No.100 - Derhal, Cumartesi, Pazar, gecikmeksizin

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!

Tam 1 hafta önce, şunu söylemişiz: “Kötü bir hafta sonuna girdiğimizi, daha çok ölüm ve saldırı beklemekten başka çaremiz olmadığını söylersek abartılı olmayacaktır herhalde.”

Hafta sonunda, hiç de ‘abartılı’ olmadığını tecrübe ettik maalesef. Aynı hafta sonunda, 30 Mart Cumartesi günü, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bir karar çıktı.

1 Nisan Pazartesi günü ondan da bahsetmişiz: “BM, çatışmaların ve terör saldırılarının derhal durması, İsrail’in derhal geri çekilmesi kararı aldı. İsrail kararı dinleyemeyeceğini açıkladı.”

Geçen hafta içinde olanları yeniden anlatmayacağımız gibi, özetlemeye de teşebbüs etmeyeceğiz.

Tam 1 hafta sonra, bu hafta sonunda da insanın içini açan haberler alabilecekmişiz gibi görünmüyor. Halbuki, ABD Başkanı Bush’un konuşmasının olumlu karşılandığına ilişkin yazılar okuyoruz. Hatta, ABD’nin tonunda kaydadeğer bir değişiklik olduğunu söyleyenler de var.

İsrail Başbakanı Şaron, Amerikalı elçi Zinni’nin, Arafat ile görüşmesine izin vermiş. (Gazeteciler alınmamış görüşmeye ve yaklaşmaya çalışanlara da gözyaşartıcı bomba münasip bulunmuş.) Şaron’un, kesin tecrit kararından sonra Arafat’ın kapısını Zinni’ye açmasının çok önemli olduğunu, belki de bir u dönüşü anlamına geldiğini dile getirenler var. Hele, hele, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın gelecek hafta “bölgeye” gidecek olması ise iyiden iyiye mühim bir adım ve gelişme olarak mütalaa ediliyor.

Artık içimiz kaldırmadığı için ve aynı şiddet öykülerini yazıp durmaktan yapanların yerine usandığımız için özetlemeye teşebbüs etmediğimiz olayların tekrarlanmasını neden bekliyoruz öyleyse?

Çünkü, Powell’ın neden gelecek hafta yola çıkacak olmasını anlayamıyoruz. Neden bugün değil?

Çünkü, işin aslına bakarsanız, değişen bir şey yok. Tırnağınızın sertçe bir kenarıyla retoriğin üstünü kazıdığınız vakit, ne ABD’nin tonunda kaydadeğer bir değişiklik görünüyor, ne de Şaron’un politikasında bir u dönüşü.

Retoriğin üstünü bizim yerimize Chomsky kazımış; Znet’e verdiği kapsamlı mülakatta, “30 Mart’taki Güvenlik Konseyi kararının anlamı nedir?” sorusuna şu cevabı veriyor:

“Başlıca husus, İsrail’in bu saldırı sırasında girdiği Ramallah ile diğer Filistin bölgelerinden derhal ya da en azından belli bir zaman zarfında çekilmesi talebi olup olmayacağıdır. ABD’nin konumu açıkça hâkimdir burada: Sadece, ‘İsrail askerlerinin Filistin şehirlerinden çekilmesi’ne yönelik, bulanık bir çağrı var. Bunun ne kadar zaman içinde yapılacağı belirlenmemiş. Dolayısıyla, BM Kararı, ABD’nin basında da sık sık tekrarlanan resmi tavrıyla uyum içindedir: İsrail saldırı altındadır ve meşru müdafaa hakkı vardır, ama Filistinliler’i -en azından herkesin gözü önünde- cezalandıracak kadar ileri gitmemelidir. Gerçekler -tartışmasız- oldukça farklı. Filistinliler, İsrail askeri işgalinin altında yaşamaya çalışıyorlar otuzbeşinci sene bu. ABD’nin, uzun zamandır üzerinde uluslararası mutabakat bulunan barışçı bir siyasi çözüm seçeneğinin engellenmesi de dahil, kararlı askeri ve ekonomik desteği ve diplomatik himayesi sayesinde katı, zalimane bir süreç oldu. Bu karşılaşmanın bir simetrisi yok, simetrinin izi bile yok ve bu karşılıklılık durumunu, İsrail’in meşru müdafaası diskuru içinde ifade etmeye çalışmak, çıkarlar doğrultusunda sözü saptırma standartlarının bile ötesine geçer. Filistin terörünün en sert dille kınanması -ki yerindedir ve otuz seneyi aşkın bir süredir yapılmaktadır- temel gerçekler üzerinde herhangi bir değişiklik meydana getirmez.”

Biliyor musunuz; Başkan Bush da ‘hayırlara vesile’ konuşmasında “derhal” (immediate) olmasını istediği çekilmeyi, daha sonra -kapalı kapılar ardındaki görüşmeleri müteakıben- “gecikmeksizin”e (without delay) çevirmiş.

‘Derhal’ ile ‘gecikmeksizin’in arasında bir vade var ya; işte bu vadenin içinde yer alan bir hafta sonuna giriyoruz...

Devamı haftaya...