11 kasım 2009Derya Özgüzel
yesilgazete.org/2009/11/11/gdo-pazari/
Türkiye’de, 26 Ekim 2009 tarihinde “gıda ve yem amaçlı genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerin ithalatı, işlenmesi, ihracatı, kontrol ve denetimine dair yönetmelik” in 27388 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanarak yürürlüğe konulmasının ardından yine yoğun bir tartışma ortamına girdik.gdo4
GDO’lu ürünlerin ekolojik sistem üzerindeki zararlarını değerlendirmenin yanı sıra, bu ürünlerin hükümetler tarafından yaygınlaştırılmasındaki niyet doğru ve net okunmalıdır. GDO; kapitalist sistem dilinden okunduğunda; sahip olduğu patent hakkı ile gıda tekelleşmesi adına çok uluslu şirketlere vaad ettiği yüksek karlarla vazgeçilmez bir kazanç kapısı… GDO; hükümetlerin dilinden okunduğunda ise küresel düzeydeki yayılmacılığa, ayak uydurulmasıdır.
GDO’ lu ürünlerin en çok kullanıldığı ülkelerden birisi ABD; dünyanın en büyük GDO’ lu tohum üreticisi ise yine ABD’ de Monsanto. 16 Ekim 2009’ da Birleşmiş Milletler, Gıda ve Tarım Organizasyonu’nun ilan ettiği Uluslararası Dünya Gıda Günü’ nde, La Via Campesina’ nın gıdanın bağımsızlığı adına, dünya çapında, müttefikleriyle beraber Monsanto ve Genetigi Degistirilmis Organizmaların tamamen reddedilmesini ifade etmek amacıyla harekete geçiyorken on gün sonra ülkemizde yönetmeliğin sessiz sedasız yürürlüğe girmesi yaşadığımız trajik komik durum.
Ülkemizde yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle başlayan tartışmalardan anlaşılmasın ki; genetiği değiştirilmiş organizmalar ile ilgili bu gelişmeler 2009 yılına özgü bir durum… Tarla denemelerine 1985 yılında alınan GDO’ ların ticari anlamda ekimine 1996 yılında başlanmıştır. 20. yy tarımı olarak adlandırabileceğimiz bu gelişmelerin kökeni, modern, endüstriyel tarımın ihtiyaç duyduğu standartlaşmanın günümüzde maksimum seviyeye çıkmasıdır Rekabete dayalı kitle pazarında karları arttırmak üzere yapılan ticari baskılar da diğer ülkeler üzerinde GDO’lu tohumları alma yönünde bir baskı oluşturmuştur. Bunun zemini hazırlayansa çok uluslu şirketlerin adım adım elde ettiği tohum tekelleşmesidir.
Mahsüllerde tekbiçimlilik; genetik daralmaya neden olur. Tohum tekelleşmesi ise üreticinin bu şirketlere bağımlı olmasına neden olur. Buna ihtiyaç duyulmasının sebebi ise GDO üreten devletlerin denetimi kolay hızlı üretim sağlama arzusu ile kapitalizmin kontrollü – yayılmacı politikasının uzlaşımıdır.
GDO ‘ lu ürünlere yasal olarak kapıları açışımızla başlayan bu tartışma ortamında medya ise, ürünlerin tüketimi noktasında, bizlerin gıdaların gdolu olup olmadığını bilerek, tercih yapabilme hakkına sahip olabilmemizin yeterli olacağı gibi bir tavır sergileyerek pazar alanında GDO’ lu ürünleri meşrulaştırmış oluyor. Oysa ki istenilen yasal düzenlemeler yapılsa da, bu ürünler GDO etiketiyle pazara sunulmasının ardından daha ucuz pazarlanacak olmaları nedeniyle, bahsedilen tercih hakkı sadece sözde kalacaktır, bizlerin alım gücümüz doğrultusunda GDO’ lu ürünleri almak durumunda kalacağımız aşikardır. Bir başka ve en önemli husus ise, GDO’ lu tohumların kullanıldığı araziyi, geri dönüşümsüz olarak tahrip etmesi, onu tüketen insan ve hayvanların zarar görmesidir
Bu nedenle GDO’ lu ürünlerin sadece yasal çerçevede satılmasına değil, üretimine karşı çıkmak zorundayız. Yapay tohumlarla, üretimi yapılan ürünlerin insan sağlığına yararlı olduğunu iddia etmek pek bir abesle iştikaldir. Zararlı olup olmadıkları konusunda da uzmanlarımız gerekli bilgileri veriyorlar ki uzun ya da kısa vadede ortaya çıkabilecek olan zararlı etkiler, saymakla bitmiyor… Öte yandan, kimi yetkililerimizce dünyadaki açlık oranını engelleyebilmek için GDO’ lu tohum kullanmak zorunda olduğumuz da büyük ve bilinçli bir şaşırtmacadır. Dünyada açlığın temel sebebi sömürgecilik döneminden bu yana süre gelen yanlış tarım politikaları ve besinin adil dağıtılmamasıdır.
Saldırgan Politikalar – Çözüme Yönelik Yapılması Gerekenler
Yüksek kar amacı taşıyan bu pazar, kendisini çok da naif ve tercihe yönelik sunmuyor elbet ki. Bu süreci biraz daha iyi değerlendirebilmemiz için iki yıl once Brezilya’ da yaşananlara goz atmamız gerekir. Brezilya Topraksızlar Hareketi’ nin (MST) üyeleri 2007 yılında, gdo üretimi yapan Syngenta’nın Güney Amerika’dan gitmesi talebiyle şirkete ait iki üretim noktasını işgal etmiş, İşgalleri gerçekleştiren örgütler, amaçlarının; topraksız işçilere karşı eylemlere girişen ve çevre kanunlarını hiçe sayan Syngenta’nın Brezilyayı terk etmesini sağlamak olduğunu bildirmişlerdi. Bu olaylardan iki ay kadar once Via Campesina liderlerinden ve topraksızlar hareketinin köylülerinden olan Valmir Mota de Oliveira, Syngenta’nın güvenlik görevlilerin ateş açması sonucu hayatını yitirmişti. Via Campesina bunun üzerine 97 ülkede eşzamanlı olarak Syngenta’yı protesto eylemleri düzenleme kararı almıştı.
Tüm bu sebeplerle, genetiği değiştirilmiş ürünlerin pazarlarda yer almasına karşı olan mücedele, küresel düzeyde ele alınmalıdır. Meksika ve Brezilya’ da gerçekleşen direnişler iyi değerlendirilmeli, bu mücadele grupları ile gerekli iletişim ve saflar oluşturulabilmelidir. Ülkelerin biyoçeşitliliğe karşı, bu yayılmacı tohum savaşına yönelik olarak kendilerini koruyabilmeleri için, yerel üretimi ve çiftçileri desteklemeleri, ve çiftçilerin kendi tohumlarını kullanmalarını yeniden sağlamaları gerekmektedir. Ülkemizde de bu süreçte, gittikçe zayıflatılan çiftçilerimiz desteklenmeli, yerel örgütlenmeler ve dayanışmalar kuvvetlendirilmelidir. Aksi süreçte tarımsal üretim / çiftçiler bir kez daha darbe yiyecek; dışa bağımlı hale gelen üretimimiz bizlere ışıklı marketlerde besin değeri düşük,tek tip, tatsız ve sağlıksız ürünler sunmaya hızla devam edecektir.