14 Ağustos 2006Radikal Gazetesi
Azınlıkların nostaljinin dantelli çerçevesine oturtulması tarihi üstüne iyi kötü bilgi sahibiyiz. Direnişle karşılaşmayan; otoritenin kimi sert vites değiştirmeleriyle ivme kazanan; sistemli bir yok etme-kaçırma-kimliksizleştirme politikası sonucu kalanların uydurduğu bir savunma mekanizması olarak sarıldığımız 'Bir zamanlar maziye bak' söyleminden söz ediyorum. Özellikle 'İstanbullu mitolojisi' dolaylarında üretilen bu söylem, mozaiğin hunharca parçalandığı, şehre rengini ve tadını veren başta Rumlar olmak üzere diğer azınlıkların çerçeveden çıkarak bizi kara yalnızlığımızla baş başa bıraktığı üstüne kurulu. Kimileyin vıcık vıcık bir çağsamayla anılan, anan insanların kendi geçmişleri. Yitirmiş oldukları gençliğe ağıt yakarken, artık hak ettikleri bir dünyada yaşayamadıkları için basbayağı kendilerine yazıklanarak anıyorlar gidenleri, usulca sönüp tükenenleri, ardı gelmeyenleri. Âdetlerin farklı olduğu o yabancı ülkeden, geçmişten dem vururken, o muhteşem rüya ülkesiyle birlikte sonsuza dek yitirdikleri masumiyetlerine yanıyorlar kısacası. Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin neden kaç kuşak yaşlandıktan sonra mallarını mülklerini talana bırakarak çekip gittiklerini kurcalamayan, sümüklü kaset şiirleri tadında bir kendine acıma gösterisi. Demokrat olan, o sihirli kelime, 'mozaik'le adlandırılan dünya tasavvuruna yürekten inanan hemen herkesin anlatacak bir muhayyel çocukluğu var. Orada Yorgo amcanın tamir ettiği kunduralarla koşturulan sokaklar, komşu kızı Anuş'un kucağında uyanan ergenlik, kankardeş İzak'la oynanan futbol var. Henüz Kürtler keşfedilmemiş. Dolayısıyla temiz, kibar, şehirli bir masumiyet öyküsü, herkesin ağzından, kaleminden çıkıveren. Sadece hayatımızın dekorundan eksilen renkler, kokular olarak anılan, sürgün edilen insanlar da ağıtla uğurlanan o masumiyet gibi, yokluğu öldürmeyen, onsuz da pekâlâ olunabilen bir öğe. Benimse aklıma sınıfta kararmış suratlarla başını kaldıramayan 15-16 yaşında Ermeni çocuklar geliyor. Her Asala suikastından sonra kendilerine özel adları, duruşları, varlıkları derdest edilip 'Katil Ermeni' üstbaşlığı altına teslim ediliveren ergenlerin henüz güçsüz omuzlarına yüklenen ağırlığı hatırlıyorum. Varoluşlarını affettirmek için herkesten daha uyumlu, daha çalışkan, daha paylaşımcı olmak zorunda bırakılan onca insan.
Dangıl dungul Kendi milliyetimize öyle sıkı sıkıya tutunmuşuz ki ruhumuz da kafamız da hayli karışık. Bundan dört yıl önce İsrail'in yine kanlı bir işgalini protesto ederken o zamanların gözde futbolcusu Revivo zor günler geçiriyordu. 'Revivo, go home' pankartı açanlar, Sabra ve Şatila katliamı dahil bütün katliamları; dünyanın her yerinde ırksal, dini kimliği nedeniyle eğreti oturanlara reva görülen bilumum işkenceyi onayladıklarını biliyorlar mıydı? 'Artık Hitler'i daha iyi anlıyorum' sloganının İngilizcesi ardına sığınıp nümayişe kalkanların, Batı'nın 11 Eylül sonrası histerisine kurban giden Araplara; Alman kasabalarında evleri kundaklanan Türklere; Miloseviç kurbanı Arnavut ve Boşnaklara yakın durduğunu zannetmesi, kitle psikolojisi tarihinin en acıklı ironisi olsa gerek. Öte yandan Türkçenin, bütün imkânlarıyla kendi alanında üretilen ırkçılığın ve milliyetçiliğin her türünü görmezden gelmeye müsait olduğunu kabul etmek zorundayız. Aksi takdirde bir zamanların şanlı İçişleri Bakanı Meral Akşener'in PKK'yı aklınca küçük düşürmek amacıyla sarf etmiş olduğu 'Ermeni dölü' sözlerinin nasıl hazmedildiğini, böylesine aleni bir ırkçılığın hanımefendinin siyasi hayatının sonunu getiremeyecek kadar hafif bir gaf olarak tarihe yazıldığını anlamaktan aciz kalırız. Eski patroniçesi Çiller'in daha yakın geçmişte Ermeni soykırımı yasa tasarısının çıkmasına karşı Türkiye'deki Ermeni cemaatini nasıl pişkin bir dille göreve çağırdığını, 'bundan sonra da iyi anlaşmamız için' ibaresiyle onları nasıl tehdit ettiğini ve bunun hanımefendinin siyasi itibarına nasıl hiç halel getirmediğini de anlamamız mümkün olmaz. Kimi kesimlerce son Lübnan trajedisi nedeniyle gözlerin Türkiyeli Yahudi vatandaşlara çevrildiğini fark etmemiz de güçleşir. Milliyetçilik, ister 'kararınca' ister militanca olsun, ağır bir görme bozukluğudur. 'Türk'e Türk'ten başka dost yok' şiarına çeşitli yollardan varan; ister antiemperyalist bağımsızlıkçı, ister kökten milliyetçi olsun her hayat tanımı, sıkıştığında Türk olmayanı her felaketin müsebbibi ilan etmeye hazırdır. Öte yandan, Türk, azınlıkta kalmayı sevmez. Kürtlerin dağlı bir Türk boyu olmasından geçtim, bugün Finlandiyalıların Türk kökenli olduğunu, yarın Macarların Türk boyu olduğunu, öbür gün Korelilerin Türk'ün daniskası olduğunu iddia ederek varlığını serinletmeye çalışır. Dünyayı dölleme merakı, bütün ulusların Türk kökenli olduğunu keşfe hasredilmiş hayatlar, milliyetçi obsesiv kompulsiv yapının enikonu parodisine dönüşür. Okumadınız mı? Meğer devekuşunun anavatanı Türkiye'ymiş.
Kim yabancı? Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun (DDK) 'Yabancı Uyruklu Gerçek Kişiler İle Yabancı Ülkelerde Kurulan Tüzel Kişiliğe Sahip Ticaret Şirketlerinin Türkiye Cumhuriyeti Sınırları İçerisinde Taşınmaz Edinmeleri Uygulamalarına İlişkin İnceleme Raporu'nda, 'cemaat vakıfları' adıyla anılan azınlık vakıflarının, birçok yerde yabancı tüzel kişi olarak anıldığını biliyor musunuz? Raporun 'Yabancı Tüzel Kişilerin Türkiye'de Taşınmaz Edinmeleri' başlıklı dördüncü bölümünde, azınlık vakıfları yabancı tüzelkişiler arasında sayılıyor. Bu ince konularla ilgilenmekten pek hoşlanmayan basınımıza inat Bianet'ten alıyoruz elbette bu sefer de haberi. Azınlık hukuku uzmanı avukat Kezban Hatemi, konuyla ilgili şöyle demiş: "Yabancı Türkiye Cumhuriyeti (TC) yurttaşı olmayan kişidir. Cemaat vakıfları, TC yurttaşı olan insanların bir araya gelerek kurduğu vakıflardır. Bu sınıflandırma, Müslüman olmayan TC yurttaşlarını yabancı gibi gösteriyor... Anayasa cumhurbaşkanından bireylere kadar herkesi, her makamı bağlar. Bu rapordaki sınıflandırma anayasal bir suçtur. Kendi içindekine yabancı diyen bu zihniyet demokrasinin de önünü tıkıyor. Bunu Cumhurbaşkanı Sezer'in de kınaması gerek. Azınlıklar da dilekçe hakkıyla Cumhurbaşkanı'na yazıp bu raporu kınayabilirler." Avukat Murat Cano da uyarıyor: "Anayasa, devletin ırk ve din temeli üzerinde kurulmadığını, yurttaşlarının hak ve özgürlükleri bakımından eşit olduklarını belirtir. Azınlık vakıfları yabancı tüzelkişilik değildir. Çünkü TC yasalarına göre tüzelkişilik kazanmış TC kuruluşlarıdır. Yöneticilerin tamamı TC yurttaşıdır. TC yurttaşı Müslümanların kurduğu vakıf kuruluşları hangi hak ve ehliyetlere sahipse, azınlık vakıfları da aynı hak ve ehliyetlere sahiptir." Birkaç yıl önce AB'yi kandırmak için hazırlanan, azınlık cemaatleri vakıflarının mal edinmelerini düzenleyen yönetmelik, azınlıkların medyamıza fazla sızamayan yetim sözleri gürültüye giderek, doğru dürüst bir tepkiyle karşılanmadan 'İlerleme' hanesine yazılıvermişti. Bu konuda ne azınlık statüsüne buyur edilenler, ne dışta bırakılanlar ne de çoğunluktan sayılanlar, fazlaca ses çıkaramıyor. Bu konu, hassas. Avrupa'yı birlik ve beraberlik içinde kandıracağız. Ne 'Çırpınırdı Karadeniz'ciler, ne 'Çıktık Açık Alınla'cılar, bu vatanın bir karış toprağını kimselere kaptırmayacak. Ama, bu insanlar zaten bu vatanın evladı, bu devletin vatandaşı değil mi?