İçinden okyanus geçen İstanbul, lüfere hasret kalmasın!

-
Aa
+
a
a
a

24 Mayıs 2010Hürriyet Gazetesi

İstanbul her mevsim başka balığı olan, içinden kocaman okyanus geçen bir şehir olarak bilinirdi. Bu okyanus, bir gün lüfer, başka bir gün istavrit veya hamsi gibi nimet ve rızık verirdi. Onun için ilk çağlardan beri İstanbul'un balıkları bir çok yazarın dikkatini çekmişti. Örneğin P. Gyllius, “Marsilya, Venedik ve Taranto balıklarıyla meşhurdur, fakat İstanbul, bolluğu bakımından bu şehirleri geride bırakır. Liman iki denizden gelen pek çok miktarda balıkla doludur. Balık sürüleri yalnız Boğaziçi'nden değil, Kadıköy tarafından da limana doğru akın eder. Balık denizde o kadar boldur ki, çok defa sahilden elle tutulabilir. Kadınlar, pencereden sarkıttıkları sepetlerle balık tutabiliyorlar ve balıkçılar olta ile o kadar çok torik balığı avlıyorlar ki, bunlar bütün Yunanistan'a ve Asya ile Avrupa'nın büyük bir kısmına yeterlidir” diyor.ÜNLÜ LÜFER AVCILARIİstanbul, lüferle özleşmiştir adeta. Osmanlı döneminin bir çok ünlü şahsiyetinin lüfer balığı avcılığı yaptığı bilinir. Sultan Abdülaziz'in başmabeyincilerinden Nevres Paşa, Ahmet Rasim Bey, Recaizade Ekrem Bey, Ahmet Rasim, Saip Molla, Abraham Paşa, Sait Halim Paşa bunlara örnektir. Lüfer av partileri de dönemin vazgeçilmez merakları arasındaydı. Zaten eski İstanbullular sadece lüfere balık derlerdi. Osmanlı padişahları da bu balığa düşkündü. Sultan Aziz, geceleri Boğaz'da kayıkla lüfere çıkardı. Osmanlı döneminde bu balığın Boğaz'dan geçişleri ve üremesi sırasında gemi trafiği durdurulurdu. Kaçak lüfer avlayan balıkçılara verilen ceza ile ilgili bilgiler de devlet arşivelerindedir.Ama günümüzde İstanbullu uskumruyu , Boğaz'ın gerçek kraliçesi lüferi, balık dünyasının şovalyelerinden kılıçı, Boğaz sahilerindeki çiroz sergilerini neredeyse unuttu. İstanbul ve İstanbul halkı için önemli olan uskumru, kılıç, orkinos, mersin ve kalkan, günümüzde tamamen ortadan kayboldu ve nesli azalan türler listesine girdi. Öyle ki Beykoz'un meşhur kalkan balığı bitti. Gece yalılara vuran orkinoslardan haber yok. Haliç'i dolduran ve adına sikkeler yapılan palamut eser miktarda çıkmakta. Beykoz önlerinde yapılan kılıç balığı avcılığını hatırlayan kalmadı. Şimdilik kraça istavrit ile idare ediyoruz. ÇİNEKOP KATLİAMIYani Lale Devri gibi, İstanbul'da “lüfer/kofana devri ” de bitti. Üstelik bu yetmemiş gibi şimdi lüfer balığının adeta gençliği olan 11-15 cm'lik çinekoplar da yok ediliyor. Oysa bu tam bir katliam! 1991 yılında 20 cm olan boy yasağı, 1999 yılında fiilen ve 2010 yılında da resmen 14 cm'ye indi. Böylece, 2002 yılında 25 bin ton olan üretim, 2007 yılında 7 bin tona düştü. Bu şekilde çinekop avlanınca gelecek yıllar lüfer de olmayacak. Ve bu katliamı önlemeye başta Tarım Bakanlığı olmak üzere artık hiç kimsenin gücü yetmiyor!..Türk Deniz Araştırmları Vakfı (TÜDAV), yetkililerin buna izin vermemesi için yıllardır çaba gösteriyor. En son, “Fikir Sahibi Damaklar” grubuyla “İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın” adıyla bir kampanya başlattılar. Amaç, genç yaşta ve hiç yumurta vermeden avlanan 14 cm'lik çinekopların avlanmasını yasaklatmak. Avlanma boyu 20 cm olmalı yani, yavru balıklar en az bir kez yumurta verdikten sonra avlanmalı. Evet, İstanbullu her sabah iki denizin taşıdığı suyun üstünde işe gitmekte ve ucuz balık bulursa da mutlu olmakta. Ama yolunuz Kumkapı'daki balık haline düşer ve “Lüfer var mı? diye soracak olursanız, alacağınız cevap “Abi lüfer için adam vuruyorlar”dır! Onun için kaçak ve yavru balık satın almayarak, İstanbul'un kraliçesi Lüferi tanıyarak, değer vererek, koruyarak ve gelecek kuşaklara bırakArak insanlık görevimizi yerine getirelim. Ahmet Rasim, “Lüfer sözünü duyup da dönüp bakmayanı İstanbullu farz etmem“ demiş. Benzer bir şekilde, lüfer katliamını durdurmak için elinden geleni yapmayanlar da iyi bir insan, vatandataş, anne, baba, çevreci, devlet adamı, vb, olamaz...