Siviller de sivilleşmeli

-
Aa
+
a
a
a

20 Haziran 2008Agos Gazetesi

Bugün Ermeni cemaatinin en önemli meselesi, siyasi açıdan bakıldığında, muhakkak ki devlet tarafından el konmuş vakıf mallarının iadesi. Ancak Osmanlı'daki algılamaya dönersek, bu, 'geniş siyaset'in konusu; yani devletle cemaat arasındaki kamusal alanın nasıl düzenlendiğiyle ilişkili bir mesele. Oysa bir de 'dar siyasetle' ilgili sorunumuz var: Söz konusu malları nasıl yönettiğimiz, cemaatin içindeki kamusal alanın hangi ilkeler üzerine oturtulacağı gibi… Sivilleşme arzusu ve çağrıları gerçekte her iki alanla da bağlantılı, ama asıl olarak vakıf yönetimlerinin tüm cemaatin ihtiyaçlarını göz önüne alan bir perspektif içinde yürütülmesi ile ilgili kaygıları gündeme getiriyor. Burada biri teknik, diğeri siyasi veya ideolojik, iki ölçütten söz edilebilir. Birincisi, vakıf yönetimlerinin, yapılan işin türü üzerinde bilgi sahibi olan, bu alanda deneyim kazanan kişilerce yönetilmesidir. Bir okul, hastane veya çocuk yurdunun genel işletme açısından ortak yönleri olsa da, her birinin kendine has bir yönetimsel bilgi dağarcığı var. Bugün bunun dikkate alınmaya başladığı ve her vakıfta yeterli uzmanlık bilgisinin bulunduğu öne sürülebilir. Dolayısıyla, zaten sivillerin yönetimi altındaki vakıfların gerçek ihtiyacının teknik düzeyde değil zihniyet düzeyinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sivilleşme dendiğinde çoğu insan doğrudan Patrikliğin hareket alanının daraltılmasını, dünyevi alandaki yönlendirme yetkisini sivillerden oluşan bir kurulla paylaşmasını anlamakta. Yaşadığımız dünyanın karmaşıklığı ve gerçek meşruiyetin ancak katılımcı bir karar mekanizması içinde oluşacağı düşünüldüğünde, bunun haklılık payı yüksek. Ama herhalde asıl rahatsızlık veren, yönetimin 'kişileşme' biçimi değil, nasıl bir zihniyet gütmekte olduğu. Diğer bir deyişle, eğer Patriklik makamı demokrat bir zihniyette olsaydı, muhtemelen şimdiye kadar çok daha katılımcı ve paylaşmacı bir seçenek denenmiş ve sivilleşme yönünde yol alınmış olurdu. Bu noktada biz sivillerin kendimize sormamız gereken bir soruyla karşılaşıyoruz: Patriklik makamının daha sivil ve demokrat olmasını talep eden bizler, acaba bu nitelikleri ne kadar taşıyoruz? Vakıf yönetimlerine geri dönersek, bu kurumların başında sivil yöneticiler bulunsa da, acaba söz konusu yönetimler kendi kurumlarına yaklaşımlarında ve genelde diğer kurumlara bakışlarında ne kadar sivil ve demokratlar? Bu sorular, görevlerini özveriyle yüklenmiş olan fedakâr cemaat üyelerinin 'sivil ve demokrat' olmadığını ima etmek üzere değil, ihtiyacımız olan şeyin sadece Patriklik makamının demokratlaşması olmadığını, bizzat kendi içimizde de 'siviller' olarak daha demokrat bir perspektif geliştirmemiz gerektiğini vurgulamak için soruldu. Söz konusu demokrat tutumun iki yönü var. Birincisi, yönetilmekte olan kurumların iç yapılanmasıyla ilişkili. Yöneticilerin yönetilenlerin sesini duydukları, dikkate aldıkları ve karşılıklı konuşmaya yatkın oldukları bir yapı gerekiyor. Bu, meselenin ilk adımı… Bunun ötesinde, kurumla ilgili uzun vadeli stratejik kararların olabildiğince katılımcı bir biçimde alınarak yeni nesillerin yönetime eklemlenmesinin sağlanması, alınan kararların, uygulama düzeyinde delegasyon yoluyla kurumun kılcal damarlarına kadar sokulabilmesi ve ortak bir sahiplenme duygusunun yaratılabilmesi var. Bunun kadar önemli ikinci yön ise diğer kurumları nasıl algıladığımız, onlarla nasıl ilişki kurduğumuzla bağlantılı. Çünkü açıktır ki bu küçülmüş cemaatin geleceği sadece tek tek vakıfların yaşatılabilmesiyle değil, kendimizi bir 'bütünlük' olarak geleceğe taşıyabilmemizle mümkün. Bu da, kendi kurumumuzla ilgili 'bencil' bakışların aşılmasını ve tüm cemaati kucaklayan bir ortak yaklaşım geliştirilmesini gerektiriyor. Patriklik makamında bu bakışın olmadığını söylemek mümkün değil, ama oradaki sıkıntı, söz konusu sahiplenmenin epeyce otoriter ve ataerkil bir ilişki biçimi yaratmasıyla ilgili. Buna karşı çıkarken kendi kuracağımız ilişki türünün özde farklı olacağını, toplumu yetki ve sorumlulukların paydaşı yaparken cemaati de dışa açacağını göstermek zorundayız…