Merhaba kâinat!..
Bush’un Birleşmiş Milletler’e hitaben yaptığı etkileyici konuşmanın ardından gerek Suudi Arabistan, gerek Fransa savaş aleyhtarlığı konusundaki bir süredir yumuşamakta olan tavırlarını daha da yumuşatınca, Saddam kalenin önünü açmaya karar verdi. Bu ‘hamle’den bahsetmiştik. Şimdi, bu ani hamlenin ertesi gününde, doğrusunu isterseniz kimse savaş ihtimalinin sona erdiğinden bahsetmiyor. Ama, tecrübeli gazeteci Robert Fisk, müdahalenin 5 ay kadar ileriye kaymak zorunda kaldığını ve hep beraber oturup Bush’un yeni hamlesini beklememiz gerektiğini söylüyor.
Fisk öngörüsünde haklıysa beş ayın sonuna doğru Saddam’ın nasıl bir hamle yapacağını bilemiyoruz ve elbette bu satrancın daha ne kadar uzayacağını da...
Nitekim, bugün Fisk’in yanı sıra Guardian’dan Simon Tisdall da Saddam’ın tavizlerinin Bush ve ekibi için asla yeterli olmayacağını yazmış. Neden derseniz, istila hazırlığının şifahen inşa edilişini şöyle özetliyor Tisdall: “Tahkimat Ocak ayında, Bush’un ‘şer mihveri’ konuşmasıyla usul usul başladı. Arkasından ‘önleyici saldırı’ doktrini geldi (ki güvenlik danışmanı Condoleeza Rice, ‘beklentisel savunma’ diye, sevimli bir isim veriyor buna). Sonra, dünya hayretler içinde ellerinde kitle imha silahları bulunan ‘haydut devletler’in az ya da çok Usame bin Laden ve El-Kaide ile aynı takımda bulunduğunu öğrendi. Bu durum da o devletleri Amerika’nın ‘terörle savaş’ının ve ‘rejim değişikliği’nin meşru hedefleri haline getirdi.”
Fisk de Saddam’ın savaştan kaçınmak için her şeyi yapacağından ve Bush’un barıştan kaçınmak için her şeyi yapmakta olduğundan hareketle, ABD’nin adalet değil savaş peşinde olduğunu vurguluyor bir defa daha: “Adalet bir şartla faydalıdır; Amerika’nın düşmanlarını aradan çıkarır, ‘rejim değişikliği’ konusunda işe yarar ve Amerikan petrol şirketlerinin dünyanın en büyük rezervlerinden birinin bulunduğu yerde kalmasını sağlayacak bir istila için mazeret teşkil ederse...” ABD’nin son dönemde BM kararlarına bu kadar saygı ve sevgi dolu olmasının bir başka açıklaması olabilir mi acaba?.. Saddam’ın uygulamak istemeyeceği, uyamayacağı ne kadar BM kararı çıkarılırsa o kadar iyi değil midir? Böylelikle, planlı bir istila için için meşruiyetin pisti de döşenmiş olmaz mı?
Bütün adımların planlı olduğuna dair o kadar çok işaret var ki Bush’un ilave mazeretler bulma konusunda yaratıcılık sıkıntısı çekeceği zannedilmiyor. Evet, planlı! Dün de bahsetmiştik; Başkan Bush iktidara gelmeden önce, 2000 yılında, kabinesiyle beraber bir ‘rejim değişikliği’ meselesi üzerinde duruyormuş zaten. İki sene evvel, ‘Yeni Amerikan Yüzyılı için Proje’ (PNAC) isimli neo-konservatif bir think-tank ekibinin hazırladığı, “Amerika’nın Savunmasını Yeniden İnşa Etmek: Yeni Bir Yüzyıl İçin Stratejiler, Kuvvetler ve Kaynaklar” başlıklı belge, taammüden istilanın planını satır satır anlatıyor. Tadımlık bir alıntı: “ABD senelerdir Körfez’in bölgesel güvenliğinde daha kalıcı bir rol oynamanın yollarını arıyor. Irak ile halen çözülmemiş bulunan gerginlik bunun için bir gerekçe sağlasa da Körfez’de büyük bir Amerikan varlığının gerekliliği Saddam Hüseyin rejimi meselesinin ötesindedir.”
Belgede ayrıca Çin’in de ismi telaffuz ediliyor ki bunu ilk kez duymuyoruz, değil mi? ‘Rejim değişikliği’ tedavisinden geçmesi gerekenler arasında ismi geçiyor Uzakdoğu devinin: “Güneydoğu Asya’da Amerikan varlığını arttırmanın zamanıdır.” O zaman ne olacak? “Amerikan ve müttefik güçler, Çin’in demokratizasyonu sürecini başlatabilecekler”.
Doğrusunu isterseniz bütün ilginin öncelikli olarak Ortadoğu’ya kaydırılmış olması insanda ciddi bir adaletsizlik duygusu ve haliyle hayalkırıklığı yaratıyor. Bakın, mesela, Afrika kıtası da pek parlak durumda değil. Kara kıtanın yeni bölgesel kuruluşu Afrika Birliği’nin yeni bir raporuna göre kıtadaki yolsuzluk ve cebellezi durumlarının yıllık maliyeti 150 milyar doları buluyormuş ve bu durumdan da en fazla etkilenen kesim en yoksul kesimmiş. Yatırımlar üzerinde yüzde 20 oranında da caydırıcı oluyormuş bu çürüme.
Yatırım konusunda dünya çapında bir sorun olduğunu söylemenin tam sırasıdır. BM Ticaret ve Kalkınma Örgütü’ne (Unctad) göre, geçen yılki küresel durgunluğun başlıca zaiyatı doğrudan yabancı yatırım olmuş. Sınır ötesi yatırımların 2001 yılına göre yarı yarıya azaldığı ifade ediliyor haberlerde.
Türkiye’de ise hiç savaş olmayacakmış gibi yaşayıp yarın savaş olacakmış gibi seçimi erteletme telaşı içindeyiz. Mamafih, Cumhurbaşkanı Sezer’in özenli mesajlarıyla bu eğilimin önü tıkanmış gibi görünüyor. En son, “Barajı düşürmenin, seçimi ertelemeye dönüşeceğinden kaygılanıyorum,” dedi Cumhurbaşkanı ve bu harekette başı çekiyor görünen Yeni Türkiye Partisi de geri plana çekilmeye karar verdi. Ama asıl hareketlilik galiba temel bir demokrasi tartışmasında yaşanıyor. Yargıtay 8. Dairesi’nin AKP lideri Erdoğan ile ilgili kararı Yüksek Seçim Kurulu’na bıraktığı malum. Bu kararın neden YSK’ya bırakıldığı, 12 Eylül Anayasası’nın bugüne kadar neden değiştirilmediği soruları dolaşırken kafalarda bir yeni haber daha: Konya İl Seçim Kurulu, kapatılan Refah Partisi’nin lideri, siyasi yasaklı Necmettin Erbakan’ın bağımsız adaylık başvurusunu reddetmiş.
Bütün bunların, bilhassa tepki ya da protesto oylarının birikimiyle barajın hayli üstüne tırmanan AKP’yi daha da yukarı taşıyacağını tahmin etmek için deha mı olmak gerekiyor?
Devamı yarın...