Hukuk mukuk dinlemezler

-
Aa
+
a
a
a

3 Aralık 2007Radikal Gazetesi

Kendinizi emniyette hissediyor musunuz? Bir vatandaş olarak, toplumsal bir varlık olarak hayatınızın, haklarınızın güvence altında olduğunu bilmenin huzuru içinde kendiniz ve yakınlarınız için kaygılanmadan geçirebildiğiniz bir gün oluyor mu? Yoksa yüce Türk milletinin bir ferdi olarak size sunulan yoksul aşı gurura kaşık sallayıp korkulardan örülü bir varoluşu sürüklediğinizin farkında mısınız? Elbette, bu yönelttiğim soru tamamıyla retorik. Hele şu zifiri karanlık günlerde. Yüce Türk adaletinin durumu üstüne yakın zamanda yayımlanan bir çalışmanın sonuçları: Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi'nden araştırmacı Mithat Sancar ve asistanı Eylem Ümit'in hazırladığı 'Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları' raporunu açıkladı. Çalışma, 51 hâkim ve savcıyla yüz yüze mülakat şeklinde gerçekleştirilmiş. İsmail Saymaz, sonuçları gazetemizde kapsamlı bir şekilde özetlemişti. Bir kez daha birlikte bakmamızda yarar var. 32 hâkim ve savcıya göre adalet, yurttaş, toplumsal barış, devlet, demokrasi gibi kavramlar yargılama sırasında karşı karşıya gelebilir. 26'sına göre insan hakları devlet açısından tehdit oluşturabilir. 19'una göre devlete karşı işlenmiş suçlarla devlet görevlileri tarafından işlenmiş suçlara karşı yaklaşımda farklılık var. 14'ü bunun böyle olması gerektiğini savunuyor. 27'si karar verirken temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmaları göz önüne almıyor. 33'ü AİHM'nin Türkiye hakkında verdiği kararları basından izliyor. 25'i AİHM kararlarından dolayı yargılamanın yenilenmesini olumsuz buluyor. 32'sine göre AİHM kararları Türkiye'ye karşı önyargılı. Sekizi 301. maddenin kaldırılmasını, 13'ü kalmasını istiyor. 30'una göre AB uyum yasaları çerçevesindeki düzenlemeler insan hakları gelişimi açısından olumlu. 13'ü yenilikleri ülke koşullarına uygun bulmuyor. 17'sine göre AB sürecinde milli değerler korunmalı. 34'ü yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu vurguluyor. Yapılan mülakatlar sırasında fevkalâde sarsıcı kimi cümleler sarf edilmiş. Yargının başındakilerin de yurttan sesler korosundan farklı bir repertuvarı olmadığını görmek tüyler ürpertici elbet: Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem. Devletim olmadıktan sonra bireysel özgürlüğüm işe yaramaz. Devletin nesini koruyacaksınız? Devletten önce yurttaşı koruyun. Biz biraz Yargıtaycıyız. (Milletlerarası anlaşmalar) Valla bu sistemimize müdahaledir yani. (AİHM kararları) Çok çirkin buluyorum. Eğer beğenilmeyecek bir yargı kuralı ihlali varsa biz değiştirelim, AİHM talimat vermesin. (Failin kimliği) Bavul ticareti için ülkemizde bulunan yabancı bir kadına tecavüz edilmişti. Heyetteki üyelerden biri 'Ne yapalım, onlar da bizim kadınlarımıza Kosova'da tecavüz ettiler' demişti. Çok şaşırmıştım. (Devlet görevlisi sanığa anlayışlı davranma) Öyle bir eğilim var. Biz vatan millet sakarya diye yetiştirilmişiz. Halbuki bireyin merkez olduğu bir toplum daha müreffeh olur. Polis tabii vurur Mithat Sancar, araştırma sonuçlarını yorumlarken şunları söylüyor: "Yargıç belli bir ön anlayışa sahip ve ön anlayış ön kararı da cisimleştiriyor. İki türlü ön anlayış var. Birincisi genel ön anlayış ki hepimizin sahip olduğu ideolojiye yargıçlar da sahip. İkincisi spesifik ön anlayış. Örneğin devlete karşı işlenmiş suçlarda yargıcın bir önyargısı var. İç denetimle engellenecek bir durum değil... Yargının eleştirilmesi zor. Yine Yargının kendi koyduğu bunu engelleyen kurallar var. Ayrıca Yargının kuşatıldığı kutsallık halesi, 'Şeriatın kestiği parmak acımaz' gibi kemikleşmiş algılar var." Yargıç Beyhan Güler dünkü Radikal İki'deki 'Öç, üçüncü göz ve adalet' adlı mükemmel yazısında yargıcın üçüncü kişi olabilmesinin hayati zorunluluğunu vurguladıktan sonra "Sadece, her türlü önyargıyı, siyasal bakışı özellikle de yargılamanın öznelerine ait kimlikler üzerinden politika üreten yaklaşımları bir yana bırakarak, adaletin dilini konuşmayı başarabilen yargıçlar, şiddetin dilini konuşan otoritelerin egemenliğini sonlandırabilir. Zira adaletin adaletten başka hiçbir sorunu yoktur, hatta kimlik, inanç veya siyaset sorunu da. Çünkü adalet de tıpkı Tevfik Fikret'in yıllar öncesinden seslendiği gibi "Milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-i zamen" (milletim insan türüdür, vatanım yeryüzü) diyor ve bu derin sesi duyup çığlığa çevirebilecek olanlarsa yalnızca yargıçlardır. Tam da şimdi, siyasetin rüzgârı nereden eserse essin, tek kaygısı adalet olan, biçilmiş başka hiçbir görevi kabul etmeyen çığlıklara kuvvetle ihtiyaç duyuyoruz, çünkü doğru sesi gürültüden ayırmanın tek yolu budur" diyor. Oysa uzun zamandır siyasetin yargı üzerinden yapıldığını inkâr etmek ne mümkün. AKP'nin laisizme tehdit oluşturabileceği kaygısına karşı bir silah olarak kullanılan yargı da 'önce devlet' hükmüyle işliyor. Öte yandan iş bitirici, pragmatik, etikten nasibini almamış politika anlayışıyla AKP, kendini kuşatmış olan yargıyı ele geçirmek için hâkim ve savcıların mülakatla alınmasını öngören kanun tasarısını Meclis'ten geçirerek ikbal avcılığı yapıyor. Bununla kalmıyor, Emniyet müdürlerini gözbebeği gibi sakınıp saklıyor. Yeni kanunlarla polisin yetki alanını genişletip geçmişi 'münferit' katliamlar, işkenceler ve envai çeşit vahşet uygulamasıyla dolu polisin ağzına bir parmak bal çalmış oluyor. Böylelikle MC hükümetlerinden en ufak bir farkı olmadığını da kanıtlıyor. Demokrasi, hak ve özgürlükler konusunda en ufak bir hassasiyeti olmayan AKP, geleceğini AB'de gördüğü için sadece dükkânını iyi yerde kurma gayreti içinde birkaç gönülsüz reforma imza atsa da polis devletinin başına geçip zaten içler acısı durumda olan yargının kapısını da tutma gayretinde. Sonuç olarak, sokağa çıkarken, çocuklarımızı okula yollarken, hayatın her anında içimiz titreyerek, mahkeme kapılarına, polis coplarının altına düşmemek; yakınlarımızın, öfkesine gem vuramayan bir polisin tekmesi, kurşunuyla katledilmemesi için tanrılarımıza yalvarıyoruz. Yargının, yargıcın 'Ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem' diyebildiği bu tuhaf ülkede polisin de kendinde olmayan haklar vehmetmesini yadırgamanın ne kadar abes olduğu ortada. İşkenceci polislere hâlâ dokunulamıyor. Yargı, gözü dönmüş devlet memurlarının yanında. Hali vakti yerinde olduğu belli, altında kocaman cipi olan bir genci durdurabilmek için kafasından vuran polisin bir parkta oturan yoksul kılıklı birini hiç düşünmeden bir tekmede öldürebileceğini iyi biliyoruz. Ama kime sığınacağız? Emniyet müdürleri henüz öldürülenlerin kanı yerdeyken memurunu korumak adına gerçekleri örtbas eden demeçler veriyor. İşkence, polis, adli tıp ve yargı zincirinde cezasız kalıyor. Hukuk mukuk dinlemeyenler hukuku temsil ediyor. Bu millete hâlâ sığınacak bir saçakaltı yok.