30 Temmuz 2008Radikal Gazetesi
Toplumun biraz mürekkep yalamış bir kesiminde insanı çileden çıkaran bir masumiyet oyununa tanık oluyoruz. Televizyon kanalları Ergenekon davasından hiçbir şey anlamadığından içtenlikle yakınan insanlardan geçilmiyor. Geçen gün Kırık Kalplerin Oya Ablası, 'Bizim gibi kültürlü insanlar bir şey anlamıyorsa, halk nasıl anlasın' diye sızlanıyordu sözgelimi. Bu hiçbir şeyden anlamayan, gıllıgışlı işlerle işi olmayan mazbut vatandaşın Cumhuriyet ideolojisinin ideal vatandaşı olduğunu biliyoruz. Hem Ergenekon iddianamesi çok uzun. Kim okuyacak 2500 sayfayı? Pascal Bruckner, 'Masumiyetin Ayartıcılığı' adlı kitabında, masumiyeti, "özgürlüğün sıkıntılarından hiçbirine katlanmadan nimetlerinden yararlanmaya kalkışmak" olarak tanımlıyor. Çocuksuluk ve kurbanlaşma olarak iki yönde geliştiğini söylüyor bu masumiyetin. Biri, 'çocukluk yılları cahilliğinin ve tasasızlığının parodisi' diğeriyse 'kendi kendini kurban ilan etme.' Popüler meydanda samimiyetin çarpıtılmış tanımıyla sakız şaklatan bir arsızlık eşliğinde sunulan ve neredeyse bütün milletin ilgisini çeken bir gösteri olarak böyle bir masumiyet resmiyle yakından tanışıyoruz. Burada bayağılıkla samimiyetin, masumiyetle umursamazlığın kalkanına sığınmış cehaletin artık birbirinden ayırt edilemezleşmişliğini görmek mümkün. En ufak bir hassasiyet, bir ciddiyet talebi karşısında hırçın bir alaycılıkla kullanılıveren 'enteller' küfrü de bu yaygın çocuksuluk dilinin bir yansıması işte. Söz konusu ettiğimiz masumiyet, talepkâr ve elbette işgalci. Bruckner'in işaret ettiği gibi; "(çocuksuluğun) Böylesine dayatmacı olması, yaşamlarımızın bütününe damgasını vurması, toplumlarımızda onu sürekli üretip besleyen iki nesnel bağlaşığı bulunmasındandır...her ikisi de sürekli sürpriz ve sınırsız doyum ilkesine dayalı tüketim korumacılığı (consumerisme) ve eğlencedir." Bu topraklarda Otorite'nin halkına yakıştırdığı da yarım akıllı çocukluktur. Anlamayacağı konulara karışmayan, bütün hayatını ve haklarını devletinin şefkatli ellerine teslim etmiş, geniş, pederşahi bir aile. Bunun belki en kaba göstergelerinden biri 'muhbir vatandaşlık' kurumudur. Yaramazlık yapanın aile büyüğüne şikâyet edilmesinin anlaşılmayacak bir yanı yoktur sonuçta. Öte yandan kendisinden saklanan kimi gerçeklerin asla resmiyet, dolayısıyla meşruiyet kazanmamış olması da garanti altına alınır. Gerçeklik, çocukluktaki gibi bir tevatür tadı kazanır. İyi vatandaş, vergisini veren, komşusundan çok devletine inanan, hiçbir şey bilmeyen ve bilmediğinden sıkıntı duymayan tuhaf bir yeniyetme müsveddesidir. Zamanı geldiğinde, dünya tarafından sıkıştırıldığımızda patlatılıveren o havai fişeğini de unutmamalı: Bu toplum kimi şeylere hazır değildir. Hazır olduğumuzda bize bildirilecektir. Dolayısıyla bir kez daha özetlemeli: Dünyalı bir yetişkin olma hevesiyle yola çıkmış, iki adım ilerleyemeden azar arsızı olmuş, giderek büyümeyi reddetmesinden bir kimlik serüveni yaratmaya çalışan bir toplum. Asırlardır halka ehliyetsiz çocuk muamelesi eden, bu arada denetimsiz bir çocuk zorbalığına yazılmış bir Otorite. Kısacası bu toprakların insanı olmak tepeden tırnağa ebedi bir çocukluk hali. Düşmanlarımız 'enfantil' der buna. Durumun sevilesi, gıdısı koklanıp mest olunası bir çocuklukla ilgisi yok yazık ki. Bu, eni konu ele gelir, hatta hafif azman, beter bir eğitim sonucu bilmişlik taslayan, sevimsizliğiyle insana kök söktüren bir çocuk. Arada büyük taklidi abuk sabuk laflar edip aklı sıra etrafı yetişkin olduğuna inandıracak. Ama makyajı fazla kaçırdı mı şamarı yiyor. Ana babasının haklı gururu. Küçük itirazHürriyet gazetesinde Veli Küçük'ün kızından haber vardı. Avukat Zeynep Küçük, iddianamenin açıklanmasından sonra babasının verdiği tepkiyi şöyle özetlemiş: "Kızım nedir bu böyle? Bunları ne zaman, kiminle yapmışım? Duyduklarıma inanamıyorum. Tanımadığım insanlarla aynı örgütün yöneticisi olarak görünüyorum. Ben, yıllardır devletin koruması altındayım. Sürekli iki koruma ile dolaşıyorum. Onlardan gizli saklı ne yapabilirim? Yıllarca yasadışı terör örgütleriyle mücadele etmiş birisi olarak adımın PKK ile, Hizbullah ile birlikte anılması, onlarla dostluk-ortaklık içinde gösterilmem bana çok ağır geliyor." Şimdi bu sözleri okuyup, 'E, adam haklı valla. Koskoca paşa, nasıl da incinmiş' diyecek çok insan olduğunu biliyor Veli Küçük. Bu toplumun masumiyet kisvesine oynuyor. Sergilediği masumiyet gösterisinin alkışlarla karşılanabileceğini umuyor. Devletin koruması altında, son derece kırılgan, saldırılara açık, kahramanlığının bedeli olarak şer güçlerin hedefine oturtulmuş olduğunu söylüyor. Veli Küçük'ün adı her zaman her kanlı taşın altından çıkıyordu oysa. Masumların; iddianame karşısında şaşkınlığa kapılma pozu verenlerin bu memlekette onlarca yıldır hiçbir felaket üstüne hiçbir şey okumayıp, olan biteni tanrılarına havale ettikleri anlaşılıyor. Son olarak muhteremin adını Hrant'ın katli dolaylarında yine sıkça işitmiştik oysa. Veli Küçük ve çevresinden gelen tehditlerin boyutunu, Hrant Dink'in kardeşi Orhan Dink de, son derece net cümlelerle şöyle anlatıyordu: "Ağabeyim, 'Küçük mahkemeye geldi ve huzurumuz kalmadı ' dedi. Bu ülkenin demokrasi tarihini bilen insanlarız. Küçük'ün ne demek olduğunu da biliriz, Kerinçsiz grubunun da. Ağabeyim, 'Adres gösteriliyorum' diyordu. En ciddiye aldığı grup da Küçük'ün grubuydu. Küçük'ten doğrudan e-mail ya da telefon yoluyla tehdit gelmiş değil. Kendini devlet sanan kişilerin bu tür hatalar yapacağını düşünmek mümkün değil. Şu net ki; iki grup üzerine yoğunlaşıyordu: Küçük ve Kerinçsiz. Kimin kimi organize ettiğini bilmemiz mümkün değil. Ama Küçük ortaya çıktığında işin ciddiyetini anladık. Küçük'ten sonra kurşun gelebilirdi ve geldi." Hrant'a Bursa'dan gönderilen tehdit mektubunun altında, tesadüf bu ya, 'Ahmet Demir' imzası vardı. Ahmet Demir'in, Yeşil'in sahte adlarından biri olduğu biliniyor. Veli Küçük'ün görevde olduğu sırada, devlet, mafya, siyaset üçgeninin kilit ismi ülkücü Abdullah Çatlı ile son telefon görüşmelerinden birini yaptığı savcılık incelemeleri sırasında belirlendi. Fakat Küçük, ne TBMM Susurluk Komisyonu'nca çağrıldı, ne de hakkında adli bir soruşturma açılabildi. TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Üyesi, eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar, anlatıyor: "Veli Küçük'ün dinlenmesi yönünde komisyonun aldığı karar, Necmettin Erbakan, Tansu Çiller ve diğer kaynakların Komisyon Başkanı Mehmet Elkatmış'a baskı yaparak, tekriri müzakere vererek vazgeçirmesi neticesinde komisyona gelmedi. Küçük için komisyonda verilen ifadelerde; bir ay içinde defalarca Çatlı, Drej Ali ve en az 34 defa Sami Hoştan ile konuştuğu belirtiliyor... Kocaeli, Sakarya, Düzce üçgeninde öldürülenlerle ilgili Küçük'ün bilgi sahibi olduğu biliniyor."Bednamların şahı Yeşil'in kullandığı cep telefonunun sahibi olduğu da ortaya çıkmıştı, şimdi kızına hakkı yenmiş şaşkın bir baba resmi çizenin. Küçük, Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanı olduğu sırada bu bölgede kullanıldığı tespit edilen bu telefondan, öldürülen Ömer Lütfü Topal'ın kumarhanelerinin de defalarca arandığı belirlenmişti. Telefonun Kocaeli'nde kullanıldığı dönemde, 'Adapazarı-İzmit-Sapanca' üçgenindeki Kürt işadamlarına yönelik suikastlar meydana gelmişti. Küçük'ün görev yaptığı bu dönemde mafyacılarla sıkı ilişkilere girdiği, tetikçi Doğan Erşahin'in de jandarmanın elinden kaçırıldığı resmi raporlara yansıyan bilgiler arasında. Küçük hakkında yıllardır bu bilgilere sahibiz. Jitem'in kurucusu olduğunu, Jitem'in Hizbullah'la ilişkisi olduğunu, Cem Ersever'in öldürülüşünde Küçük'ün tetikçisi Yeşil'in yegâne şüpheli olduğunu. Masum kardeşler. Sahi neden bu kadar şaşkınsınız?