10 Kasım 2008
Şimdi biraz arkamıza yaslanıp kendi resmimize bakalım.Biz, sakat çocuklarımızın ellerini kollarını bağlayıp gözlerden ırak ölmelerini bekleyen şanlı bir millet olarak ne alemdeyiz?Kötü niyetli emperyalistler sinsice içimize kadar sızıp o çocukların durumlarını sırf bizi rezil etmek için dünya aleme sergilerken biz neler yapıyoruz?Onurlarına kefil olduğumuz değerli büyüklerimiz vakur ve nadan fakat şefkatli dokunuşlarıyla hayatımızı nasıl ilmek ilmek örüyor?Bugün hep birlikte değerli Genelkurmay Başkanımız, Başbakanımız ve Başbakan yardımcımızın bize yansıyan son mutlu beraberliklerinden bir enstantaneye birazcık bakalım istiyorum.Şu uğursuz günlerimizden birinde bir grup muktedir eşhas, Eğirdir Komando Okulu'nu ziyarete gider. Tanık olduğumuz görüntülerden o gün çocuklar gibi şen, kahramanlar gibi mağrur oldukları anlaşılıyor.Komandoların tatbikatını izleyen büyüklerimiz arasında geçenler, hak etmiyoruz ya, bize kadar yansıdı. Tatbikatın sona ermesiyle fevkalade heyecanlanan Başbakan yardımcısı, eski adalet bakanı Cemil Çiçek coşkusuna gem vuramayarak kendini yere atıp boş mermi kovanlarını toplamaya başlamış.Hikâyenin burasında, bilmeyenlere sorsak, acaba kaç kişi nedenini tahmin edebilirdi?Ergen oğlan çocuğu dünyasının hayatı komancılık olarak gören örgütlenmesinde, büyüklerimizin ne kadar yetişkin olduklarını tahmin etmek güç.Cemil Çiçek, kovanları hatıra olarak saklamak için topluyormuş. Herhalde daha büyüdüğünde arkadaşlarına gösterip gerçek mermilerin patlatıldığı bir ortamda bulunduğunu kanıtlayacak. Daha acısı, bu değerli zatın sonsuza dek korumak istediği hatıra böyle bir gün. O günü unutmak istemiyor. Çocuklarına hediye edecek boş mermi kovanlarını. Ya da kolye yaptırıp boynuna takacak. Boş mermi kovanlarını yerde bırakmaya kıyamıyor.Boş mermi kovanlarının belki de AKP ve ordunun arasının düzelmesindeki katkılarını simgelediğini düşünüyordu. Daha çiçeği burnundayken yazmıştık: 'Cemil Çiçek, AKP'yle ordu arasında gölge arabulucu olarak duruyor. Bu konudaki yeteneği sınırsız. Askerin tepkisini yumuşatma konusunda kıvrak zekâsını kullanarak iş bitiriyor. Geçmişinden de aldığı dersler sonucunda yakın zamana dek fevri, sert çıkışlardan kaçınıyordu. Uyum paketinin hazırlanma sürecinde aslen temsil ettiği tutucu milliyetçilere 8. Maddeyi kaldırıyoruz ama daha iyisi var. 311-312 ne güne duruyor" diyordu.Statüko sözcüsü Çiçek, aslında hiçbir şey değişmesin diye çırpınıyordu. Namlı Dönmezer'le birlikte hazırladığı Ceza İnfaz Yasası'yla bir zamanlar toplum vicdanında ağır yaralar açmış olan Tek Tip Elbise konusunu ısıtıp yeniden gündeme getirmişti. Mahkûmların okudukları kitaplardan duvarlarına asacakları resimlere kadar her şeyi kapsayan bir sıkıdüzen yaratma peşindeydi. 'Sessiz protesto'da bulunanlara bir yıl gecikmeli tahliye de onun katkılarından.İşkencenin kökünü kazımaya yemin eden Bakanımız, birkaç yıl önce 1980 darbesinden hemen sonra gözaltında işkenceyle öldürülen öğretmen Cengiz Aksakal'ın biri üstteğmen diğeri assubay olan işkencecilerine verilmiş olan 2 yıl 1'er aylık cezayı bozmak ve hükümlülerin yeniden yargılanmasını sağlamak amacıyla yazılı emirle başvuruda bulunmuştu. Yargıtaysa reddetmişti. Kabul etseydi, dava uzayacak, ceza 25 yıllık zamanaşımından ortadan kalkacaktı. Üstelik bu yazılı emri verdiği günlerde memleketimizde Manisalı gençlere işkence davası tartışılıyordu. Çok özel koşullarda başvurulan yazılı emir hakkını Çiçek daha önce de Susurluk mahkûmu emekli yarbay Korkut Eken lehine kullanmış, o zaman da Yargıtay tarafından reddedilmişti."Ermeni Konferansı"nı düzenleyenleri vatan hainliğiyle, 'arkadan hançerlemekle' suçlayan Çiçek, böylece varlık nedenini bir kez daha açık etmiş; vatandaşlarını vatanseverler ve vatan hainleri; bizden ve onlardan olarak ikiye ayırıvermişti. Apoleti içerden teyelli bir Adalet Bakanı olarak memleketin koskoca bir kışla olarak çizilmiş resminikafamıza kakıp durmuştu.
Bu, meraklısı için malumat köşesinden hikâyemize dönelim.Çiçek, mermi kovanlarını ceplerine tıkıştırıyor. Bunun üstüne nüktedanlığını savaş alanlarına saklayan, askerlerini koruyamayıp şehit gönderdikçe asabı bozulup hepimize vatanseverlik dersleri veren genel paşamız, sevgili hamimiz İlker Başbuğ, fırsatı kaçırır mı? Lafı gediğine oturtuvermiş: "Aman dikkat edin. Ergenekon'dan içeri alınırsınız."Yazının burasında bütün okurların diken diken olmuş tüylerini yakındakilere göstermesini bekliyorum. Bu ne cevval bir paşadır. Haşmetli ve üstüne üstlük nekre. Göğsünü gererek Ergenekon'u Cumhuriyet ve orduyu yıpratmak için şişirilmiş bir balon olarak sessizce gömmeye çalışanların yüreklerine bir matara su serpmekle çok yerinde bir iş yapmış oluyor. Pekiyi Ergenekon, berbat bir şaka mıydı paşam? Katillerden, katliamcılardan, suikastlarını gururla skorlandıran vatan şereflilerinden hiç mi gocunmazsınız?Yanınıza alıp tatbikat izlettiğiniz başbakan ve akil dostunun sırtlarını yere getirmiş olduğunuzu aleme faş etmenin daha kibar bir yolu yok muydu?O tatbikatte Başbakan, televizyonda gözlerimle gördüm, askerlere "Korku var mı, korku?" diye soruyordu. Biz bu sentaksı iyi tanırız. Sonra da ekliyordu: "Korkuyu korkuttunuz mu?
Ordusunun suyundan giderek Baykal ve bütün ulusalcıların yegâne müttefiklerini kollarından alan ve kendi tarihinin en büyük siyasi manevrasını yapmış bulunan Başbakan'ın bir süredir ordusundan başka kimseye borcu kalmamanın verdiği rahatlıkla esip savurduğunu görüyoruz. O gün, o tatbikat seyrinde de fasulyeden komutan rolüne bürünmüştü; "Korku var mı, korku?""Hayır komutanım!"
Pompalı vatandaşına sunduğu empati paketi birçoklarını şaşırttı. Hatta en yakınlarının sitemlerine maruz kaldı. Düşkırıklığına uğrayanlar yiğit Başbakan'ın bu konuda hep aynı çizgide olduğunu hatırlamaktan kaçınanlar elbet.
Yoksa daha birkaç yıl önce, Trabzon'daki linç girişimi sonrası demecini unutmuş olamazlar: "Özgürlükler ve demokrasi kimsenin kötüye kullanamayacakları kadar yüce ve evrensel değerlerdir. Trabzon'da olan olaylarda, tabii ki halkımızın hassasiyeti çok ama çok önemli. Halkımızın bu hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak herkes kendi tavrını belirlemelidir ve halkımızın bu milli hassasiyetlerine dokunulduğu zaman, şüphesiz ki bunun tepkisi farklı olacaktır" diye başlayan demecini. Özgürlükleri ve demokrasiyi kötüye kullandığı söylenen taraf, linçten kurtarılan gençlerdi. Onlar bildiri dağıtma hakkını kullanarak bu affedilmez suçu işlemişti anlaşılan. Oysa bildiri dağıtmak, suç değildir. İçeriğinde suç unsuru taşıyan bir şey varsa savcı soruşturma yürütür ve dava açar. Halkımın hassasiyetine dokunursan işte böyle olursun, anlamına gelen gözdağı yeterince açıktı. "Hapishanelerde neler oluyor, bilmek hakkımız.", "Tecritte ölüme son" diye slogan atarak bildiri dağıtan bu beş gencin bayrak yaktıkları, Öcalan posteri açtıkları yalanıyla karşımıza çıkan Trabzon Emniyet Müdürü, oynadığı oyunun farkında olmayabilirdi. Lâkin bu memleketin başbakanı, linççi halkının sırtını sıvazlarken olası katliamların yolunu açtığını düşünmüyordu besbelli.
Hikayemize dönelim. Başbuğ'un Ergenekon davası sürecine açık müdahale olarak adlandırılabilecek bu harika esprisi basına yansıyınca Cemil Çiçek'in morali bozuldu. Gururu incindi: "Ben de bu şakaya iyi bir cevap verdim, söz konusu haberi medyaya sızdıranların bunu da anlatması gerekirdi" deyiverdi.O kadar da uzun boylu değil. Altta kalmamıştı. Şamar oğlanı da değildi. Kim bilir o da ne göbek çatlatan bir espri patlatmıştı. Ama gururlu bir ergen olarak onu burada açıklayacak değildi.
Hikâyemiz burada sona eriyor. En büyüklerimiz silahların başında tatlı tatlı cilveleşiyor.
Şaşkınlıktan kocaman bir şakaya dönüşmüş olan millet, yakın zamana kadar kendine benzettiği Başbakanından umudu kesiyor gibi.
Vanlılar, geçen gün 44 kurban kesip davul zurna ve halaylar eşliğinde Obama'yı kutlamış. Ellerindeki pankartlardan biri karşısında uzun uzun durakaldım: "Obama, İçimizden birisin!"