1 Haziran 2008Gazetem.net
Herhalde hiçbir ülkede yargının doğrudan darbe sürecini yönettiği, bir siyasi aktör gibi tartışmalara katıldığı ve açıkça bir partinin kapatılması ve yasal reformların engellenmesi yönünde ağırlık koyduğu görülmemiştir. Siyasi kültürü olgunlaşmamış ülkelerde bu iş genellikle askerlere düşer ve sivil bürokrasi ona destek verir. Aslında Türkiye'de de durum buydu... Nitekim AKP iktidarına ve AKP'li bir cumhurbaşkanına yol açması muhtemel olan 2007 seçimlerinin yapılmaması için esas gayret de askerden gelmiş, Anayasa Mahkemesi ise askeri yetkililerle ilişkili olduğu tahmin edilen bir dayanışma mekanizması içinde hukuka ve teamüllere aykırı olarak meşhur 367 kararını vermişti. Ne var ki askerin o dönemde internet sitesinde yayımladığı 27 Nisan bildirisi toplumun farklı kesimleri tarafından o denli eleştirildi ki, darbecilik hevesi açısından pek de temiz bir geçmişe sahip olmayan silahlı kuvvetlerin toplumsal meşruiyeti büyük hasar gördü. Toplum ordunun siyasi alandaki girişimlerinin eleştirilmesini doğal ve normal karşılamaya başladı... Böylece askerin 'sütre' gerisine çekildiği bir sürece girdik. Bu durum askerin doğal partneri olan yargının öne çıkmasını ve aktörleşmesini getirdi. İlk bakışta darbe savunucuları açısından bu gayet akılcı bir tercihti, çünkü yargı kuvvetler ayrılığı ilkesi uyarınca bağımsız bir 'demokrasi gücüydü'. Askerin yürütmenin parçası ve sivil siyasetin denetiminde olmasına karşın, yargı hiçbir denetime tabi olmayan ve 'hukuk' adına siyasetin üzerinden konuşan bir hakemlik müessesesiydi. Dolayısıyla AKP'nin kapatılması ve AB sürecinin durdurulmasını hedefleyen darbe girişiminin de yargının emin ellerine teslim edilmesi hiç şaşırtıcı olmadı. Nitekim bir süre sonra AKP'nin kapatılma davası açıldı ve bu arada CHP de beklendiği üzere başörtüsü yasağını kaldıran anayasa değişikliklerinin iptalini istedi. Beklenen gelişme Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliklerini laikliğe aykırı bularak iptal etmesi, bu değişiklikleri savunan AKP'yi de laikliğe karşı odak olduğu için kapatmasıydı. Gerçi demokratların eleştirileri durmak bilmiyordu ama darbe süreci 'pürüzsüz' bir yola girmiş gözüküyordu. Derken Anayasa Mahkemesi raportörünün anayasa değişiklikleri ile ilgili raporu geldi ve tablo hızla değişti. Çünkü bu rapor önerilen değişikliklerin iptal edilemeyeceğini hukuki temellere dayanarak ortaya koymaktaydı. Hafta içinde Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın alınacak kararın "demokrasiyi güçlendireceği" mesajı da gelince bir aciliyet havası oluştu. Eğer bir an önce bir şeyler yapılmazsa 'mazallah' darbe suya düşebilirdi! Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun, ardından da Danıştay Başkanlar Kurulu ve nihayet Üniversiteler Arası Kurul'un bildirilerinin siyasi anlamı budur... Türkiye'de ulusalcılık denen içe kapanmacı, pozitivist ve modernist akım, tam da faşizme göz kırptığı bir dönemde, anlaşılan bürokratik eliti de avucuna almış durumda. Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun bildirisi yasamanın anayasa değişikliği girişiminin engellenmesi, başörtüsü yasağının ne pahasına olursa olsun devam etmesi gerektiğini söylüyor. Dahası Anayasa Mahkemesi'nin elindeki davaların nasıl sonuçlanması gerektiğini de ima ediyor. Görülüyor ki yargının herhangi bir 'bağımsızlık' sorunu yok: Yargı istediği anda canının istediği gibi siyasete ve yargıya müdahale edebiliyor ve başına da hiçbir şey gelmiyor! Bu cüretin dayanağı ise Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddeleri... Yargı kendisini bu maddelerin koruyucusu olarak görmekte ve anayasa ne denli değişirse değişsin bu maddeler aynen kalacağına göre, kendisinin de siyasetin üzerinde bir siyasi 'söze' sahip olduğunu düşünmekte. Ne var ki bu anlayış toplumsal değişim, talep ve tercihleri tümüyle göz ardı eden, toplumu resmi ideoloji doğrultusunda 'ehlileştirmeyi' cumhuriyet olmak zanneden, demokrasi karşıtı bağnaz bir zihniyeti ifade etmekte. Görülüyor ki, bu ülkenin bürokratik eliti kendi imtiyazlarını kaybetmek istemediği ölçüde totaliter bir rejim hevesi taşımakta ve bunu da resmi ideoloji ile meşrulaştırmaktadır. Tarafsızlığı bilmeyen ve siyasallaşmış bir yargıyla da zaten ancak böyle bir cumhuriyet olunuyor... Eğer bir 'darbe' olacaksa bunun bürokrasiyi yeniden inşa eden bir reform olması gerektiği herhalde artık açık...