Sevgili Ömer Madra...
Az önce “Mücavir Alanlar” konusunda yaptığınız söyleşiyi dinledim ve aşağıdaki düşünceleri sizinle hemen paylaşmak istedim. (Söyleşiye ulaşmak için tıklatın: Yerel seçimlerde ‘mücavir’ skandalı)
Evvela sizi kutluyor ve çok teşekkür ediyorum: çünkü yasalara ustaca yerleştirilmiş olan Mücavir Alanlar tezgâhının farkındaydık ama ayrıntılarını böylesine net biçimde bilmiyorduk. Söyleşiniz –konuğunuz da bu mevzuya gerçekten vâkıf olması sayesinde- gerçekten çok aydınlatıcı oldu.
Sadece Mücavir kavramı üzerinde değil, “ayriyetten” hangi açılardan aydınlatıcı bir söyleşiydi bakınız:
HUKUK AÇISINDAN: “Hukukun üstünlüğü” ile “kanunun egemenliği” aslında ne kadar ayrı şeylerdir –ve biz genellikle ikisini birbirine karıştırırız... Bize hukuk diye gagalanan yapı bütünlüğü oluşturan parçaların pek çoğu, hukuka aykırı kanun metinleri olabiliyorlar. Bu ipucunu GENEL BİR ÖNERMEYE DÖNÜŞTÜRÜRSEK: Bir kavram bütünlüğünün toplam kalitesi, onu oluşturan parçaların kalitesizliği sayesinde pekâlâ “sadece bir illüzyon”dan ibaret hale gelebiliyor. Bu GENEL ÖNERME hemen her kavramsal yapı için geçerli: Dinsel kurallar, o dinin özüne aykırı olabiliyor (bakınız “dinci terör”)... veya... İdeolojik ilkeler, o ideolojinin özüne aykırı ve hatta onun tam zıddı hedeflere hizmet eder olabiliyor (bakınız “devrimci terör”)... veya... Serbest piyasa ekonomisi (bakınız “kurtlar sofrası” ya da “oligarşinin egemenliği”)... vesaire...
TOPLUMSAL BİLİNÇ AÇISINDAN: Söyleşide apaçık ortaya konan “Mücavir Alan” tezgâhı, bireylerin toplumsal sorumluluk sınırlarının ne kadar geniş ve karmaşık olduğunu gösteriyor. Örnek vereyim: Demokrasi ve insan hakları konusunda son derece “aydınca” çabalarda bulunan bir birey (içimizden herhangi biri), bu mücavir alan tezgâhı sayesinde, bir orman arazisinde kurmuş olduğu villasında “doğayla içiçe yaşama” keyfini de sürdürebiliyor. Yani, bir yandan “iyi insan iyi vatandaş” rolünü oynarken, öte yandan (bilerek, bilmeyerek; ama genellikle “görmezden gelmeyi” tercih ederek) yağmacılara katılmış ve yağmacıların sinerjisine katkı koymuş olabiliyor... DEMEK Kİ; namuslu bir aydın olabilmek, aslında pek de kolay değil... DEMEK Kİ “namuslu bir aydın gibi yaşamak” ile “namuslu aydın mastürbasyonu yapmak” arasında çok ince bir çizgi var... (Ve şahsen, Açık Radyo programlarının her zaman bu ince çizgiyi hatırlatma – ve fark etme- amacı taşımasını temenni ediyorum...)
BİREYSEL BİLİNÇ AÇISINDAN: Programlarda pek çok konuklar dinliyoruz. Bir konu hakkında pek çok şeyler anlatabiliyorlar. Ama o programdan sonra dinleyicinin “yeni bir farkındalığa ulaşması” pek az gerçekleşebiliyor. Çünkü bilgiler genellikle “şablon tekrarı” şeklinde sunuluyor; o bilgiler hayatla organik ilişki içinde sunulmuyor, yani “şimdi -burada yeniden varolan canlı- bilgi” değil, kelimelerin kabuğuna yapışmış “ölü bilgi” halinde uçuşuyor... OYSA Mücavir alan sohbeti yaptığınız konuk, meselenin özünü yakalamış, teşhis ve çözüm üzerinde çok net ve sağlıklı düşünceler üretmiş olduğu için, dinleyicilerine sahiden yararlı olabildi, onları “aydınlata”bildi... Ve siz de “kara delik” teşhisiniz ile çok güzel bir katkı yaptınız...
ENERJİ NEŞRİYATI AÇISINDAN: Yayıncılık, sadece “sesleri ve sözleri” yaymaktan ibaret değil. Dinleyicilere duyurduğumuz seslerin, sözlerin ve anlamların BİR DE ENERJİLERİ var. Bunlar, dünyanın en ince ve etkili enerjileri; bunlar, zihinsel enerjiler... Beynin hem bilişsel, hem duygusal sektörlerine ulaşıyorlar. Dolayısıyla, örneğin “toplumsal eleştiri” amacı taşıyan bir program, içerdiği söz ve bilgilerin yanı sıra, onu seslendirenlerin zihinsel enerjilerini de ulaştırıyor, dinleyiciye... SOMUT ÖRNEK olarak, az önceki Mücavir alan programı, hem konuğun, hem de sizin katkılarınızla, “mevcut bir duruma ilişkin acı gerçekleri, çok yapıcı ve yaratıcı bir üslupla aktarmak” başarısına ulaştı. Dinleyicisinde YIKICI VE OLUMSUZ duygulardan ziyade, “Akıllı bir mücadele ile bu durum düzeltilebilir” umudunu aşıladı. Akılcı çözümlerin mümkün, akılsız öfkelerin beyhûde olduğunu hatırlattı...
Galiba, yayıncılığın (ve haberciliğin) temel ilkesini buralarda bir yerde aramak ve tespit etmek mümkün: Bir yayının kalitesi ve “sürdürülebilir etkisi” iki temel unsura bağlı: Biri “maddi unsur”. Yani (örneğin, verilen bir haberin) gerçekliği... Diğeri “manevi unsur”, yani (örneğin verilen bir haberin) üslubunun taşıdığı zihinsel –bilişsel ve duygusal- enerjilerin yükseklik ve olumluluk düzeyi...
Size yeniden ve çok teşekkür ediyorum...
Yaptığınız güzel söyleşi için...
Bütün bunları yeniden düşünmemi sağladığınız ve (duyduğum sürekli muhabbet nedeniyle de) sizinle paylaşma hevesini uyandırdığınız için...
Sağlığınız ve huzurunuz daim, enerjiniz latif, gayretiniz tükenmez olsun, inşallah...
Sevgi, saygı ve selamlarımla...
Akın