Merhaba kâinat!
‘Sözün bittiği yer’e gelip dayanınca, söylenmiş olanları yeniden hatırlatmaktan başka çare göremedik.
Buyrun:
“Ariel Şaron, istediğini yapar da Yaser Arafat’ı katletmeyi başarırsa Filistin lideri halkının ve Arap dünyasının kollektif hafızasında yaşayacak. Tıpkı, Musa’nın Yahudi hafızasında yaşadığı gibi.
Musa, Mısır’ın zulmüne isyan etmiş, halkını “esaret evi”nden çıkarmış, 40 sene çölde onlara önderlik etmiş, o insanlardan yeni bir halk yaratmış ve Arz-ı Mevud’un (Vaad Edilmiş Topraklar) eşiğine getirmiştir. O topraklara girmemiştir Musa –Tanrı sadece uzaktan göstermiştir o toprakları ona. Bunlar, eğer şehit olursa Arafat için de söylenecek.
...
Günümüzde, tarihçiler şunu merak ediyorlar: Bundan 1930 sene önce Yahudi halkı nasıl bir ahmaklığa kapıldı da Roman İmparatorluğu’na karşı beyhude bir ayaklanma başlattı ve Filistin’deki Yahudi halkının topyekun felaketine neden oldu? Bundan yüz sene sonra tarihçiler şunu soracaklar kendilerine: Bu halk nasıl bir ahmaklığa kapıldı da hayatı boyunca kan dökmekten ve yerleşim merkezi kurmaktan başka bir iş yapmamış, elikanlı Şaron’u seçti. Nasıl bir ahmaklığa kapıldı da bu halk yerleşim birimlerini ve bazı toprakları barış ve uzlaşmaya tercih etti? Ve nasıl oluyor da bu halk, Arap dünyası kendisine -belki de son defa- sahici bir barış ve normal ilişkiler teklif ederken kayıtsız kalabiliyor ve nasıl oluyor da bu kamuoyu gelmiş geçmiş en kanlı seferberlik başlarken politikacılar ile yorumcuların barış teklifiyle dalga geçen ve Şaron tezahüratı yapan aptalca palavralarına kulak veriyor?
Tarih, softaların peşinden gidilmesi halinde patlak verecek felaketler konusunda halkı uyarmış olan bir avuç insanı unutmaz. Tarih bizi unutmayacaktır; Şaron ve çetesinin peşinden gitmemiz halinde başımıza gelecek felaketler konusunda halkı uyaranları... İnşallah sesimiz zaman içinde işitilir de yeni bir yola adımımızı atabiliriz.
Arafat katledilirse geri dönüşü olmayan bir süreç başlayacaktır.”
Uri Avnery.
İsrailli barış girişimcisi ve gazeteci.
“İsrail’in ta kendisi -hiç de sürpriz olmayan bir şekilde- ABD gibi olmaya başlıyor. Ülkede büyük bir eşitsizlik, yüksek seviyede fakirlik, artmayan ya da azalan ücretler ve kötüleşen ücretler var -diğer sanayileşmiş ülkelerden çok daha fazla ABD gibi. ABD’ye benzer şekilde, ekonomi dinamik (ve bazen askeri sanayi adı altında gizlenen) devlet sektörü üzerine kurulmuş. ABD’nin, ileri karakol mevkiinde doğrudan Amerika Birleşik Devletleri’ni andıran düzenlemeleri tercih etmesi hiç de şaşırtıcı değil.
ABD’nin, (ABD tahakkümündeki küresel düzen sistemine tabi olmayan iki ülkeyi; İran ile Irak’ı tecrit ederek) ‘dual containment’ diye adlandırılan politikayı benimsemesi de hiç şaşırtıcı değil. Ancak, bu politika çöküyor. Ve sürdürülebilir değil. Bölge ülkeleri artık bu politikayı kabul etmiyorlar. ABD’nin ve bir ölçüye kadar Britanya’nın dışında çok az destek görüyor ve büyük bir muhalefetle karşılaşıyor. Muhalefet, ABD içinde bilhassa çok kritik bir alanda, iş dünyasında ortaya çıkıyor. İş dünyası, büyük fırsatları rakiplerine bırakmaya zorlanmaktan memnun değiller. Unutmayın ki Irak dünyanın ikinci en zengin petrol rezervine sahip ve İran’ın da kaynakları oldukça zengin. Dolayısıyla, bu iki bölgenin şu veya bu şekilde yeniden Amerikan denetimi altına alınacaklarını beklemek makul görünüyor. Kolay olmayacak –çünkü, pek çok sorun çıkacak bunu yaparken. ABD’nin rolünün kritik, hatta muhtemelen nihai durumda olduğuna şüphe yok ki bu bizim için iyi. Çünkü, bu bizim etkide bulunabileceğimiz tek unsur –ve bu durum da üzerimize çok ağır bir sorumluluk yüklüyor.”
Noam Chomsky.
Amerikalı düşünür.
“20. Yüzyıl, kayıtlı tarih içindeki en kanlı dönemdir. Bu dönemdeki savaşlar ya da savaşlara bağlanan nedenler yüzünden meydana gelen ölümlerin toplam sayısı 187 milyon olarak tahmin edilmektedir; 1913’teki dünya nüfusunun yüzde 10’undan daha fazla. 1914 yılında başladığını kabul edersek, biryerlerde organize silahlı çatışmanın çıkmadığı birkaç kısa dönemin dışında, kesintisiz savaşlarla geçmiş bir yüzyıl. Dünya savaşlarının, yani ulusal devletler ya da ittifaklar arasındaki savaşların damgasını vurduğu bir yüzyıl.
...
Dünya gitgide artan bir oranda, topraklarını ve vatandaşlarını etkin bir şekilde yönetebilen devletlere ve resmen tanınmış uluslararası sınırlarla çevrelenmiş topraklara bölünüyor. Bunların üzerinde de zayıftan yozlaşmışa, her tür hükumet bulunuyor veya o da bulunmuyor. Bu bölgeler, Orta Afrika’da gördüğümüz türden kanlı iç mücadeleler ve uluslararası çatışmalar üretiyor. Üstelik, böyle bölgeler için halihazırda kalıcı bir düzelme ihtimali de görünmüyor ve istikrarsız ülkelerdeki merkezi hükumetlerin daha da zayıflaması, dünya haritasının daha da parçalanması, silahlı çatışma tehlikesini hiç şüphesiz arttıracaktır.
Deneme kabilinden bir tahmin: 21. Yüzyılda savaş, 20. Yüzyıl’da olduğu kadar kanlı olmayacaktır. Ama silahlı şiddet, orantısız bir acı ve kayıp yaratarak dünyanın büyük bir bölümünde endemik -bazen de epidemik- bir halde, hazır ve nazır olacaktır. Bir barış yüzyılı ihtimali uzak görünüyor.”
Eric Hobsbawm.
Britanyalı tarihçi.
“Şaron’un sözleri, sadece yıkım ve ölçüsüz bir nefret obsesyonu içindeki bir zihnin çalışmasının semptomatik bir görünümü olmasının yanı sıra, dünyada geçen Eylül’den beri bulunmayan muhakeme ve eleştirinin iflasını göstermektedir. Evet, dünyada bir terör rezaleti vardı, ama dünyada terörden daha büyük meseleler de var. Politika var, ve mücadele, ve tarih, ve adaletsizlik ve evet, devlet terörü de var. Amerikan profesörleri ile entelijansiyasına küçük bir dikiz atacak olursak tamamiyle dilin ve mantığın zeminini kaybetmesi sorununa batmış bulunduğumuzu görüyoruz. Böylelikle, beğenmediğimiz her şey terör haline gelmiş oldu ve yaptığımız her şey de saf ve iyi --terörle savaş; nasıl bir bütçeye, ne kadar cana ve yıkıma yol açarsa açsın.
...
Denecek ki politika mümkün olanla ilgilidir, arzu edilenle değil. O halde, İsrail birazz geri çekilse bile minnettar kalmalıyız. Buna katiyen katılmıyorum. Görüşmeler, tümüyle çekilmenin zamanı hakkında olacaktır, İsrail’in yüzde kaç oranında ödün vermek istediği hakkında değil. Bir fetihçi ve bir vandal hiçbir ödünde bulunamaz: Aldığını geri vermeli ve sorumlusu olduğu suistimaller için tazminatta bulunmalıdır, aynen Saddam Hüseyin’in yapması gerektiği ve Kuveyt işgali için de ödediği gibi. Şu anda bu amaçtan oldukça uzaktayız, ama Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki Filistinliler’in olağanüstü kahramanlığı, çok da uzak olmayan bir gelecekte koltuğunu kaybedecek olan Şaron’u siyasi ve ahlaki olarak yenilgiye uğrattı. Ancak, Arap dünyasının gözü önünde yirmi yıldır ordularının Arap şehirlerini istila edebilmesi, insanları öldürebilmesi, yıkım yağdırması da Arap dünyası liderlerinin karnesine iyi yansımayacaktır.
...
Hep birlikte tekrar dezorganize olup, yozlaşıp vasatizme razı olmak ya da en sonunda bir ulus olabilmek... Yaşama dönük bir idrak sürecine yönelen, yeni bir yaklaşım için bu karar şarttır.”
Edward Said
Filistin asıllı Amerikalı düşünür.
“Ortadoğu’daki dudak uçuklatıcı olaylar, Bush yönetiminin kayıtsızlığının ve önyargılılığının beklenen sonuçlarıdır. Netanya’daki Pesah katliamı korkunç bir olaydı. İsrail’deki bütün intihar saldırıları, tartışmasız, terör saldırılarıdır ve kendi kendilerine zarar vermektedirler. Ama bu saldırılar affedilemez olmalarına rağmen açıklama getirilebilir olaylardır. İsrail’in en etkili gazetecisi Nahum Barnea’nın, okurlarına söylediği gibi: ‘İntihar saldırıları terörizmi umutsuzluktan doğdu ve umutsuzluğa askeri bir çözüm getirilemez.’
...
1993 - 1996 yılları arasında İsrail Başsavcısı olan Michael Ben-Yair’in, bu ay Haaretz’de yazdığı gibi: ‘İntifada, Filistin halkının ulusal kurtuluş savaşıdır. Biz, uluslararası antlaşmaları görmezden gelerek, toprakları istimlak ederek, yerleşimcileri İsrail'den işgal altındaki bölgelere transfer ederek, hırsızlığa bulaşarak ve bütün bu yapılanlar için gerekçeler üreterek, büyük bir heyecanla bir sömürgeci devlet olmayı seçtik.... Bir apartheid rejimi kurduk.’...
Şaron’un, barış önerisine ve Filistin şiddetine cevabı, Filistin yönetiminin sivil kurumlarına büyük bir saldırı başlatmak ve savaş ilan etmek olmuştur. Durum o kadar kötüdür ki Suudi barış planı temelinde bir çözüm kabul ettirmekten başka umut kalmamıştır. Bunu kabul ettireceklerden biri ABD’dir, çünkü ABD İsrail’e talimat verebilen tek ülkedir. Diğeri ise, Filistinliler’in en nihayetinde adil bir anlaşma yapabilmeleri için, Avrupa olmalıdır.”
Lord Gilmour of Craigmillar
Eski Savunma Bakanı Yardımcısı
“Bu, 1948 yılından beri süregelen bir trajedi. Filistin halkına empoze edilen bu trajedi onların kabahati değil. Avrupa medeniyeti, İkinci Dünya Savaşı’nda yahudilerin hayatını kurtaramadığı için kendini suçlu hissediyor. Bu suçluluk şimdi dünyanın bir bölümünde uzun bir süredir eni konu barış içinde yaşayan müslümanlar ile yahudilere empoze ediliyor. İslamiyet içinde yahudi cemaatlerinin ilişkileri, genel olarak; Endülüs’te, Osmanlı Türkiye’sinde, doğu Arap aleminde hep iyiydi. Bu ilişkilere zarar veren, İsrail’in kurulması ve bir sömürge gücü olarak varlığı olmuştur. Siyonism, Filistin’in ve Filistinliler’in eşitliğini kabul etmeyi reddetmiş ve onları çöpe atmıştır. Filistinliler’e eşit haklar vermeyi kabul etmiş olsalardı bütün bunlar olamazdı. Ama bunu yapmak istemediler, Siyonist bir devlet kurmak istediler. Bu devleti yaratan, maddi yardımda bulunan -ki milyarlarca Amerikan doları akıtılmıştır buraya-, silahlandıran Batı’nın, Filistin halkına ciddi anlamda yardım etmek konusunda son 50 yıldır gösterdiği başarısızlık bu durumun sebebidir. Amerika’nın bir şey yapacağını sanmıyorum. Bana yapacaklarmış gibi gelmiyor.
Biliyor musunuz; biraz provokatif gibi gelecek, ama söylenmesi lazım sanırım. İsrail yönetimi ve siyonist rejim tarafından kullanılan yöntemler bana faşizmi hatırlatıyor. Bunu duymaktan hoşlanmıyorlar, ama söylenmesi lazım. Filistinli delikanlıları evlerinden alıp, sokaklarda yürütüp kollarına numaralar yazıp onları aşağıladıkları zaman... Şu sıralarda İsrailli barış girişimcilerinden aldığım bir haberden öğrendiğime göre, resmen ispatlayamasalar da İsrail yönetiminin ciddi ciddi toplanıp Almanlar’ın Varşova gettosunda neler yaptığını incelediğini söylüyorlar. Dolayısıyla, Filistinliler’e ne yaptıklarının farkındalar; kendilerine uygulanan cezayı tekrarlıyorlar. Herkesi ortadan kaldırmanın bir adım gerisinde duruyorlar. Batı’da ise kimse kalkıp bu tam bir rezalettir, zulümdür demiyor. Sadece Batı değil, Arap liderleri de, büyük bir bölümü Amerikan gücüne ve kudretine bağımlı olan Arap liderleri de Arap zirvesine gidiyorlar, ama Arafat’ın konuşmasına izin vermiyorlar. Nasıl bir dünya bu? Sonra da, bu hayattan bıkmış orta sınıf profesyonel çocuklar terörist olunca şaşırıyorlar insanlar. Bu, ‘terörle savaş’ meselesi, bütün dünyada terörist hücrelerin sayısını katlayacaktır. ABD’nin anlaması gereken de bu. Tehdit, büyük bir ülkeden, Avrupa Birliği’nden ya da Filistin yönetiminden falan gelmeyecek. Onlara yönelik tehdit, Filistin ile Irak’ta olanlardan fena halde bıkmış küçük bir terörist grubundan gelecek. Dehşet verici bir şey yapmaya çalışacaklar. Asıl tehlike bu.”
Tarık Ali
Pakistan asıllı İngiliz düşünür.
Devamı yarın...