18 Nisan 2007Oruç Aruoba
Bilmiyorum, İhsan Doğramacı'yla ilgili ne düşünmeliyim, ne söylemeliyim-düşünecek, söyleyecek birşeyler bulamamamdan dolayı değil, bunlardan çok fazla bulmamdan dolayı, bilmiyorum... Doğramacı'yı 40 yıl öncesinden (1968) tanıyorum; üzerine yazdığım yazıların yerlerini ve sıralarını karıştıracak kadar eskiden-toplumumun 'malûl' olduğu 'nisyan' bende de çıkmayacak mıydı ki?... Doğramacı'ya 'medyun' olduğu anlatılan Mehmet Haberal adlı profesörün, kurduğu üniversiteye bağlı olarak (herhalde yalnızca kendi soyadından dolayı değil) kurduğu Başkent TV'de (Kanal B miydi?), kıdemli bir gazeteci 'Ağabey', Mete Akyol, iki bölümlük bir program yapmış. Bu beni yıllar öncesine götürdü: 12 Eylül yönetimi için YÖK yönetimini kurmak üzere, bel ağrılarıyla, tekerlekli sandalyeyle, özveriyle Paris'ten Ankara'ya döndüğü günlerde de (1982) Doğramacı'lı bir program yapılmıştı, zamanın TRT'sinde, gene iki bölümlü. Ben de, Ecevit'in çıkardığı, zamanın tek 12 Eylül muhalifi yayını olan Arayış dergisinin ilgili sayılarında, o program, Doğramacı ve YÖK üzerine, "Mel'meketimden Rektör Manzaraları" ve "Üniversite'nin Ölümü" adlarıyla iki yazı yazmıştım. -Eh işte, tarih tekerrür, zaar... O zamanlar, Arayış'ın Yayın Yönetmeni Nahit Duru'ydu; tekerrür mü tesadüf mü tenakuz mu, bilmiyorum, bugün Başkent TV'nin Yayın Yönetmeni de Nahit Duru... Nahit'i arayıp bu programın yayımlanmasıyla ilgili ileri-geri lâf ettim; o da "Programcılarımız özgürdür" dedi; ben de "Mete Ağabey'e teessüflerimi bildir o zaman" dedim-"Peki" dedi... Niye-neye-teessüf ediyordum ki- - İhsan Doğramacı çok başarılı-daha iyisi, hep başarılı- bir insandır; Mete Ağabey de iyi bir gazeteci olarak, araştırmalar da yapıp, Doğramacı'nın başarılı yaşamını iyi özetlemiş: Anlı-şanlı Osmanlı ailelerinden gelme, şurada-burada iyi eğitimler görmüş bir hekim; kendi girişimleriyle kurduğu iyi kurumlar: Hacettepe Çocuk Sağlığı Enstitüsü, Hastanesi, Fakültesi, (benim de mezunu ve müstafi asistanı olduğum) Üniversitesi... Niye ki?... Beni bu yazıyı yazmam için fıştıklayan-Akyol'un programının 'episod' aralarında kullanılan- fraklı ve nişanlı, madalyonlu, kordonlu fotografın da açıkça gösterdiği, ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin imzalayarak tescil ettiği gibi, İhsan Doğramacı dünyanın en başarılı insanlarınden biridir-Kofi Annan'ın dediği gibi, "örnek bir dünya vatandaşı"... Bana ne oluyor ki?... Çekemezlik, kuyruk acısı, kıskançlık falan herhalde, benimkisi... -Ama bir bakalım: bu fotograf nasıl bir insanın fotografı; böyle giyinip fotograf çektirmek, nasıl bir 'benlik'-kişilik-tasarımı gösteriyor- anlamağa çalışalım:- Bu kişi hastadır-insanlığa musallat en eski ve en etkin hastalıktan muzdarip: Güç, iktidar, egemenlik hırsı... Kendi dışına, güç; topluluk içinde, iktidar; öteki insanlar üzerinde, egemenlik... Bu üç kavram, aslında, bir insan için kullanıldıklarında, aynı benlik yönelimini imliyor: Nietzsche'nin tespitiyle: 'güç istemi', 'güce doğru yönelme', 'güce yeltenme'... Doğramacı, 92. yaşına dek, bunu başardı: Hep güce yöneldi, yeltendi, onu hep elde de etti, hep egemen oldu.-Nasıl? Hangi çevrede etkinse, oradaki insanlar üzerinde gücünü uygulayarak, iktidar olarak, egemenliğini kurarak. Yani, temelde kurmak istediği, Enstitü, Hastane, Fakülte, Üniversite, YÖK falan değil, kendi egemenliğiydi-bunu kurdu.-Nasıl? Oradaki insanların beklentilerini karşılayarak, istediklerini vererek, umduklarını yerine getirerek-ve, onların zaaflarını kullanarak, kişilikleriyle oynayarak, o kişilerin karşı koyamayacakları, kabullenmek, boyuneğmek zorunda kalacakları, reddedemeyecekleri şeyleri karşılarına çıkararak, güçlü, muktedir ve egemen oldu. Bütün o nişanlar, bunun nişaneleridir... Başarıları-evet... Gerçekten de kimsenin yadsıyamayacağı başarıları-o Enstitü, o Hastane, o Fakülte, o Üniversite: neredeler, nasıllar? YÖK şimdi ne oldu? Türkiye'nin bütün üniversitelerini YÖKettikten sonra kurup başına oğlunu yerleştirdiği Bilkent, burada: nasıl bir 'üniversite'? Meteksan Basımevi, Tepe Mobilya-ne durumdalar? Bilmiyorum. Ama şunu biliyorum:- Kurulan birşey, kurulması amaçlanan olarak değil; kuranın, başka bir güdüyle, niyetle, istemle-kendi gücü, iktidarı, egemenliği için- kurduğu birşeyse, ne kadar 'yerinde', 'yararlı' ve 'iyi' sayılmış, hatta öyle de olmuş olursa olsun, gün gelir, o kuranın ayaklarına dolaşır, tepesine devrilir. Nereden mi biliyorum? -Bilmiyorum... Oruç Aruoba: Yazar, eski asistan, eski gazeteci