda masaya yatırılması gerekir. Sadece sorumlulara odaklanan bir hesaplaşma, daha çok geçmişe saplanıp kalır, bir rövanş algısı yaratır.
Sorumluları, temsil ettikleri zihniyet ve kurdukları sistemle birlikte sorgulayan bir yaklaşım benimsersek ancak; vahşeti normalleştiren, kıyımı meşrulaştıran söylem, zihniyet ve yapıları açığa çıkarıp mahkûm etme imkânını yakalayabiliriz. O zaman geçmişle hesaplaşma aracılığıyla bugünü demokratik değerler üzerinde yeniden inşa etme hedefine daha kolay ulaşabiliriz.
Bu yaklaşım, kıyım zihniyetinin yeminli savunucuları dışında kalan, ama rövanşist eğilimlerden de tedirgin olan geniş bir kesimi, yüzleşme sürecine katılma konusunda cesaretlendirebilir.
Nietzsche’nin İyinin ve Kötünün Ötesi’ndeki şu sözleri, özellikle bu kesime yardımcı olabilir: “Ben bunu yaptım, diyor hafızam. Ben bunu yapmış olamam, diyor gururum ve bunda inat ediyor.”
Gururun bu inadını kırmak gerek, iyinin ve kötünün ötesinde!..