3 Nisan 2010
Anayasanın fonksiyonu, ‘ülkenin temel hukuk belgesi olarak devletin yapısını düzenlemek’tir. Anayasa yapıcı gücün kaynağının halk olması, demokratik devletlerin temel bir özelliğidir. Demokrasilerde, anayasa, devletin yapısını, halkı temsil edecek şekilde ve halktan gelen güçle belirleyen bir belge olma özelliğini taşır. Yani, anayasanın, tıpkı meclis gibi, halktan güç alması esastır.
Anayasanın veya anayasa mahkemesinin ‘halk karşıtı’ olması, demokrasinin mantığının tam anlamıyla zıddını temsil eder. Anayasa mahkemesinin anayasanın yapısını (veya ülkenin kimler tarafından nasıl yöneteceğini) belirlemek gibi yetkilere sahip olması, demokratik rejimlerde söz konusu değildir.
Anayasa, gücünü halktan alan ve halka hizmet eden bir belge olduğu için, bu belgeyle ilgili hakemlik yapan makamın yani anayasa mahkemesinin temel görevini, halk iradesinin kusursuz şekilde işlemesine katkıda bulunmak oluşturur.
Anayasa mahkemesinin halka karşı/halka rağmen birtakım uygulamalara imza atmasını onaylamak, demokrasi kavramıyla adeta dalga geçen bir yaklaşım. Türkiye’de, bir ülkenin nasıl yönetileceğine anayasa mahkemesinin karar vermesi gerektiğini düşünen, anayasa mahkemesinin istediği durumlarda halka karşı/halka rağmen uygulamalara imza atabileceğini savunan son derece aktif bir koro, yani bir ‘demokrasiyle dalga geçenler korosu’ var.
***
‘Hükümetin hazırladığı ve Meclis’e sunduğu Anayasa değişikliği tasarısına Anayasa Mahkemesi’nin hangi aşamada müdahil olacağı’ gibi tartışmaları bu arkaplanı göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekiyor. Anayasa değişikliklerinin ‘anayasaya uygunluğu’nun Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenmesi gibi paradoksal uygulamaların dünyanın başka neresinde görüldüğü konusunu da...
Üniversitelerde türban yasağını kaldıran anayasa değişikliği 411 oyla Meclisten geçtikten sonra, CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne bozulması amacıyla götürülmüş ve bozulmuştu.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliğinin Anayasa’ya uygun olup olmadığını karara bağlamış ve değişikliği ‘Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerine’ aykırı bularak iptal etmişti. Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir yetkiye sahip olup olmadığına kim karar veriyor? Gene Anayasa Mahkemesi...
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Anayasa Mahkemesi izin vermedikçe Anayasa’nın hiçbir maddesini değiştirememesi”, Türkiye’deki siyasal sistemin en temel ironilerinden birini oluşturuyor. ‘Halkın iradesinin egemenliğini garantiye alan bir hakem’ olması gereken Anayasa Mahkemesi, tam tersine, halkın iradesinin işlememesini garantiye alan bir güç odağı konumunda.
Anayasa Mahkemesi’nin sadece Meclis üzerinde kurulmuş bir hegemonya olarak değil doğrudan halkın tercihleri üzerinde de vesayet oluşturan bir hegemonya olarak şekillenmesini isteyenler var. Örneğin şu anda tartışmakta olduğumuz yeni değişiklik taslağının halkın desteğini alsa bile yürürlüğe girmesini kabul etmeyenler bulunuyor. Bu değişikliklerin Anayasa’ya uygun olup olmadığı konusunun, gene Anayasa Mahkemesi’nin kararına bağlı olduğu öne sürülüyor. Demokrasi olarak tanımlanması imkânsız olan bu sisteme nasıl bir isim verilebileceği üzerine siyaset bilimi uzmanları çeşitli değerlendirmeler yapabilirler.
Bu değişiklik taslağı içindeki en önemli maddelerden birisini, Anayasa Mahkemesi’ne üye seçilme yöntemleri oluşturuyor. Anayasa Mahkemesi’nin daha çok üyeden oluşması ve bu üyelerin seçilme yöntemini üst yargının dar çemberinden çıkaran yeni bir sisteme geçilmesi tasarlanıyor.
Tasarı referanduma gidilerek kabul edilirse, Meclis’in ve toplumun iradesi dolaysız şekilde ortaya çıkacak. ‘Sistemin halkın iradesine uygun şekilde yeniden şekillendirilmesinin Anayasa’ya ters düşmesi’ gibi bir şey demokrasilerde söz konusu olamaz, çünkü demokrasilerde anayasa zaten gücünü halktan almak zorunda olan bir belge. Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinin sınırlanıp sınırlanmayacağına Anayasa Mahkemesi’nin karar vermesini savunanlarsa, Anayasa Mahkemesi’nin gücünü halktan değil kendi kendinden almasını savunuyorlar.
***
Bazı çevrelerde şu değerlendirme yapılıyor: Siyasi vesayet rejimi kuruluyor, diktatörlük kuruluyor.
Mesele, iktidar partisinden de, şu andaki yargı kurumlarının tercihlerinden de bağımsız ele alınmalı. Ama eğer bu kurumların yapmış oldukları üzerinden bir değerlendirmede bulunulursa, üst yargı kurumlarının demokrasi sicilinin parlak olmadığı kolayca ortaya çıkar.
Sürekli parti kapatan bir Anayasa Mahkemesi, sürekli siyasi nitelikteki kararlarıyla düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü hedef alan yargıtay kararları bu ülkenin bir gerçeği. Bu gerçekliğin müsebbibi olan kurumları daha fazla yetkilendirerek, demokrasi adına bir kazanç sağlanabileceğini düşünenlerin zihin yapısını değerlendirmek kolay değil.