14 Eylül 2009Referans Gazetesi
İktisadi krizden çıkış süreci ve sonrasını nasıl yöneteceğimiz konusunda hâlâ bir açıklığa kavuşmuş değiliz. Gerçi, ortalıkta bir "IMF ile anlaşma yapmalı mı yapmamalı mı" tartışması var ama bunun da neredeyse içeriği unutulmuş durumda. Oysa konuyu basit bir biçimde ortaya koyup, kimseyi itham etmeden, neden farklı sonuçlara ulaşıldığını görmek olanaklı. Bunu deneyeceğim.
İleriye baktığımızda küresel ekonomi açısından üç farklı durum olabileceğini düşünelim. Bunlar: (1) Küresel krizin derinleşmesi. (2) Küresel ekonominin şimdi bulunduğu durumunda devam etmesi. (3) Küresel ekonominin krizden çıkması olsun. Önceden bu sonuçların hangisinin gerçekleşeceğini (ya da gerçekleşme olasılığının ne olduğunu) tahmin etmek olanaklı değil. Dolayısıyla Keynes'in kullandığı anlamda, "belirsizlik" söz konusu. Kolaylık olmak üzere Türkiye ekonomisinin bu gelişmelerden etkilenmesini kısa dönemdeki büyüme hızı ile özetleyebileceğimizi varsayalım. Bunun yeterli bir ölçüt olmadığı, Türkiye'nin uzun dönemli büyümesi, gelir dağılımındaki değişme, çevre üzerindeki etkiler gibi boyutları dışladığı açık. Ancak, bunların eklenmesi, bu yazıda ele alınan anafikri etkilemiyor.
İlk durumda Türkiye ekonomisinin ciddi boyutta olumsuz etkileneceğini ve daralmanın devam edeceğini, ikinci durumda ise ekonominin sıfır büyüme etrafında dar bir bantta hareket edebileceğini, üçüncü durumda ise Türkiye ekonomisinin büyümeye geçeceğini varsayalım.
Genel görünüm böyle olmakla birlikte, sayısal büyüklükler cinsinden ifade edildiğinde, bu üç durumda Türkiye'nin performansı hangi iktisadi stratejinin uygulandığına bağlı olarak değişecektir. Bu amaçla üç stratejiyi ayırt edelim: Bunlardan ilki (I) IMF ile orta vadeli çerçeve üzerinde yapılan anlaşmaya dayalı bir programın uygulanması, ikincisi (II) IMF ile anlaşma yapılmaksızın orta dönemli bir programın yürürlüğe konulması ve sonuncusu (III) ise mevcut iktisat politikası uygulamasına devam edilmesi olsun.
Bir an için bu stratejilerin uygulanması sonucunda, belirtilen bu farklı durumlarda Türkiye'nin nasıl büyüyeceğini tahmin edebildiğimizi ve bu tahminler konusunda uzlaştığımızı varsayalım. Aşağıdaki tabloda bunu gösteren rakamlar bir hesaba dayanmıyor. Benim uydurduğum rakamlar. Ama rastgele uydurmadım; kendi düşüncelerimi yansıtacak biçimde seçtim. Şöyle ki:
Farklı Durum/Strateji Seçeneklerine Göre Türkiye İçin "Uydurulmuş" Büyüme Hızları (%) | |||
. | Küresel kriz derinleşiyor | Küresel durum değişmiyor | Küresel ekonomi krizden çıkıyor |
Strateji 1: IMF ile anlaşılarak bir orta dönemli program uygulanıyor | -3 | 0 | 2 |
Strateji 2: IMF'den bağımsız bir orta dönemli program uygulanıyor | -4 | 1 | 3 |
Strateji 3: Mevcut iktisat politikası uygulaması sürüyor | -5 | -1 | 4 |
IMF ile yapılacak bir programın, temelde, küresel ekonomi kötüye gittiğinde Türkiye'nin performansının kötüleşmesini engellemekte görece daha başarılı olacağını düşünüyorum. Buna karşılık, böyle bir programın, ihtiyatlı bir tavrı ön plana çıkarması nedeniyle kısa dönemde ekonomiyi hızlı sayılabilecek bir büyüme yoluna sokamayacağını varsayıyorum. Bunun nedeni, böyle bir programın ekonomiyi canlandırıcı politikaları ne de olsa sınırlayacak olması. Benzer bir durum, bazı farklarla IMF'den bağımsız olarak bir orta dönemli program uygulanması durumunda da geçerlidir. Buna karşılık, bugünkü iktisat politikaları uygulamaları devam ederse ek bir toplumsal maliyet üstlenilmesine gerek olmayacktır. Bu durumda da küresel ekonomi düzelirse Türkiye diğer seçeneklere oranla daha hızlı büyüyebilir. Ancak sorun, küresel kriz derinleşirse ortaya çıkmaktadır. Bu durumda Türkiye ekonomisi çok ciddi bir biçimde daralacaktır.
Şimdi temel soruya dönelim. Elimizdeki bu bilgiler ışığında hangi stratejinin seçilmesi uygun olur? Açık ki küresel ekonomi kötüye gidiyorsa Türkiye için en uygun strateji IMF ile anlaşarak bir orta dönemli program uygulamaktır. Küresel ekonomide pek bir değişiklik olmayacaksa Türkiye için en uygun çözüm, IMF'den bağımsız olarak uygulayacağı bir programdır. Küresel ekonomi düzelecekse Türkiye'nin şu anda uyguladığı politikalara devam etmesi en iyi sonucu verecektir. Bu sonuçları tablodan okumak olanaklı. Ama sorun bunlardan hangisinin olacağını bilmememizden kaynaklanıyor. Yani tercihimizi, "belirsizlik" altında yapmak durumundayız.
Hurwicz Kuralı
2007 yılında Nobel İktisat Ödülü verilen Leonid Hurwicz, 1951 yılında belirsizlik söz konusu olduğunda karar alabilmek için, karar kuramında "Hurwicz Ölçütü" olarak adlandırılan, bir kural önermişti. Hurwicz'in önerdiği ölçütün arkasında yatan düşünce şöyle özetlenebilir: Kişi belirsizlik durumunda karar alabilmek için ortaya çıkabilecek tüm sonuçlara bakmaz. Her seçenek için sadece en iyi ve en kötü durumu ele almakla yetinir. Bu durumlara kendi "iyimserlik derecesine" göre ağırlıklar verir. Her seçenek için bu ağırlıklı sonuçların toplamını hesaplar. Bu, o seçeneğin karar alıcı gözündeki değeridir. Bu durumda Hurwicz Ölçütü şöyle ifade edilebilir:
Değer= [(İyimserlik katsayısı)x(En iyi durum)]+[(1-İyimserlik Katsayısı)x(En kötü durum)]
"Hurwicz Kuralı" da bu değerin en yüksek olduğu seçeneğin seçilmesini öngörmektedir.
Yukarıdaki tablodaki verilere dayanarak Türkiye için strateji belirlemeye çalışan, "karamsar" birisini düşünelim. Genelde kötü bir şeyler olacağından korksun ama "aşırı karamsar" [kötümser] da olmasın. Dolayısıyla onun iyimserlik katsayısını 0.3 gibi alabiliriz. Bu durumda, bu kişi, yukarıdaki tablodaki üç stratejiyi şöyle değerlendirecektir: Tablonun her satırındaki en büyük rakamı 0.3 ile en düşük rakamı 0.7 ile çarpıp toplamını bulur. Bu rakamlar arasında en yüksek değeri veren stratejiyi seçer. Bu hesapları yaptığında şu sonuçlar çıkar:
Strateji I: 0.3x(2)+0.7x(-3)= -1.5
Strateji II: 0.3x(3)+0.7x(-4)= -1.9
Strateji III: 0.3x(4)+0.7x(-5)= -2.3
Bu rakamların en büyüğü -1.5'tir (eksi olduğu için). Dolayısıyla bu kişi, Strateji I'i, yani IMF ile anlaşma yapılarak orta dönemli bir program yapılmasını seçer.
Şimdi de "iyimser" bir karar alıcıyı düşünelim. Onun iyimserlik katsayısı ise 0.7 olsun. Bu durumda onun hesabı aşağıdaki gibi olacaktır:
Strateji I: 0.7x(2)+0.3x(-3)= 0.5
Strateji II: 0.7x(3)+0.3x(-4)= 0.9
Strateji III: 0.7x(4)+0.3x(-5)= -0.3
Bu kişi ise Strateji II'yi, yani IMF ile anlaşma yapılmaksızın bir orta dönemli programın uygulamaya konulmasını seçecektir.
Son olarak da "aşırı iyimser" birisini düşünelim. Bu kişinin iyimserlik katsayısını 0.9 olarak alalım. Bu kişinin hesabı ise aşağıdaki gibi olacaktır.
Strateji I: 0.9x(2)+0.1x(-3)= 1.5
Strateji II: 0.9x(3)+0.1x(-4)= 2.3
Strateji III: 0.9x(4)+0.1x(-5)= 3.1
Bu kişi açısından Strateji III'ü seçmek, yani şimdiki politikalara devam etmek en uygun seçim olacaktır.
Seçeneklerin değerlendirilmesi
Görüldüğü üzere, karar alıcıların küresel ekonomi ve politika seçeneklerinin neyi sağlayıp, neyi sağlayamadığı konularında tam anlaştıklarını varsaysak bile seçtikleri stratejiler çok farklı olabilir. Bunun nedeni de onların, "iyimserlik" adı altında özetlenen, öznel değerlendirmeleri arasındaki farktır. Kişiler arasında böyle bir farkın olması doğal değil mi?
Görebildiğim kadarıyla hükümetin öznel tercihleri uzun süre, yukarıda "aşırı iyimser" olarak adlandırdığım konuma yakındı. Dolayısıyla hükümet, mevcut iktisat politikasını sürdürmeyi tercih eden bir görünüm sergiliyordu. Hükümet, seçim sonrasında tavrını değiştirdi ve yukarıda "iyimser" olarak nitelendirdiğim noktaya yakınlaştı. Orta dönemli program konusu hükümetin gündeminde daha ciddi yer almaya başladı. 2009'un ilk çeyreğindeki daralmanın ilk tahminden daha fazla olması ve yüzde 14,3 ile sanırım, dünya rekorunu kırmış olması, ikinci çeyrekte daralmanın yine ciddi boyutta (yüzde -7) sürmesi hükümetin iyimserliğini daha da törpüler mi? Şu anda kestirmek olanaklı değil.
Üzerinde durulması gereken iki önemli nokta daha var: Bunlardan ilki iyimserlik katsayısını seçme olgusunun içerdiği öznelliğin, keyfilik anlamına gelmediği. İktisat politikası yapımcısı, "Bu sabah keyfim yerinde, o halde stratejimi seçerken iyimser olayım" diye tercih yapamaz. İyimserliğini gerekçelendirmek ve gerekçelerini kamuoyuna açıklamakla yükümlüdür. Bundan sonra, karar alırken iyimserlik katsayısını 0.6 mı 0.8 mi seçeceği, doğal olarak, öznel tercihi olacaktır. Öte yandan, aynı sorumluluk, böyle bir kararı eleştirenler için de geçerlidir. "Can sıkıntısı" iyimserlik katsayısının değerini düşük seçmek için gerekçe olamaz.
İkinci olarak, ekonominin farklı durumlardaki performansına ilişkin tahminlerin örtüşmemesi de (her karar alıcı için yukarıda verilen tabloda yer alan rakamların farklı olması) farklı iktisat politikası seçeneklerinin tercih edilmesine yol açabilir. Bu durumda da her görüş sahibinin, hangi durumda hangi politika seçilirse ekonominin performansının ne olacağına ilişkin, ciddi araştırmalara dayanan, kendi tahminlerini türetmesi ve bunları kamuoyuna açıklaması gerekir. Bu da "bana öyle geliyor ki" diye geçiştirilecek bir konu değildir