Merhaba kâinat!
Dünya gazetesinde, “1 Mayıs olaysız geçti” başlıklı resimaltı haberde şu yazılmış: “Türkiye’de 1 Mayıs Bahar Bayramı geniş güvenlik önlemleri içinde genelde sakin ve olaysız geçerken...”
‘Genel’ kelimesine isim muamelesi yapıp –“de” takısı takılması gibi teferruata hiç ilgi göstermeyip şunu diyeceğiz ki 1 Mayıs’ın Bahar Bayramı mı, yoksa İşçi Bayramı mı olduğu konusundaki belirsizlik bütün açıklığıyla duruyor orta yerde. Duruyor da, mezkûr belirsizlik galiba sadece Türkiye’de hüküm sürüyor, çünkü dünyanın dört bir yanında kutlandı 1 Mayıs İşçi Bayramı. (Gerçi, bir de Çin’in durumu var. Bir zamanlar yeryüzünün en kalabalık işçi bayramlarına sahne olan bu ülkede, dün Komünist parti iktidarı, “örnek işçi” olarak 4 özel girişimciye özel madalya vermiş. Böylece baharişçiişveren bayramı gibi biraz belirsiz bir durum da ortaya çıkmış.)
Ama esas 1 Mayıs kutlaması Fransa’da oldu. Fransa’da tarih yazıldı desek yeri var: Ülkenin, başta Paris olmak üzere yüze yakın şehir ve kasabasında 1 milyon 300 bin kişi yürümüş. Özellikle Le Pen taraftarlarının geleneksel Jeanne d’Arc yürüyüşü sırasında Le Pen’i protesto etmek için başlayan yürüyüşler için Guardian gazetesi, “1968 Mayıs öğrenci ayaklanmasından bu yana başkentin gördüğü en büyük gösterilerden biri” ifadesini kullanmış. Fransız seçmeni, 32 yıllık bir ataletten gene bir mayıs sabahı çıkıveriyor mu acaba sokaklarda ve bulvarlarda?
Arafat’ın ‘mahpusluğunun’ bitmesinin ardından Ortadoğu’daki krizin sona erip ermediği konusunda bir belirsizlik yok: Devam ediyor. Ancak, İsrail hükûmetinin ısrarlı muhalefeti neticesinde Cenin kanıt-bulma misyonunu daha kurulmadan dağıtan Birleşmiş Milletler’in ve elbette Kofi Annan’ın zevâhiri konusunda bir belirsizlik var sanki. Yani, BM’nin misyonu Cenin’e sokulmayınca İsrail’e ses çıkarmayıp BM’nin silâh denetçileri Bağdat’a giremeyince Irak’a çıkışmak zevâhiri ne renge boyar?
İsminin Af mı, yoksa Şartlı Salıverme mi olduğu konusunda ciddi bir belirsizlik bulunan yasanın Haluk Kırcı, Mehmet Ali Ağca ve İsa Armağan gibi cinayet mahkûmlarının aflarına yol açıp açmayacağı da belirsiz. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, ‘açmayacak’ diyor, ama gazeteler, hem de büyük büyük gazeteler tam aksini iddia ettiler. Bir de tabii, yakın zamana kadar affın fikir anası Rahşan Ecevit’in ve Başbakan Bülent Ecevit’in içlerine sinmeyen bu yasaya Adalet Komisyonu’nda olumlu oy veren DSP’de ‘iç sindiri’ süreci nasıl işledi? O da belirsiz.
Dün (1 Mayıs) RTÜK yasası Meclis gündemine zaman darlığı yüzünden gelemedi. Asıl sebep sahiden zaman darlığı mı; fena halde belirsiz. Çünkü, milletvekillerinin çok sayıda e-posta, faks, mektup aldığı ve yasanın sebep olduğu sıkıntıdan rahatsız oldukları da ifade ediliyor. Bu rahatsızlık oturumu yöneten Başkanvekillerinden Sökmenoğlu’nda iyice belirgindi televizyonda. Hatta Sökmenoğlu, Başbakan Yardımcısı Özkan’dan cansıkıcı bir “el işareti”ne maruz kaldığını ve bu yüzden bir gün sonraki oturuma riyaset etmediğini bir özel televizyona (Habertürk) açıklamakta beis görmedi. Mamafih, iktidar koalisyonu bu demokrasi ve hukuk karşıtı yasayı çıkartmakta öylesine azimli ki, Meclis’i fazla mesai yapmaya ikna etti. Milletvekillerinin bu gayyur faaliyeti de bir tuhaftı sanki ama: Böyle bir yasanın geçmesinin Parlamento’nun ve milletvekillerinin prestijine fevkalâde ciddi zarar verebileceğini belirten bazı muhalefet milletvekillerinin bu sözleri bomboş meclis sıralarında oturan az sayıdaki iktidar milletvekili tarafından dinlenip dinlenmediği belirsizdi. Onlar, daha ziyade, kendi aralarında küçük gruplar halinde sohbetteydiler çünkü. RTÜK yasasına bilhassa bağımsız medyada, yerel yayınlarda, sanal âlemde ve oy verenlerde ciddi bir muhalefet göze çarpıyor. O halde, milletin kaydadeğer bir kısmının istemediği bir yasayı, milletvekillerinin nasıl isteyebildiği de ilginç bir belirsizlik örneği sayılmaz mı?
Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü bugünlerde gündemde. Soru, Semra Özal tarafından dile getirildi: Turgut Özal öldürüldü mü? GATA eski komutanı Emekli Tümgeneral Prof. Dr. Ömer Şarlak, kalp krizi olduğunu söylüyor. Semra Özal ise bunun mümkün görünmediğini, Turgut Özal’ın birdenbire öldüğünü söylüyor ve şunu da soruyor: “Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk’a ‘Üç aya kalmaz, ölecek’ demiş. Bunu nasıl söyleyebildi? Hastaneden, bırakın bu kadar üst düzey birini, normal bir hasta için bile bilgi vermezler. Veremezler, böyle bir yetkileri yoktur. O zaman Demirel bunu nasıl bildi?” Turgut Özal eceliyle mi öldü, öldürüldü mü; belirsiz...
Yeni Şafak gazetesi manşet haberinde, Ruslar’ın Çeçen şehirlerine gelişigüzel saldırılar düzenlediğini ve çok sayıda sivil Çeçen’in öldürüldüğünü belirtiyor. Şimdi, 11 Eylül öncesinde Çeçenler’e reva görülen muamele yüzünden insan haklarını çiğnediği gerekçesiyle ağır eleştirilere uğrayan Rusya’ya bugün terörle mücadele eden devlet gözüyle bakılıyor. Rusya insan haklarını ihlal ediyor mu, yoksa terörle mi mücadele ediyor? Bilhassa 11 Eylül’den sonra iyice belirsiz.
Pakistan’ın darbeci generali Perviz Müşerref, darbeci olmakla itham edilmekten o kadar müşteki oldu ki halkoylamasına gitti. Oylama sonucunda Müşerref’in görev süresinin uzatılmasını herkesin çok, hatta dayanılmayacak kadar çok (yüzde 98 oranında) istediği resmen açıklandı, ama İnsan Hakları Komisyonu oylamada usulsüzlük yapıldığını belirtmiş. Peki katılım? Belirsiz. Enformasyon bakanına göre yüzde 50 oranında, muhalefete göre de yüzde 5! Bu durumda, Müşerref’in ‘darbeci general’likten ‘seçilmiş başkanlık’a geçip geçmediği hususu belirsizliğini koruyor gibi...
Hindistan’ın Gucerat eyaletinde geçen ay Müslümanların Hindularca katledildiği dehşetengiz olaylardan sonra, kaç kişi öldüğü belirsiz. Resmi makamlar rakamı 800, bağımsız kaynaklar ise 2000’in çok üzerinde veriyor. Bu olayın niteliği de belirsiz aslında: Resmi makamlar, müslümanlarca yakılmış Sabarmati ekspresinde 58 Hindu’nun ölmesine spontane “misilleme” diyorlar, ama bağımsız kaynakların ve Britanya hükûmetinin raporlarında hem treni Müslümanların yakıp yakmadığı çok belirsiz, hem de bu “kendiliğinden intikam” değil, aylar öncesinden planlanmış bir “pogrom” deniyor. Bu pogromu planlayanların başı olarak gösterilen eyalet valisini görevden almayı reddeden aşırı sağ ve milliyetçi Başbakan Vacpayi’nin kendi milletinin birlik ve bütünlüğüne bakışı ise iyiden iyiye belirsiz görünüyor. “Dünyanın en büyük demokrasisi” laik Hindistan’ın saygın başbakanı, bakın ne demiş ülkesinin 130 milyonluk müslüman azınlığı hakkında: “Nerede olurlarsa olsunlar, Müslümanlar barış içinde yaşamayı sevmezler.”
Tefrikacılarınız, belli belirsiz bir baş selâmı ile huzurlarınızdan ayrılıyorlar bugün...
Devamı yarın...