15 Mart 2003Fernand Braudel Merkezi, Binghamton Üniversitesi
Amerika Birleşik Devletleri’nin başı belada. ABD başkanı çok büyük bir kumar oynuyor ve bunu temeli çok zayıf bir konumdan yapıyor. Yaklaşık bir yıl önce ABD’nin Irak ile savaşmasına karar verdi. Bunu ABD’nin karşı konulmaz askeri üstünlüğünü göstermek ve iki ana hedefi gerçekleştirmek için yaptı: 1) Bütün nükleer silahlanma taraftarlarını planlarını terketmeleri için korkutmak; 2) Avrupalıların dünya-sistemde özerk bir siyasi güç olma ideallerini ezmek.
Şu ana kadar Bush hayranlık verecek derecede başarısız. Kuzey Kore ve İran (ve belki de henüz gözlenmeyen diğerleri) gerçekte kendi silahlanma projelerini hızlandırdılar. Fransa ve Almanya özerk olmanın ne demek olduğunu gösteriyorlar. Ve ABD Irak üzerine ikinci bir karar için altı üçüncü dünya ülkesinden hiçbirinin oyunu almayı başaramıyor. Yani, umursamaz bir kumarbaz gibi Bush herşeyini kaybetmek üzere. Çok kısa sürede bir savaş başlatacak ve bundan tatmin edici bir şekilde çabuk bir zaferle çıkacağına bahse girecek. Bahis gayet basit. Bush eğer ABD bu çeşit bir askeri sonucu alabilirse hem silahlanma meraklılarının hem de Avrupalıların kendi çabalarından pişmanlık duyacaklarına ve gelecekte ABD’nin kararlarını kabul edeceklerine inanıyor.
İki tane olası askeri sonuç var: birisi Bush’un istediği (ve beklediği) ve bir de değişik bir sonuç. Bush’un Iraklıların çabucak teslim olmalarını sağlama şansı ne kadar? Pentagon gerekli silahlara sahip olduklarını ve bunu hızla yapacaklarını söylüyor. Hem Amerikalı hem de İngiliz bir sürü emekli general kuşkularını dile getirdiler. Benim tahminim (başka bir sonuç da görmüyorum) çabuk ve kesin bir zafer çok olası değil. Sanırım Irak liderliğinin çaresiz kararlılığı artı Irak milliyetçiliğinin yükselişi artı Kürtlerin Saddam’la savaşma isteksizlikleri (ondan nefret etmedikleri için değil ama kendileri hakkındaki Amerikan niyetlerine kesinlikle güvenmemelerinden dolayı) savaşı haftalar içinde bitirmeyi son derece güçleştirecek. Sonuca varmak büyük olasılıkla aylar alacak ve savaş bir kere aylarca sürmeye başladığı zaman da rüzgarın (ilk önce de Britanya ve sonra da Amerikan kamuoyunda) nereden eseceğini kim tahmin edebilir?
Ama, diyelim ABD çabucak kazandı. Bu noktada yanlızca Bush’un beraberlik sağladığını söyleyebilirim. Ne galip ne de mağlup. Neden böyle diyorum? Çünkü bir zafer jeopolitik durumu az ya da çok bugün olduğu yerde bırakacaktır. Herşeyden önce zaferin ertesi günü Irak’da ne olacağı sorusu var. En azından kimsenin ne olacağını bilmediğini söyleyebiliriz. ABD’nin kendisinin bile ne istediğine dair net bir görüşü olup olmadığı açık değil. Bildiğimiz, oyundaki çıkarların çoklu, çeşitli ve tamamen uyumsuz olduğu. Bu bir anarşi benzeri kargaşalık senaryosu. ABD’nin savaş sonrası karar mekanizmalarında önemli bir rol oynaması, uzun vaadede askeri birlik ve çok para (gerçekten çok para) taahhüt etmesini gerektiriyor. ABD’nin ekonomik durumuna ve ülkedeki iç politik gelişmelere bakan herkesin bildiği gibi, Bush yönetimini askeri birlikleri uzun süre Irak’da tutmak ve siyasi oyunu oynayabilmek için de gereken parayı sağlamak gibi çok zor bir iş bekliyor.
Buna ek olarak, dünyanın karşılaştığı tüm sorunlar olduğu gibi bir bütün olarak kalacak. İlk olarak, bir Filistin devletinin kurulmasına doğru bir ilerleme sağlamak bugün olduğundan daha az olası olacak. İsrail hükümeti bir ABD zaferini kendi sert çizgisinin doğrulaması olarak alacak ve daha da sertleştirecek. Arap dünyası, eğer mümkünse, daha da öfkelenecek. İran kuşkusuz nükleer silahlanma için ilerleyişini durdurmayacak. Hatta İran Saddam Hüseyin’in bölgede yolundan çekilmesi sayesinde harekete hazır hale gelecek. Kuzey Kore provokasyonlarını arttıracak ve Güney Kore Amerikanın müttefikliğinden ve askeri eylem sevdasından daha da rahatsız olacak. Ve Fransa uzun bir yürüyüşe girişecek. Yani, dediğim gibi, Irak’da çabuk bir Amerikan askeri başarısı bizi Amerikalı şahinlerin hiç niyetlenmedikleri bir jeopolitik statükoya terkedecek.
Ama diyelim askeri başarı çabuk olmadı. O zaman ne olacak? Bu durumda, tüm operasyon ABD için bir jeopolitik felaket olacak. Kargaşa çıkacak ve ABD bunun gelecekteki sonuçları üzerinde, nerdeyse söyleyecek pek de bir şeyi olmayan, İtalya gibi çok az etki yapacak. Neden böyle diyorum? İlk önce Irak’ın kendi içinde neler olacağını bir düşünün. Iraklıların direnişi Saddam Hüseyin’i bir kahraman haline getirecek ve o da bu duyguyu nasıl sömüreceğini kuşkusuz biliyor. İranlılar ve Türkler Kürt Kuzeyi’ne kendi birliklerini gönderecekler ve belki de birbirleriyle çarpışmaya başlayacaklar. Kürtler bu an için İranlıların yanında yer alabilirler. Eğer bu olursa Güney Irak’daki şii topluluklar kendilerini Amerikan askeri çabalarından uzak tutacaklar. Suudiler kendilerini davet edilmeyen uzlaştırıcılar olarak önerebilirler ve belki de her iki taraf tarafından reddedilecekler.
Bölgede başka bir yerde, Hizbullah büyük olasılıkla İsraillilere saldıracak. Onlarda karşılık verecekler ve belki de Güney Lübnan’ı işgal etmeyi deneyecekler. Suriyeliler Hizbullah’ı ve daha çok da Lübnan’da kendi rollerini kurtarmayı denemek için savaşa girecekler mi? Gayet olası. Ama öyle olursa İsrail şam’ı (belki de nükleer silahlarla) bombalayacak. O zaman acaba Mısırlılar hala yerlerinde oturacaklar mı? Ve evet bir de o diğer adam var. Osama bin Ladin kuşkusuz yapmaktan hoşlandığı şeyleri yapıyor olacak.
Peki ya Avrupa? Büyük olasılıkla İngiltere’de işçi partisinde, belki de partiyi ikiye bölmekle sonuçlanacak, büyük bir isyan olacak. Blair yandaşlarını alıp muhafazakar parti ile bir ulasal acil durum koalisyonu kurabilir. Hala başbakan olarak kalabilir ama yeni seçimler için büyük bir baskı olacaktır. Blair bu seçimi belki çok kötü bir şekilde kaybedecektir. Ve bir de Blair’in danışmanlarından aldığı küçük bir uyarı var. Eğer İngilizler Irak’a BM kararı olmadan girerlerse kendisine Uluslararası Suçlar Mahkemesi’nde karşı suçlamalar getirilebilir. İspanya’da Aznar’ın seçim beklentisi de kendi partisi içinde İspanya’nın konumuna karşı geniş tepkiye bakıldığında benzer kuşkulara sahip. Berlusconi ve Doğu/Merkez Avrupa’da güvenlerini kaybetmeye başlayacaklar.
Bu arada Latin Amerika’da Amerikalar Serbest Ticaret Bölgesi’ne (FTAA ya ispanyolca ALCA) veda etmek gerekecek. Bunun yerine, Lula bir ticaret ve para kurumu olarak Mercosur’un yeniden canlandırılmasında ısrar edecek ve hatta şili’yi de buna dahil edebilir. Fox, Meksika’da başını belaya sokacak. Güneydoğu Asya’da, şu anda Amerikan dostu hükümetlerin yönettiği iki en büyük müslüman ülke, Endonezya ve Malezya, bir özerk eylem bölgesi oluşturmak için Avrupa’yı taklit edebilirler. Filippinler hükümeti üzerinde Amerikan birliklerini geri göndermek için büyük bir baskı olacak. Ve çin büyük olasılıkla Japonya’ya eğer bölgede bir ekonomik geleceğe sahip olmaya devam etmek istiyorsa ABD ile olan siyasi bağlalarını gevşetmesinin iyi olacağını söyleyecek.
2004’ün başlarında tüm bunlar Bush rejimini nereye terk edecek? Onu ABD’de hızla büyüyen bir savaş karşıtı hareketle yüzyüze bırakacak. Bu hareket belki gerçekten Demokratik Parti’yi Bush’un küresel planlarına karşı gerçek bir muhalefete sürükleyebilir. Kolay olmasa da gayet mümkün. Eğer böyle olursa Demokratlar seçimleri kazanabilirler.
Tüm bunlar olursa Bush gerçektende rejim değişikliğini başarmış olacak: Büyük Britanya, İspanya ve ABD’de. Ve ABD artık yenilmez bir askeri süper güç olarak kabul edilmeyecek. Yani, yeniden söylersek, eğer Bush kazanırsa, istediğinden daha kötü bir statüko ile karşılaşacak. Eğer kaybederse, çok kötü kaybedecek. Gidişatın pek ümit verici olmadığını söyleyebilirim. Tarihçiler ABD’nin 11 Eylül’den sonra kendisini bu imkansız duruma sokmasına gerek olmadığını kayda geçecekler.