27 Mayıs 2008Taraf Gazetesi
Bu topraklar cumhuriyet rejimi ilan edildiğinden beri hiç yaşamadığı bir kırılma ile karşı karşıya. Tek parti döneminin anlayışını yansıtarak, resmî ideoloji ile beslenerek ve darbelerle tahkim edilerek günümüze kadar gelmiş olan bürokratik vesayet artık taşınamaz hale gelmiş durumda. Askerî bürokrasinin yanına yargıyı da alarak bir tür perde arkası yasama ve yürütme işlevi gördüğü ülkemizde, cumhuriyet rejiminin bir türlü demokrasiyi içselleştirememesinin maliyeti doğal olarak bu kurumların sırtına yükleniyor. Dolayısıyla 'olması gereken' cumhuriyet rejimi açısından bakıldığında söz konusu kurumların giderek bir meşruiyet sorunları var. Sorun tabii ki bu kurumların var olmalarıyla ya da yapmaları gereken asli işlevlerinin niteliği ile ilgili değil. Sorun bu kurumların 'var olmayı' bazı ideolojik işlevlere dayandırmaları ve asli görevlerini bu çerçeve içinde ifa etmeleri. Diğer bir deyişle Türkiye'de asker ve yargı demokratik cumhuriyet rejimlerinin çizdiği kurumsal tutum ve işlevleri yapma görevine razı gözükmüyorlar. Hatta tam aksine bu tutum ve işlevleri kendilerine göre yorumlayarak totaliter bir rejimin ima edeceği tarzda kullanıyorlar. Bunu yapmanın meşruiyeti ise Cumhuriyet'in ve ilkelerinin korunmasına dayandırılıyor... Ne var ki böyle bir yaklaşım bizzat Cumhuriyet'in gayri demokratik niteliğinin ısrarla savunulmasından başka bir şey ifade etmiyor ve söz konusu kurumlar da gayri demokratik bir konumu kendi 'öz' nitelikleri olarak sunmaktan gocunmuyorlar. Oysa dünya artık epeyce farklı bir noktada ve gayri demokratik olan hiçbir şeyin meşru görülmesi pek mümkün değil. Böylece asker ve yargı, sırf kendi tutumları ve yaptıkları nedeniyle bir meşruiyet sorunu üretmiş durumdalar. Öte yandan toplumsal açıdan meşru görülmeyen bir davranışın siyaseti etkilemesi ve kalıcı bir başarı kazanması da olanaksız. O nedenle bugün yürütülmeye çalışılan darbe süreci bir çaresizliği yansıtmakta... Darbeyi becermek toplumsal onayı, bu ise toplumsal meşruiyeti gerektiriyor. Oysa darbeyi yürütmeye yönelik her adım bu meşruiyetin temelini daha da tırpanlıyor.Sonuç olarak bugün yargı nasıl kurtulacağını bilemediği bir girdabın içinde yuvarlanmakta. Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun doğrudan kendisine zarar veren bildirisi, yargı mekanizmasının bütününü de rahatsız etmiş oldu. Çünkü bu bir 'cemaat'... Ve zaman dayanışma zamanı... Dolayısıyla Danıştay'dan da bir destek atımı geldi. Ama bu çıkış, yargının girdap içindeki savrulmasını hızlandırmaktan öte bir işlev kazanmadı. Açıklamanın mantıksal temeli yargının Cumhuriyet'i ve onun Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerinde yerleşik ilkelerini koruma görevine sahip olduğu. Gerçekten da yasalar böyle diyor... Ancak aynı yargı evrensel hukuk kurallarıyla da bağlı. Yargının cumhuriyet rejimini bir hukuk devletine mi, yoksa bürokratik bir oligarşiye doğru mu götüreceği ise kendi zihniyetiyle bağlantılı. Görünen o ki tüm şikâyetlerine karşın, yargının bir bağımsızlık sorunu yok, çünkü istedikleri gibi bildiri yayınlamak bir yana, bununla doğrudan hem siyasete hem de yürümekte olan yargı süreçlerine müdahale edebiliyorlar. Demek ki hukuk devleti ile bürokratik oligarşi arasındaki tercih esas olarak yargının kendisini, toplumu ve cumhuriyeti nasıl algıladığı ile ilgili bir mesele. Cumhuriyet'i koruma gerekçesi altında yasama ve yürütmeye siyasi 'norm' koyan, dolayısıyla kuvvetler ayrılığını ihlal eden ve bunu resmî ideolojinin nüfuzuna dayandıran bir yargının hukuk devleti ile tabii ki hiçbir ilişkisi olamaz.Hazin olan, yargının demokratik bir sistemin gereklerini, evrensel hukukun ilkelerini kavramamış olması ve kendi varlığının gerekçesini hiç de demokratik olmayan bir cumhuriyet anlayışında ararken Cumhuriyet'i de hukuk devleti çerçevesinin dışına itelemesidir. Öte yandan yaşadığımız darbe süreci, yargının da kendisini tanıması için bir fırsattır... Çünkü darbenin çaresizliği giderek yargının çaresizliğine dönüşürken, muhtemelen bu kurumun içinden de birçokları artık ideolojik bağnazlığın sözcüsü olan ve meşruiyet zemini kayan bir yargının parçası olmak istemeyeceklerdir.