3 Şubat 2007İsmet Berkan
Midemin hemen üzerine yerleşmiş yumruk bir türlü gitmiyor yerinden. Oksijene açım ama nefes alamıyorum. Nefes almak istiyorum ben de, o yumruk oradan gitsin, içime umut dolsun, sabahları sevinçle uyanayım, mutlu olayım istiyorum. Ama izin vermiyorlar. Bu ülkede insana nefes almayı bile çok görenler var maalesef. Dün bir ara kendimi, Samsun'da Ogün Samast'ın yanında gururla poz verenlerin ve o videoyu çekerken çektiği insanlara 'Saçını düzelt', 'Şapkanı çıkar' gibi tavsiyelerde bulunanların yerine koyarken yakaladım. Amacım, onların bunu yapmaktaki samimi niyetini tahmin edebilmek, bu aralar moda olan tabirle 'empati' (yani kendini karşındakinin yerine koymaya çalışmak) yapmaktı. Ama başaramadım. Kendimden utandım, yapamadım. Şimdi bilgisayarımın başında oturmuş, 'Herhalde' diyorum kendi kendime, 'Herhalde katille övündükleri için gidip birlikte poz verdiler.' Katilin, benim de gururlandığım bayrağım olan o bayrakla poz vermesi için neler geçirdiler acaba akıllarından? Bir insanın, Türkiye'yi sarsan bir suçun failini yakaladıktan hemen sonra aklına gelen ilk şeyin TEMA Vakfı'nın erozyonla mücadele için bastırdığı ve Atatürk'ün o sözünü alıntıladığı posteri arka plan olarak seçmesinin mantığını anlamaya çalışıyorum. Gerçekten, mesela sizin ilk aklınıza gelen şey bu mu olurdu? Ama baksanıza, Samsun'daki polis ve jandarmalar yalnız değilmiş. Ogün Samast tutuklanıp cezaevine gönderildiğinde de alkışlanmış, özel muamele görmüş, 'kahraman' kabul edilmiş. Suçu övmenin, terörü övmenin bu kadar alenen yapıldığı, üstelik resmi üniforma taşıyan insanlar tarafından yapıldığı bir ülkede yaşamayı hazmetmek kolay değil, kabul edin. Kurumları topyekün suçlamak gibi bir şey yapmıyorum. Her kurumun içinde iyiler ve görevini bi hakkın yerine getirmek isteyenler olduğu gibi kötüler de var. Neden polis ve jandarma istisna olsun? Ama yine de, ortaya çıkan durumu iki kurumun kültürüyle benzetmeden de edemiyorum. İstanbul'da terör örgütü evlerine baskın yapıp çatışmada herkesi öldürdükten sonra dışarı çıkıp zaferlerini havaya ateş ederek kutlayanların hiçbir disiplin soruşturmasından geçmediği kurumun adı polis teşkilatı. Yıllar önce üst düzey bir Milli İstihbarat Teşkilatı yöneticisinin söyledikleri aklıma geliyor hemen: "12 Eylül'den sonra polis okullarında müfredat değişti, askeri eğitime benzetildi eğitim. Halbuki askerin düşmanı olur, düşmana karşı eğitirsiniz onu. Polisinse düşmanı olmaz, hizmet ettiği vatandaşı olur, yasalar olur." Bizim polisimizin düşmanı var. O düşman da açıkça belli ki bizleriz. Jandarmayı saymıyorum bile. Onlar zaten askeri eğitimden geliyorlar ve zaten düşmanları var. O düşman da yine bizleriz. Bu 'iç düşman' edebiyatı o kadar yaygın, o kadar içselleştirilmiş durumda ki, herhangi bir siyasi tartışmada veya futbol rekabetinde bizden farklı düşüneni 'düşman' veya 'hain' ilan etmekten kaçınmıyoruz. Gündelik hayatımızda yapıyoruz bunu. Her gün. Defalarca. İşte midemin üzerindeki yumruk bu yüzden orada duruyor. Bu ülkede bir arada barış içinde yaşama iradesinin resmi kurumların da katkısıyla nasıl aşındırıldığını gördüğüm için, 'Ya sev ya terk et' basitliğinin herkesin ideolojisi olma yolunda ilerlediğini gördüğüm için nefes alamıyorum. Oysa nefes almak istiyorum. Mutlu ve huzurlu yaşamak istiyorum. Eminim siz de istiyorsunuz nefes alabilmeyi, mutlu ve huzurlu bir hayat sürmeyi. Nasıl alabileceğiz rahat bir nefes?