Merhaba kâinat!
Dünyanın tek süperdevletinin süperbaşkanı sinirlendi basın toplantısında: “Ben ne dediğimi biliyorum. Gecikme olmadan çekilmekten kastım, gecikme olmadan çekilmektir. Ben ne dediysem onu dedim.” “Efendim, şu konuda bir sorum—” diye birşeyler mırıldanacak oldu Washington’daki acar muhabir. Topukları üzerinde döndü süperbaşkan ve korumalarıyla birlikte salonu terketti hışımla. Dünyanın tek süperdevletinin Ortadoğu’daki süper müttefikinin sert başbakanı diklendi: “Çekilmek yok, terorizm tehdidi tamamen sökülüp atılana kadar savaşa devam.” (Tehdidin sökülüp atılması nasıl birşey oluyor, diye düşündü şaşkın tefrikacılarınız.)İsrail ordusu Kalkilya ve Tulkarim’den çekileceğini açıkladı, süperbaşkanın güvercin yardımcısı ağır ağır dehşet ve vahşet bölgesine doğru yol alırken, uzaktaki ilk durağında haberi duydu ve buna çok sevindi; bu ilk durakta kendisine neden orada değil de burada olduğunu soran evsahibine cevap vermedi, basın toplantısının ortalık yerinde sorulan bu soruya sevinip sevinmediği de anlaşılamadı; bu arada İsrail ordusu iki kasabayı terk ederken, başka bir kasabayı işgal etti, dört şehirde müthiş istilâsına, yakım-yıkıma devam etti, hatta çok sert Genel kurmay başkanı BM mülteci kampındaki tehdit sökümlü harekâtını beğenmeyince, oranın komutanını azledip kampanyasını bizzat kendi ellerine aldı, süperbaşkan ve güvercin yardımcısı bu konuda bir yorum yapmadılar... Avrupa’nın, Birleşmiş Milletlerin ve Vatikan’ın ferasetli ve barışçı seküler ve dini liderleri barışçı yorumlar yaptılar ve onlar hep bir ağızdan herkese itidal telkin ederlerken, insanlar canlı kalkan olarak kullanıldı, kiliseler ve evler yakıldı, gazetecilere ve barış girişimcilerine ateş edildi, tanklar gümbürtüyle yürüdü, helikopterler homurtuyla uçuştu, roketler haşırtıyla fışkırdı, otomatik silahlar tarrakalarla mermi kustu, kara kara dumanlar yükseldi, yeni insanlar öldü, cesetler hastanelerin ameliyathanelerinde kurtlandı, yaralılar sokaklarda kanayarak ölmeye bırakıldı, ve her yer biraz daha mahvoldu. İşgal edilmiş Filistin topraklarında Büyük İsrail taarruzunun 11.Günü böyle devam etti.
***Bundan 10 ay kadar önce, 19 Haziran 2001’de T.C. Cumhurbaşkanı Sezer, anayasal hakkını kullanıp 4676 sayılı Radyo ve Televizyon yasasını bir kez daha görüşülmek üzere TBMM’ye göndermiş ve özetle şu gerekçeleri belirtmişti:
· Halka “korku salacak”, “karamsarlık, umutsuzluk eğilimlerini körükleyecek” yayın gibi içeriği tartışmalı genel kavramlar, “ceza hukukunun temel ilkelerinden olan “kanunsuz suç ve ceza olmaz” kuralına aykırıdır.
· Belirgin ve nesnel olmayan ilkelere uyulması zorunluğu, Radyo ve televizyonların doğru ve yansız yayın yapmalarına, yurt ve dünya gerçeklerinin halka duyurulmasına engel olacaktır.
· Böylece, toplumun doğru ve yansız haber alma hakkı zedelenecektir.
· RTÜK’ün Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme Kurulu’nca denetlenmesi, “tarafsızlık” niteliği ile bağdaşmaz.
· Çok ağır para cezaları, özellikle bölgesel ve yerel yayın kuruluşlarının yayınlarına son verme zorunluluğunu yaratacaktır. Bu, ölçülülük ilkesine ve çoğulcu demokrasinin gereklerine uygun düşmemektedir.
· Cezaların alt ve üst sınırları arasındaki genişlik; eşitsizlik, çelişki, haksızlık yaratabilecek, keyfiliğe yol açabilecektir.
· Tazminatta alt sınır yasa ile belirlenince, yargıcın takdir hakkı...tümüyle ortadan kaldırılmıştır.
· Tazminat davalarında bilirkişiye başvurmayı zorunlu kılan hüküm, genel hukuk ilkelerine aykırıdır.
· Yeni yasadaki düzenlemeler... özellikle büyük sermaye gruplarının tv ve radyoculuk alanlarında tekelleşmelerine olanak yaratacaktır... Tekellerin oluşması kaçınılmaz olacaktır...Tekelleşerek, sorumluluk bilincinden uzaklaşacak bir medya, her sorumsuz güç gibi er geç amacından sapabilir ve toplum yaşamını, ulusal güvenliği tehlikeye sokan bir güç durumuna gelebilecektir. Bu düzenlemeler Anayasa’da tüketiciyi koruma ilkesi ve basın özgürlüğü kapsamındaki haber alma/verme özgürlüğü ile bağdaşmaz.
· Bir gerçek/tüzel kişiye ya da sermaye grubuna bir radyo - televizyon kuruluşunun tümüne ya da birden çok r&tv kuruluşuna sahip olma olanağının yaratılmasının yanı sıra, bu kişi ya da sermaye grubuna kamu ihalelerine girme ve borsada işlem yapabilme hakkı verilmesi, medya gücünün kullanılarak ihalelerde haksız rekabete, borsada işlem oyunları yapılmasına neden olabilecektir. Böylece, bir kamu hizmeti olan medyanın bireysel çıkarlara hizmet edecek ticari nitelik kazanmasının önündeki tüm engeller kaldırılmıştır... Medyanın devlete karşı taahhüde girmemesi yaşamsal önem taşıyan bir ilke olarak görülmektedir. Yasağın korunması gerekirken tümüyle kaldırılması, kamu yararı açısından çok ciddi sakıncalar doğurabilecek bir gelişmedir.
· Düşünceyi yayma ve haber alma özgürlüklerinin önlenmesi engellenemez yolundaki Anayasa kurallarıyla bağdaşmayan uygulamalar öngörülmüştür.
· Avrupa Birliği Müktesebatı ile ilgili Ulusal Program’da basın özgürlüğünün geliştirilmesi için güvencelerin güçlendirilmesi öngörülürken, ölçüsüz ve çok yüksek para cezalarıyla medya kuruluşlarının görev yapamaz duruma getirilmesi, amaca uygun düşmeyecektir.
· Hukukumuzda, hiçbir dönemde öngörülmemiş ağırlıkta para cezaları... basında tekelleşmenin gerçekleştirilmesini kaçınılmaz kılacaktır.
· Yukarıdaki gerekçelerle: kamu yararı ile bağdaşmayan, demokratik geleneklere, temel hak ve özgürlüklere, hukuka ve Anayasal ilkelere uygun düşmeyen kurallar içeren bu Kanun, bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderilmiştir.
Bundan 10 ay sonra dün, âniden yeniden karşımıza çıkıverdi bu yasa. TBMM Anayasa Komisyonu’nda değiştirilmeden âniden kabul ediliverdi. Bir vetonun 10 ayı da böyle geçti işte.
Durumu özetleyelim: Son seçimlerde seçtiğimiz seçkin temsilcilerin bir bölümü, ülkenin en yüksek mahkemesinin başkanlığı yapmış yetkin bir hukukçu olan Cumhurbaşkanı’nın neredeyse her türlü evrensel adalet, hukuk ve medeniyet normuna aykırı bularak yeniden görüşülmesini istediği yasayı birkaç saat içinde “yeniden görüştü”. Anayasa Komisyonu’nu oluşturan bu temsilcilerin çoğunluğu, öne sürülen bu gerekçelerin hiçbirini kabul etmedi. Yani Komisyon, burada genel hukuk ilkelerine, Anayasa’ya, eşitlik ilkelerine, kamu yararına, demokrasiye, toplum hayatına, bağımsız yargıya, serbest rekabet kurallarına, Ulusal Program’a,– medyayı ve insanlar arasındaki fikir alışverişini mahvetmesin diye –tekelleşmeyi önlemek üzere getirilmiş kurallara, ve – evet! – ulusal güvenliğe aykırı hiçbir şey görmedi.Biz size birşey söyleyelim mi: Son seçimlerde seçtiğimiz seçkin temsilcilerin çoğunluğu (TBMM Genel Kurulu) da bunlara aykırı hiçbir şey görmeyecek.Biz size birşey daha söyleyelim mi: her gün okuduğumuz, izlediğimiz mümtaz medyanın ezici çoğunluğu da bunda tuhaf olan bir şey görmeyecek.Hatta, biraz daha ileri gidelim mi: her gün birlik ve beraberlik içinde olduğumuz necip halkımızın ezici çoğunluğu da bunda tuhaf olan birşey göremeyecek.Biraz daha ileri? Sonraki kuşak, yani gözbebeğimiz çocuklarımız ve torunlarımız?Ah, tefrikacılarınız onu göremiyorlar işte! Kör olmuşlar.
Devamı yarın...